ARNOLD HORNFELD
SIEMENS TÜRKİYE ESKİ GENEL MÜDÜRÜ
Biraz kendinizi tanıtır mısınız?
1949 yılında İzmir Atatürk Lisesinden mezun olduktan sonra İstanbul’a gelerek İstanbul Teknik Üniversitesine kaydolduğumda bu kararımın istikbalde yaşadığım gelişmeler üzerinde ne kadar etkili olacağını tahmin etmem mümkün değildi. Hayatımı şekillendiren bir husus da Elektrik Fakültesini seçmem oldu. O tarihlerde en gözde fakülte İnşaat Fakültesiydi, çünkü inşaat mühendisi olarak derhal iş bulma imkanı mevcuttu. Mezuniyet derecemin, İnşaat Fakültesine kaydolmak için gereğinden iyi olmasına rağmen elektrik fakültesini de bilahare o zamanki tabiriyle “Zayıf Akım Bölümünü”, yani bugünkü “Elektronik Mühendisliğini” tercih etmem bütün çalışma hayatımı etkileyen bir karar olmuştur.
O tarihlerde İnşaat ve Mimarlık Fakültelerindeki sınıflarda yüzlerce kişi okurken bilhassa seçtiğim bölümdeki mevcudumuz 10-20 arasında değişiyordu. Bunun başlıca sebeplerinden biri de Türkiye’de PTT ve Elektrik İdarelerinden başka bir yerde iş bulmanın mümkün olmamasıydı. Memleketin telefon sistemleri gelişmemişti; hem sayı hem kalite bakımından büyük sorunlar vardı. Şehirlerarası konuşmalar normal, acele, yıldırım gibi muhtelif tarifelerde yapılıyor ve icabında konuşmak için saatlerce beklemek gerekiyordu. Memleketin döviz sıkıntısı yüzünden PTT dışındaki PABX santrallar demir perde gerisi memleketlerden ithal ediliyordu. Bahsettiğim şartlar altında 1954 yılında mezuniyetimde hocam Prof. Dr. Bedri Karafakıoğlu’na nerede çalışabileceğimi sorduğumda “Almanca biliyorsun. Karaköy’de Siemens firması var. Oraya bir müraacat et bakalım” demesiyle Siemens’in o tarihteki Türkiye temsilcisi Türkeli A.Ş.’de işe başladım. Siemens mümesilliği yanında elektrik tesisatları ve asansör mevzularında çalışmaktaydım. Tabii o tarihlerde bu şirkette ve 1958 senesinde Siemens’in % 51 ve Koç Holding’in % 49 ortaklığıyla kurulan Simko A.Ş.’de 48 sene her kademesinde çalışarak memleketimizin gerek enerji gerekse de muhabere ve elektronik sahalarında yaptığı büyük hamleleri tahmin etmem mümkün değildi.
Peki bir şey soracağım Arnold Bey. Mesela 50’li yıllarda ben şunlara rast geliyorum: İlk radyo fabrikaları kurulmuş, 1956’da Philips Levent’te bir radyo fabrikası kurmuş. Hiç oralara girmeyi düşündünüz mü? Siz telekomünikasyon ağırlıklı mıydınız?
Siemens’e girdikten sonra başka bir yere gitmeyi düşünmedim. Türkiye’deki şirketi enerji ve telefon sahalarında tesisat işleri yapmaktaydı, mesela bu meyanda TBMM projesinin takibi bana verilmişti.
Sık sık Ankara’ya gidiyordum ve Meclisin komplike olan elektrik tesisatının mesuliyetini üstlenmiştim. Bu arada Makine Kimya’nın Kırıkkale ve Amerikalıların Türkiye’de yapılan tesislerinin projeleri genç bir mühendis için enteresan işler oluşturuyordu.
Bu vesileyle Siemens’ten gelen mütehassıslarla yapılan işbirliği benim genç bir mühendis olarak ufkumu genişletiyordu. Aynı zamanda PTT ile ve NATO Enfrastrüktür Daireleri ile muhtelif mevzularda projeleri de takip ediyorduk. Bu işlerin hacmi gittikçe arttıkça 1958 yılında Ankara’ya tayin edildim ve yine 1958’de kurulan Simko A.Ş.’nin elemanı olarak Simko’nun Ankara Bürosunu kurdum ve 1964 yılına kadar Ankara’da kaldım. O tarihlerde Türkiye’de, bilhassa Adana ve Kayseri’de kurulan bir çok tekstil fabrikası, Türkiye’nin her tarafında başlayan çimento ve şeker fabrikaları yatırımları, Ereğli Demir Çelik ve Karabük tesisleri, Makine Kimya’nın Kırıkkale’deki fabrikaları Türkiye’de bugüne kadar çok büyük inkişaf gösteren sanayinin başlangıcı oldu.
Görüldüğü gibi o tarihlerde yatırımların ağırlık merkezini sanayi sektöründeki yeni yatırımlar, Amerikan yardımı ile kurulan askeri tesisler teşkil ediyordu. Philips’in radyo imalatı, General Electrik’in ampul imalatı gibi yatırımlar büyük istihdam sağlayacak çapta değildi.
