“Ben Elektronik, 1964 mezunuyum. Elektronik yüksek mühendisi olarak Fransa’dan mezun oldum ve Türkiye’ye geldim. 92 yere başvurdum. 92. başvurum (o da bilgisayar şirketiydi) beni işe aldı. 91 şirkette elektronik yoktu ki bana bir iş olsun. Ben 5 yabancı dil konuşuyorum. Galatasaray’ı falan birincilikle bitirmiş birisiyim. Eski matematik şampiyonuyum. Yani yetenekleri olan, çok çalışkan birisiyim. Fakat çalışacak doğru dürüst bir iş yoktu ki.
Bize yakışan vaziyet; şu anda kendi teknolojimiz var, hele yazılım işinde, bilişim işinde dünyada en üst düzeylerdeyiz. Çok enteresan. İster inanın ister inanmayın. Ben size bunu 48 yıldır bu meslekte çalışan biri olarak beyan ediyorum ve Türkiye’yi donattık. Tahmin edilemeyecek büyük bir sıçrama yaptık. Bankacılık uygulamalarımızın eşi benzeri dünyada yoktur.“
Bilişim Derneği’nden biraz bahsedebilir misiniz?
Türkiye Bilişim Derneği’ni 22 Nisan 1971′de kurduk. İlk sivil toplum örgütüdür.
Peki öncesinde Aydın Bey, Türkiye’de bilgisayar var mıydı?
Vardı tabii. Amerika’lılar Karayolları’na önem verin, boşverin trenciliği, dediler. Demiryolu değil karayolu yapın. Türkiye’nin karayolu yapma deneyimi yok. O vesileyle Menderes hükümeti, işin başına geçince Karayolları’nı kurdu.
1950′li yıllarda mı diyorsunuz?
50′de kurmuştu karayollarını. Daha 50′de zaten bilgisayar dolaşmıyordu dünyada ama 60′ta yapılan ilk kuşak bilgisayarlardan bir tanesini -demek ki Karayolları yapıladırılıyor- Amerika küçük bir makinayı Türkiye’ye bağışladı.
Çok kocamandı tabi. Her şey kocamandı o zaman. Küçücük bir birşey yapmak için kocaman bir makina gerekiyordu.
Ne işe yarıyordu o bilgisayar?
Bugün yaptığı işi yapıyordu, yine hesap yapıyordu. Belleği var. Diyelim ki bir mühendislik hesabını 6 ayda yapmak yerine, programınız varsa elinizde 3 günde bitirebilirsiniz.
Sonucu nereye veriyordu bu bilgisayar?
Kağıda yazıyor.
Kağıda. Bir Printer gibi çıkartıyordu öyle mi?
Printer. Yazıcı çıkartıyor.
Türkiye’nin elektronik ve bilişim alanında çok önemli potansiyele sahip olduğunu düşünüyor musunuz?
40 yıllık bilişim düşlerimizin hepsi gerçekleşti. O dündü, şimdi bize yeni düşler gerek.
Elektrik, elektronik ve Bilgisayar Mühendisliği‘ndeki birikimiyle Türk toplumu bilişim çağının en güçlü uluslarından biri olabilecek konumdadır. Şimdi elimizdeki kartları düzgün kullanmayı başaran bir yola gidebilirsek, sivil toplum örgütleriyle, bizim gibi mühendislerle veya hocalarla ve hükümet üyeleriyle, ayağımızı denk alırsak biz uçuş yaparız. Sıçrama da değil Uçuş!
Bize yakışan vaziyet; şu anda kendi teknolojimiz var. Hele yazılım işinde, bilişim işinde dünyada en üst düzeylerdeyiz. Çok enteresan. İster inanın ister inanmayın. Ben size bunu 48 yıldır bu meslekte çalışan biri olarak beyan ediyorum. Türkiye’yi donattık. Tahmin edilemiyecek büyük bir sıçrama yaptık. Bankacılık uygulamalarımızın eşi benzeri dünyada yoktur.
Türkiye‘de mühendislik başlangıcı, ne zaman fark yedik?
Ben Elektronik, 1964 mezunuyum. Elektronik yüksek mühendisi olarak Fransa’dan mezun oldum ve Türkiye’ye geldim. 92 yere başvurdum. 92. başvurum (o da bilgisayar şirketiydi) beni işe aldı. 91 şirkette elektronik yoktu ki bana bir iş olsun. Ben 5 yabancı dil konuşuyorum. Galatasaray’ı falan birincilikle bitirmiş birisiyim. Eski matematik şampiyonuyum. Yani yetenekleri olan, çok çalışkan birisiyim. Fakat çalışacak doğru dürüst bir iş