PTT Arla, Netaş Türkiye’deki Türk Telekomünikasyon, yerli telekomünikasyon sanayiinin kurulmasında iki bacak olarak kabul ediliyor. Tabii burada Siemens de Ericson da faaliyet gösterdi ciddi bir şekilde. Ayrıca bir de Türk Telefon diye bir şirket var Arnold Bey. Galiba ilk İskra’nın. İskra dediğiniz şirketin temsilcileri. Bu şirketin fabrikası var mıydı? Bu sadece temsilci olarak mı kaldı, sonradan fabrika kurdu mu? Bu şirket hakkında malumatınız var mı?
İskra’nın Türkiye’de fabrikası yoktu. Ancak o tarihlerde demir perde gerisi memleketlerle yapılan ikili anlaşmalar çerçevesinde ihraç edilen mal karşılığında elektrik ve elektronik malzeme getiriliyordu. Siemens’le yapılacak ithalat döviz bazında olduğundan ve genelde demir perde arkası memleketlerin sanayi ürünleri daha ucuz olduğundan ancak kalite farkıyla ve daha bilinçli müşterilere satış imkanı oluyordu. Bu rekabeti uzun seneler yaşadık. Türkiye’nin daha ileri senelerde ithalat ve ihracatının normalleşmesiyle bu durum ortadan kalktı ve İskra gibi firmalar da piyasadan kayboldu.
60’lı yıllardan mı bahsediyorsunuz?
Yukarıda bahsettiğim durum esasında 80’li yıllara kadar sürmüştür. PTT’nin Netaş’la yaptığı uzun vadeli anlaşmalar dolayısıyla bizim şehir telefon santralleri imalatına girmemiz de ancak yeni ihalelerin açılması ve Türkiye’de telekomünikasyon sahasına yatırımların artmasıyla mümkün olmuştur. Biz de Kartal’daki fabrikamızda büyük çapta büro ve şebeke santralları imalatına girerek Teletaş ve Netaş şirketleriyle beraber yerli sanayiin bu sahada gelişmesine katkıda bulunduk. Diğer taraftan Mudanya’da kurduğumuz Türk Siemens Kablo Fabrikası ile Türkiye’de ilk defa dünya standartlarında kablo imal ederek modern şebekelerin yapılmasına önderlik ettik.
60’lı, 70’li yıllarda Siemens’in Türkiye’de ana faaliyet alanları nelerdi Arnold Bey?
Ana faaliyet alanımız enerjiydi.
Mesela 1954 yılında ilk işim Hilton Oteli’nin elektrik projesiydi. İstanbul Hilton Oteli bugüne kadar bu tesisatı mükemmelen kullanmaktadır. İkinci büyük işim Ankara TBMM binasının projesiydi. 1962 yılı sonuna kadar bu projeyle meşgul oldum.
Fakat bu arada 1957 yılında Ankara’ya tayinimle bütün Kırıkkale Mühimmat Fabrikaları, Ankara Fişek Fabrikası, NATO Tesisleri ve başta belirttiğim gibi yeni kurulan tekstil, çimento ve şeker fabrikaları gibi sanayi tesisleri ve Anadolu’daki şehir şebekeleri ve filizlenmeye başlayan telekomünikasyon projeleri ana faaliyet sahalarımızı teşkil etmeye başladı. Bu arada Siemens’in ihalelerini aldığı Seyhan, Almus, Keban gibi barajların elektrik santralleri de mühim projelerdi.
Fakat Siemens’in 60’lı ve 70’li yıllarda yukarıda bahsettiğim projeler gibi faaliyetler dışında Türkiye’de elektrik sanayiini kurmaya başlaması bu yıllardaki en mühim katkımız olmuştur. Kartal’da bilhassa elektrik şalt malzemeleri, telefon cihazları, PABX büro santralleri, sokak aydınlatma armatürleri ve daha birçok ilklerin imalatının hızla gelişmesi meyanında Mudanya’da kurulan ve bugün dünyada en mühim kablo fabrikalarından biri haline gelen Türk Siemens Kablo Fabrikasının kurulmasıyla gerek telekomünikasyon ve gerekse de enerji sahasında hızla imalatımızı büyüterek çok büyük bir ithalat tasarrufu sağlanmıştır. Nitekim 1960 başlarında yapılan bu yatırımlar Türkiye’de bir çok firmanın bu sahada yatırım yapmasına, standartlarımızın dünya standartları seviyesine gelmesine ve memleketimizin kabloda ve diğer elektrik malzemelerinde ihracatçı durumuna girmesi başarısını yaratmıştır.
Bu kablo fabrikaları nerelere ürün veriyordu?
Kablo ve iletkenler bina ve fabrika elektrik tesisatları meyanında elektrik, telefon ve haberleşme şebekelerinin kurulması için belli başlı malzemelerdendir. Ayrıca maliyet bakımından ağırlıklı bir malzeme olduğundan kabloların yerli olarak yapılmaya başlanması memleketimize büyük döviz kaynağı ve tasarrufu sağlamıştır. Dolayısıyla kurulmakta olan bütün fabrikalar, elektrik malzemesi satan bayiler başta olmak üzere İller Bankası ve Türkiye Elektrik Kurumu, Askeri projeleri yapan kuruluşlar vs. gibi müşterimizdi.
Enerji sahasında süratle başladığımız ve genişlettiğimiz imalat serisi Türkiye’de ilk defa telefon cihazlarının Kartal’daki fabrikamızda yapılması ve PTT İdaresine T100 tipi modern telem makinelerinin imali için lisans vermemiz ile telekomünikasyon sahasına yeni bir boyut kazandırmıştır (Telem makinelerinin imalatı lisansımızla PTT İdaresinin arzusuyla ortak olduğu Teletaş firmasında uzun seneler imal edilmeye devam etmiştir). 1980 yıllarında da Kartal fabrikamızı da imal etmekte olduğumuz büro telefon santralleri meyanında PTT’ye şehir santrali imalatına başlayarak telefon cihazları imalatımızı genişletmiş olduk. Bu tarihlerde imal etmiş olduğumuz santraller bugün hala hizmet vermektedir.
Telefon fabrikası var mıydı ki Siemens’in, yani Türkiye’nin içinde?
Kartal’daki fabrikamızda 100 aboneye kadar olan büro santrallerini biz zaten 1970’li yıllardan beri imal etmekteydik. Sonradan elektronik sisteme geçildi ve kaliteli olan bu santrallarda büyük bir piyasa hissesine sahiptik.
Şehir santrallerinin yapımına ise ancak 80’li yıllardan sonra başlayabildik.
Bunun sebebi PTT’nin 60’lı yıllarda yaptığı bir ihalede Kanada devletinin projeye bağlı verdiği bir kredi yüzünden bu santrallerin imalatı için bir mukavele yapılmış olması ve bizim teslimat yapmamızın önünün kesilmiş olmasıydı. Alınan bir Bakanlık kararıyla bilahare bizim de ihaleye iştirak etmemizin önünün açılmasıyla bizim de Simko olarak Türkiye’de Kartal’da imalata başlamamız mümkün oldu.
Dolayısıyla Teletaş, Netaş ve Simko firmaları olarak PTT’nin bütün telefon santrali ihtiyacını karşılamış olduk.
Siemens Türkiye’de başka fabrikalar da kurdu mu?
Siemens Türkiye’de gerek sanayi gerekse enerji ve gerekse de telekomünikasyon sahasında birçok fabrikanın kurulmasına öncülük ederek Türkiye’de genel olarak elektrik ve elektronik sanayiinin gelişmesine öncülük etmiş ve bugün Türkiye’deki elektrik malzemelerinin başlıca temsilcisi olan ve ciddi ihracat yapan elektrik sanayiinin kurulmasına liderlik yapmıştır. Bunun ötesinde elektrik malzemeleri için gerekli standartların hazırlanmasında ve tatbikata geçirilmesinde, malzeme muayene laboratuvarlarının kurulması ve kalite standartlarının Avrupa standartlarına intibak ettirilmesine büyük katkılarda bulunmuştur. Bu fabrikalar arasında Siemens lisansı ile imalat yapmak üzere Adana’da kurulan Abana Elektrik Motor Fabrikası, İstanbul’da kurulan Kaleporselen sigorta fabrikası ile Ankara’da İller Bankası ve bilahare TEK ile birlikte kurulan Orta Gerilim Ayırıcı ve Şalt Teknolojileri Fabrikası, evvelce bahsettiğim gibi Teletaş’la teleks makinaları imalatı, Mudanya’da kurduğumuz beynelminel büyüklükteki kablo fabrikası (bu fabrika Türkiye’de kablo ve bakır sanayiinin gelişmesine öncülük etmiştir), Çerkezköy’de Siemens ve Volkswagen ile birlikte kurduğumuz otomobil elektrik kabloları fabrikası bunlara misal olarak gösterilebilir.
Ancak bu meyanda teşvik ettiğimiz, Avrupa normlarında kurulan yan sanayii de zikretmeden geçemeyeceğim. Mesela Avrupa normlarında imalat yapan vida sanayi (bugün çok gelişmiş ve mühim bir ihracat malzemesi haline gelmiştir), reçine ve porselen bazında imal edilen izolatörler, kablolarda kullanılan çeşitli plastik ve lastik maddeleri sanayii vs. gibi; ayrıca yurt dışında Know How’ımızla Romanya’da ve Bulgaristan’da 3 fabrika kurulması. Bugün artık Siemens bünyesinde olmamakla beraber bunların çok iyi bir şekilde çalışmakta olduğunu da belirtmek isterim.
Siemens Elektrik Sanayiini nerelere kurdu?
Siemens’in 1950 yıllarındaki şirketi olan Simko A.Ş. ilk imalatını Karaköy Yanıkkapı sokaktaki deposunda bir şalt tesisleri atölyesi olarak gerçekleştirdi. İlk seri imalatlarını yine 1950 yılları sonlarında Kartal’da satın alınan bir arazide kurulan Simko Kartal Fabrikasında gerçekleştirdi. Bu fabrikada Türkiye’de ilk olarak bıçaklı şalterler, seksiyonerler, sokak armatürleri, şalt panelleri gibi malzemelerle başlayan imalat 1960’lı yıllardan itibaren devamlı büyüyerek daha evvel bahsettiğimiz alçak ve orta gerilim komple şalt tesisleri, telefon santralleri, telefon cihazları vs. imal eden bir tesis haline geldi. Kartal’ın daha fazla tevsi edilememesi üzerine Gebze Sanayi Bölgesinde büyük bir arazi alınarak Türkiye’nin en büyük enerji tevzi panoları imal edilen Siemens Şalt Tesisleri fabrikası kuruldu. Yine 60’lı yıllarda Mudanya’da alınan büyük bir arazi üzerine kurulan Türk Siemens Kablo Fabrikası ile Türkiye’de kablo sanayiinin kurulmasına öncülük eden ve halen de dünyada tek arazi üzerinde kurulmuş en büyük kablo fabrikalarından biri olan bir fabrika gelişmiş oldu.
Gördüğünüz gibi bir fabrikanın kurulması ve bununla ilgili teknolojinin memleketimize girmesiyle zamanla bu teknoloji millileşmekte ve aynı sahada imalat yapan fabrikaların rakip olarak kurulmasına öncülük etmektedir. Türkiye’de bugün gelişmiş bir kablo sanayiinin mevcut olması da böyle olmuştur.
Siemens tarafından kurulan diğer fabrikalar hakkında daha evvel bilgi vermiştim. Buna örnek olarak size bugün memleketimizde ciddi bir kapasiteye erişmiş olan fiber optik kablosu imalatını gösterebilirim.
Biz bilhassa Nato’nun, PTT’nin ve Türk Telekom’un ihtiyaçlarını karşılamak için 1990’lı yıllarda Mudanya’daki fabrikamızda yeni bir bölüm açarak fiber optik kablo imalatına başladık. İthal ettiğimiz çok modern makinelerle 2000 yılına kadar ciddi bir kapasiteye eriştik. O sıralarda Siemens’in bütün dünyadaki kablo imalatını bizim muhalefetimize rağmen İtalya’daki Pirelli firmasına satışında nedense bu fiber optik kablo imalatı yoktu. Biz de bununla ilgili tesisi acele olarak Kartal’da kiraladığımız bir yere taşıyarak Siemens adı altında imalata devam ettik. Fakat birkaç sene sonra, Siemens bu imalatını da Amerika’daki Corning firmasına sattığında, Gebze’de yeni bir fabrika kurduk; bugüne kadar burada dünya standartlarında imalat devam etmektedir. Bu esnada bütün bu gelişmeleri takip etmekte olan rakiplerimiz de bu sahaya girerek Türkiye’de hatırı sayılır bir fiber optik kablo imalatı kapasitesi yaratmış oldular. Bugün memleketimiz bütün ihtiyacını yerli imkanlarla temin ettiği gibi fiber optik kablo mühim bir ihracat maddesi haline gelmiştir.
Peki Siemens telekom alanına ne zaman girdi? Yani 20. yüzyılın başından beri santral ve telefon makinesi üretiyor muydu?
Almanya’daki Siemens’in kuruluşunda telgraf ve telefon tarihi çok eskidir. Firmanın kurucusu Werner Von Siemens muhabere subayı idi ve ilk defa dünyada iki mahal arasındaki telgraf muhaberesini gerçekleştirdi. Bilahare dünya çapında büyük projeleri hayata geçirdi; mesela ilk defa Londra’dan Hindistan’a telgraf hattını gerçekleştirdi, İran Şahı zamanında İran’daki Siemens fabrikalarını gezmiş ve o tarihlerde telgraf hattını taşıyan ve hala muhafaza edilen demir dökümden yapılmış Şiraz’daki direkleri görerek heyecanlanmıştım. İranlılar bu tarihi direkleri o bozkır ovalarda tarihi bir belge olarak muhafaza ediyorlar. Werner Von Siemens’in diğer mühim bir projesi Londra’yı Atlantik Okyanusunun altına döşediği bir kablo ile telgraf üzerinden Amerika’ya bağlamasıydı. Bunun için Berlin’de kurulan bir fabrikada özel bir denizaltı kablosu imal edilmiş ve yine özel olarak yapılan bir gemiyle bu kablonun Atlantik Okyanusuna döşenmesi gerçekleşmişti.
Bu büyük projeler meyanında Siemens dünyada gelişmekte olan elektrik enerjisi kullanımının artmasıyla elektrik üretim ve dağıtımında kullanılan malzeme ve cihazları ayni zamanda komple tesislerin de yapımını üstlenerek bir dünya firması haline gelmiştir. Bu meyanda elektrikli tıp cihazları, aydınlatma teknolojisi (Osram Şirketi) gibi sahalarda da dünyada liderlik konumunu muhafaza etmiştir.
Siemens aynı zamanda telefon, telgraf sahalarında da 21’inci yüzyılın başına kadar bu liderliğini korumuştur. Ancak son 10 senede bilhassa cep telefonlarıyla gelen gelişme bu teknoloji merkezlerini Birleşik Amerika’ya kaydırmış ve bugün bu saha Amerika, Güney Kore, Japonya ve Çin gibi memleketlerin öne çıktığı bir durum yaratmıştır. Siemens’in Türkiye’de kurduğu muhabere sistemleri hala mükemmel bir şekilde hizmet vermektedir.
Teletaş’la nasıl bir işbirliği içine girdiniz? Biraz daha bu mevzuya girebilir miyiz?
Daha evvel bahsettiğim gibi memleketimizin genelde çekmekte olduğu döviz sıkıntısı yüzünden PTT’nin Türkiye’de telefon santrali imal edilmesi projesi Kanada’nın sağladığı bir kredi dolayısıyla PTT’nin hissedar olduğu Netaş firmasına verilmişti. Yine o tarihlerde kısıtlı mali imkanlar bizim ikinci bir tedarikçi olarak devreye girmemize imkan vermiyordu. Teletaş’la işbirliğimiz uzun deneylerden sonra en iyi cihaz olarak seçilen T100 Telemlerinin imalatı için, PTT’nin ortaklığı dolayısıyla Teletaş’la bir lisans anlaşması yapmamızla mümkün olmuştur. Bilhassa 1980’li yıllardan itibaren bizim de şehir telefon santralları imal etmemizle Teletaş’la ve Netaş’la telefon santralları mevzuunda rakip, telem makinelerinde ise lisansör durumunda çalıştık.
Malum olduğu veçhile Teletaş, Netaş ve Simko imal ettikleri kaliteli mamullerle Türkiye’nin bugüne kadar sorunsuz çalışan telekomünikasyon altyapısını kurmuşlardır.
Bu vesileyle kurduğumuz Türk Siemens Kablo Fabrikasının memleketimize getirdiği modern kablo teknolojisi sayesinde telefon, telgraf ve diğer bütün muhabere sistemlerinin mükemmel bir şekilde irtibatlandırılması ve kesintisiz muhaberat yapılması sağlanmıştır (bazılarının hatırlayacağı gibi 1970’li yıllara kadar yağmur yağdıktan sonra muhabere sistemleri çoğu zaman çalışamıyordu).
PTT Arla döneminde bir işbirliğiniz oldu mu? O kuruluşla bu radyolink cihazlarını kurmuşlar.
Şimdiye kadar olan konuşmamızda ben Siemens’in ve mümessilliğini yapmakta olan
Simko A.Ş. ile yapılan faaliyetlerden bahsettim. Siemens bilhassa muhabere ve elektronik sahasında dünyanın en büyük firmalarından biri olarak Arla’nın faaliyet sahasında olan mevzularda da mühim bir partonerdi. Dolayısıyla radyolink veya Türkiye’deki imalatımız programında olmayan proje ve malzemeler için PTT’nin yaptığı ihalelere Almanya Siemens A.G. olarak iştirak ederek Arla’nın ihtiyaçlarını karşılayan bir teslimatçıydı. Bu arada bir çok Arla ve PTT elemanı da Siemens’i ziyaret etmiş ve teknik desteklerden istifade etmiştir.
Peki Siemens tüketici elektroniği adına faaliyet gösterdi mi? 60’lı, 70’lı yıllarda radyo, televizyon, beyaz eşya gibi ürünlerde?
Siemens radyo ve televizyon mevzuunda Türkiye’de yatırım yapan şirketlere daha ziyade komponent teslimatı yapmakla iktifa etti. Dolayısiyle Türkiye’de yerli yapım radyo ve televizyon üretilmedi. Fakat Siemens buzdolabı, çamaşır makinesi, elektrik ocağı vs. gibi beyaz elektrik eşyası dediğimiz sektörde Bosch’la % 50-50 ortak olduğu BSHG şirketiyle ayrı bir mümessilliği vasıtasıyla Türkiye’ye ithalat yoluyla teslimat yapmaktaydı. Bu şirketin Simko A.Ş. ile alakası yoktu ve ayrı bir mümessillikle çalışıyordu. BSHG sonradan Türkiye’de kendi şirketini kurunca ben de o şirketin Yönetim Kurulunda temsil bulundum. Bu münasebetle Koç Holding’in Arçelik firmasına Siemens lisansı ile Türkiye’de beyaz ev cihazları imal etmesini teklif ettik ve bunun neticesinde yapılan anlaşmayla Arçelik uzun seneler Siemens lisansı ile üretim yaptı. Elemanları Siemens Berlin’de çalışarak eğitildiler ve bunun neticesinde Türkiye kaliteli ev cihazları üretimine girmiş oldu. Bir ara Siemens’in Arçelik’e hissedar olarak iştirak etmesi görüşüldüyse de Devlet Malzeme Ofisinin hissesi dışında diğer ortakların hisselerinden pay alınamadığı için bu ortaklık tahakkuk etmedi.
Fakat bunun karşılığında bizim de teşvikimizle Çerkezköy’de büyük bir arazi alınarak bugün Türkiye’nin en büyük beyaz eşya fabrikalarından biri olan Türk BSHG fabrikası kuruldu. Bu fabrika bugün büyük çapta yaptığı kaliteli ihracatla memleketimizin mühim fabrikalarından biri olmuştur.
Siemens’in AR-GE sistemi nasıldır? Üniversitelere sipariş mi verir yoksa kendi bünyesi içinde mi halleder?
Siemens’in çok geniş bir ARGE teşkilatı vardır. Hem Almanya’da hem de bütün dünyaya yayılmış laboratuvarları ve araştırma merkezleri vardır ve bu işler için büyük bir bütçe ayrılır. Kendi imalat sahasında yaptığı araştırmalarla ilgili sayısız patentlere sahiptir. Mesela Siemens’in dünya liderliğini paylaştığı tıbbı cihaz bölümünde (röntgen, tomografi, MR, vs.) yapılan araştırmalar ve alınan patentler bu sahada Simens’e dünya çapında liderlik sağlamıştır.
Türkiye’deki hastaneler bu gelişmeleri yakından takip ederler. Enerji sahasında Siemens aldığı patentlerle dünya sıralamasında her halde en önlerdedir. Bu saha nükleer santrallerden başlayarak bütün enerji üretim tesislerinden en basit sigortaya kadar çok geniş bir saha için geçerlidir.
Siemens’in Türkiye’deki tesisinde imal edilen bütün malzemeler Siemens’in bu yüksek standardı ile imal edilir. Araştırmalar ve patentler yalnız üretim ve malzemeler, cihazlar için değil, mesela Siemens’in ihtisas mevzularından biri olan 400-450 km/saat’e kadar hız yapan elektrikli trenler için de geçerlidir.
Mesela demin Türkiye ile alakalı tıp elektroniği dediniz. Bu tıp elektroniğinde şu anda üretim, tasarım faaliyetleri mevcut mu? Gerçi elektronik alanında çok konuşulan bir mevzu değil ama genel görüşleriniz ve bu işin geleceği sizce nedir?
Tıp alanında Türkiye’de son 10 senedir çok büyük gelişmeler oldu; çok sayıda modern hastane kuruldu. Dolayısıyla bu hastanelerin en modern tıp cihazları ile de teçhiz edilmesi gerekti. Tabii ki Siemens’in yukarıda bahsettiğimiz son model cihazları da bir çok hastanede tesis edilmiştir. Ancak röntgen, tomografi vs. gibi cihaz ve tesisler motor, şalter, kablo gibi büyük sayıda imal edilip satılan malzemeler olmadığından ve ancak büyük araştırmalar sonunda ve her sene modernize edilerek imal edildiğinden böyle komplike cihazların imali ancak ihtisaslaşmış üretim merkezlerinde Rentabl olmaktadır. Mesela Almanya’da üretim merkezlerinden biri Erlangen şehridir. Bu cihazların pazarlanması, dolayısıyla memleket bazında değil dünya piyasası bazındadır. Mühim olan imalatçı firmanın cihazların satıldığı memlekette iyi bir bakım servisi ve gerekli yedek parçalar bakımından iyi organize olmasıdır. Bu bahsettiğim özellikler dolayısıyla dünyada komplike tıp cihazı imal eden firmaların sayısı da azdır.
Peki aslında bir tartışılan konu daha var Arnold Bey. Otomotiv elektroniği. Hani neredeyse %70’lere varan bir araba değeriyle önemli bir rol oynuyor. Bunun Türkiye’de yeterince olmadığı ve Türk firmalarının bu işe giremediği söyleniyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye otomotiv sanayiinde son yıllarda büyük atılımlar yaparak mükemmel bir gelişme gösterdi. Geçen sene Gölcük’teki Ford fabrikasını gezdim ve çok etkilendim. Artık gerek estetik bakımından gerekse de kalite bakımından iyi otomobiller, otobüsler, traktörler imal ediliyor ve aynı zamanda ihraç da ediliyor. Ben Siemens’teyken gerek Fiat Tofaş gerekse Ford ve diğer fabrikaların büyük bir kısmının elektrik tesisatını yapmış ve temel atmadan itibaren imalat yıllarına kadar bu gelişmeyi izlemek fırsatını bulmuştum. Otomotiv elektroniği bahsettiğiniz oranlarda, ancak daha lüks sınıflardadır. Esasen Türkiye’de otomotivde kullanılan kablolar, stop lambaları gibi birçok malzeme de imal edildiğinden ve montajları da yapıldığından yerlilik payımız hatırı sayılır bir orana erişmiştir.
Ancak otomotivde gittikçe sürücünün işini kolaylaştırıcı elektronik teçhizat geliştirilmekte ve dediğiniz gibi vasıtanın maliyetini ve fiyatını artırmaktadır. Bunun dışında dizel ve benzinli motorlar yerine elektrikli donanımla çalıştırılması için bütün dünyada hummalı bir çalışma yapılmaktadır. Akülerin teknik olarak geliştirilmesi, şarj zamanlarının kısaltılması vs. gibi problemler çözüldükçe memleketimizde de bu vasıtaların kullanılma oranının artacağı muhakkaktır. Dünyada gittikçe artan çevre kirliliği dolayısıyla elektrikli vasıtaların önümüzdeki yıllarda büyük bir gelişme göstereceğinden eminim. Türkiye’deki otomotiv sanayii de zamanla gerekli yatırımları yapmak durumunda kalacaktır. Çok yüksek ARGE harcamaları dolayısıyla bu sahadaki araştırma ve geliştirmeler ancak büyük otomotiv firmaları tarafından yürütülmektedir. Zamanı gelince bizim de buna uyum sağlayacağımızdan şüphem yoktur.
Peki enerji ile ilgili şimdi güneş ve rüzgar santralleri konusu gündeme geliyor. Türkiye bu konuda bir atılım içerisine girmeli mi Arnold Bey, ne düşünüyorsunuz?
Elektrik mühendisi olarak tabii ki güneş ve rüzgar enerjisi başından beri beni de çok alakadar eden bir konudur. Dolayısıyla gelişmeleri yakından takip etmeye çalıştım. Maalesef başlangıçta reaksiyon göstermekte geç kaldık. Kanaatime göre mevzuatların hazırlanması, bazı pilot tesislerin kurulması ve yenilenebilir enerjinin nasıl ve en efektif şekilde mevcut elektrik şebekesine entegre edilebileceği konularında gerekli hamleleri yapmakta bir kaç sene geciktik. Mesela Almanya gibi memleketler elektriği daha da pahalıya mal etmek pahasına erken davrandılar, bugün hatırı sayılır bir performansa eriştiler.
Ancak memnuniyetle gördüğümüz gibi son 2-3 senede büyük bir atılımla rüzgarda iyi, güneşte de ümit veren atılımlar yapıldı. Memleketimiz güneş enerjisi bakımından çok büyük bir potansiyele sahiptir. Orta Anadolu platformu havası kuru, güneşi bol ve güneş santralleri kurulmasına müsait geniş sahaları olan bir bölgedir. Ayrıca memleketimizin diğer bölümlerinde de çok iyi imkanlar var. Önümüzdeki seneler zarfında büyük projelerin gerçekleştirileceğinden eminim. Rüzgar enerjisi için her sene gittikçe artan bir tempoyla Türkiye’nin yenilenebilir enerjisinin payı artmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken husus yenilenebilir enerjilerin optimum derecede kullanılabilmesi için mevcut şebekelerin zamanında modernize edilmesi ve gerekli yatırımların yapılmasıdır. Bunlar yapıldığı zaman memleketimiz yenilenebilir enerji kullanımı bakımından dünyada örnek teşkil edecek bir performansa erişebilecektir.
Peki bilgi olarak merak ediyorum. Bildiğiniz gibi Avrupa’nın da Türkiye’nin de belli doğalgaz ihtiyacı var ve bu enerji için kullanılıyor. Acaba elektrik ve rüzgar santralleri doğalgazın yerine geçemez mi? Bu kapasiteyle ilgili bir sorun mudur?
Gerek rüzgarın devamlı güvenli bir şekilde esmemesi ve gerekse de güneşin sadece gündüz saatlerinde kullanılabilmesi yüzünden bizim bu iki enerji kaynağının yanında daima başka enerji kaynaklarına ihtiyacımız olacaktır. Bu da ağırlıklı olarak şimdilik doğalgaz ve kömürdür. Ayrıca rüzgarın her zaman aynı şiddette esmemesi ve güneş enerjisinin de sabah, öğlen ve akşam saatlerinde aynı kuvvette enerji vermemesi yüzünden enerji temininde bu enerji dalgalanmalarını karşılayacak tedbirlerin alınması gereklidir. Dolayısıyla doğalgaz ve kömür gibi Primer enerji kaynaklarının maksimum enerji ihtiyacına göre planlanması, rüzgar ve güneş elektrik santrallerinin devreye girdiği ve çıktığı anlarda doğalgaz ve kömür santrallerinin bunu karşılaması lazımdır. Bu devreye alma ve çıkarma zorunluluğundan dolayı bazı ana yük santralleri, ki bunlar daha ziyade kömür, hidrolik ve nükleer santralleri olacaktır, devamlı devrede kalacak, devreye girmesi ve çıkması gerekecek santraller de genelde gaz santralleri olacaktır.
Avrupa’da sürekli bir Rusya’ya doğalgaz bağımlılığı konuşuluyor. Bu nükleerden çıkınca mı oluştu veya daha önceden var mıydı?
Nükleer santrallerden çıkma daha ziyade Almanya’da başladı. mesela Fransızlar durumlarını muhafaza ettiler. Almanya’da da hala çalışan nükleer santraller mevcut. İptal edilen enerji kapasitelerinin yerini daha temiz bir enerji olduğu için doğalgaz santralleri ve yenilenebilir enerji santralleri aldı. Bunu temin etmek için Avrupa’nın doğalgaz ihtiyacının büyük bir kısmını karşılayan Rusya’dan Avrupa’ya yeni doğalgaz borularl döşendi. Son siyasi gelişmeler doğalgaz bağımlılığının bir takım mahsurlarının olabileceğini göstermiştir. Gerçi doğalgazın elektrik üretimi dışında daha bir çok kullanım sahası varsa da gerek sualinizdeki bağımlılığın verdiği rahatsızlık ve gerekse de rüzgar, güneş enerjisinin üretilmesinde ve kullanılmasındaki avantajlar dolayısı ile bu bağımlılığın azaltılmak istendiği bellidir.
Yukarıdaki ve diğer alanlarda Simens, Philips, General Electric, Hitachi gibi şirketler hem elektronik hem mekanik her alanda pek çok faaliyet gösteren şirketler. Türkiye’de böyle bir şirket kurulmadı. Kurulmalı mı? Nasıl olur? Bu nasıl bir stratejidir? Bu konu hakkındaki fikirleriniz alabilir miyiz?
Yukarıda bahsettiğiniz durum gerek enerji gerekse de elektronik sahasındaki gelişmelerden ileri gelmektedir. Bugün ortaya çıkan Apple, Samsung, IBM gibi dünya şirketler kendilerini daha dar bir konuya konsantre ederek gelişmişlerdir. Siemens’in kurucusu Werner Von Siemens’in telgraf ve telefon işinden başlayarak enerji işine girmesi, daha sonra ışıklandırmada Osram kuruluşu hiç bir zaman bir Iphone çapında olmadı. Dolayısıyla geçmişte şirketler mamul çeşitlerini arttırarak büyüme imkanlarını araştırdılar. Böylece Siemens gibi bir şirket dünyanın en büyük elektrik santrallerini ve aynı zamanda telefon santrallerini yapacak performansa erişti. Bu gelişmeyi Türkiye’de 1930-1940’larda kurulmuş şirketlerde görüyoruz. Birbiriyle alakası olmayan değişik alanda imalat yapan bir çok şirketlerimiz var. Siemens’in bugün şehir telefon santralleri işinden ayrılması da büyük şirketlerin faaliyet sahalarında daha çok ihtisaslaşma yönünde bir tercih yapmalarından kaynaklanmaktadır.
Ticaret sınırlarının gittikçe kalkması dolayısıyla bilhassa büyük sanayi kuruluşları imalatlarını beynelminel kriterlere göre ayarlamak zorunda kalacaklardır.
Peki zannedersem Çerkezköy’de de bir Bosch-Siemens fabrikası var?
Doğrudur. 1980’li yılların sonunda Bosch-Siemens’in Yönetim Kurulunda iken alınan bir kararla Çerkezköy’de büyük bir arsa satın alarak Türkiye’de iç ve dış pazara teslimat yapmak üzere bir fabrika kurma kararını almıştık. Bu fabrika bugün Bosch-Siemens’in dünyadaki en büyük fabrikalarından biri oldu ve gayet kaliteli ev cihazlarını memleketimizde ve bütün dünyada pazarlamaktadır. Fabrikayı kurmakla isabetli bir karar aldığımızdan eminim.
STK çalışmaları yoğun olan bir yönetici olarak, özellikle yabancı sermayenin Türkiye’deki gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu vesileyle şirketin memleketimizde sanayi ve ekonomi dışında verdiği hizmetlerden bazılarını zikretmek istiyorum. Bu faaliyetler daha ziyade, çoğunda kuruluşuna önderlik ettiğimiz dernek, oda ve vakıflar vasıtasıyla olmuş ve hükümetin bir çok mercileriyle yakın ilişki içinde yürütüldüğünden sanayimizin ve ekonomimizin gelişmesinde çok tesirli olmuştur.
Kuruluşuna önderlik ettiğimiz veya büyük katkılarda bulunduğumuz ve şahsen uzun seneler yönetiminde de bulunduğum kuruluş, dernek ve vakıfları sayacak olursak; YASED – Yabancı Sermaye Derneği, TESİD – Türkiye Elektronik Sanayicileri Derneği, EMSAD – Elektromekanik Sanayicileri Derneği, TÜSİAD, Kablo ve İletken Sanayicileri Derneği, EATA – Avrupa-Türk Akademisyenler Derneği, İTÜ – Geliştirme Vakfı, AHK – Türk-Alman Ticaret ve Sanayi Odası, MESS – Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası, TESEV – Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı, TADEV – Türk-Alman Dayanışma ve Eğitim Vakfı, DTS – Deutsch-Türkische Stiftung (Türk-Alman Vakfı),Türk-Alman İşadamları Vakfı, Marmara Üniversitesi Türkiye-Almanya İlişkileri Merkezi Danışma Kurulu.
Bütün bu dernek ve vakıfların aynı zamanda kurulmadığı ve 50 senelik iş hayatımda kademe kademe ve duyulan ihtiyaçlar neticesinde başka firmaların da iştiraki ve daima hükümet desteğiyle kurulduğu aşikardır. Bu dernekler ve odalar aracılığıyla bilhassa Almanya ve Türkiye arasındaki münasebetlerde etkili olunmuş ve birçok firmanın Türkiye’de yatırım yapması teşvik edilmiştir. Aynı zamanda birçok resmi ziyarette devlet bakan ve başbakanına refakat etmek suretiyle de münasebetlerin gelişmesine katkıda bulunulmuştur.
1970-1980 yıllarında Türk sanayiini sarsan, müşkül durumda bırakan grevlerde Madeni Eşya Sanayicileri Sendikasının uzlaşma temininde oynadığı rol inkar edilemez. Türk Siemens Kablo fabrikasında 8,5 ay, Siemens Kartal fabrikasında o tarihler arasında 2 defa toplamda 14 ayı geçen grev olduğunu unutmamak lazımdır. Bu vesileyle MESS’in çok mühim bir rol oynadığını belirtmek isterim.
Verdiğim misallerden görüleceği veçhile Siemens’in Türkiye’deki varlığını sadece bir ekonomik faktör olarak değil, sosyolojik olarak da mütalaa etmenin doğru olduğuna inanıyorum. Buna en az son 60 senede Almanya’da yetiştirilen, staj gören sayısız teknik personelimizi de unutmamak gerektiğine inanıyorum. Bu vesileyle kanaatimce yabancı yatırımların değerlendirilmesinde genelde eksik kalan bir hususu size iletmek isterim
Peki sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?
1960-1990 yılları arasında o zamanki ekonomik ve kalifiye eleman bulmaktaki zorlukları vs. gibi Türk sanayiinin gelişmesini engelleyici sebepler ortadan kalktıkça bilgi birikiminin, kalifiye eleman sayısının artması Türkiye’nin Avrupa Birliği ile bağlantılarının gelişmesi ve bu vesileyle Türkiye’ye gelen yabancı sermaye ve know-how’ın da tesiriyle son 25 yılda küçümsenmeyecek gelişmeleri memnuniyetle takip ediyorum. Bu gelişme kendi içinden aldığı dinamiklerle hızını arttırarak devam etmektedir. Nitekim İstanbul, İzmir, Ankara gibi şehirlerde yapılmakta olan yatırımlar hızla Anadolu’nun diğer bölgelerine de yayılmaktadır. Üniversite sayısının artması, kalifiye teknik ve ticari elemanların yetişmesi yeni üretim merkezlerinin kurulmasını arttırmış ve Türkiye ihracatını gittikçe ithalatını karşılama durumuna yaklaştırmıştır. Bütün bu gelişmeler çok memnuniyet vericidir.
Memleketimizin sanayiinin bundan sonra da daha gelişeceğinden, büyüklüğüne ve nüfusuna uygun olarak dünyadaki yerini alacağından eminim.
Söyleşi Tarihi : 16 Temmuz 2014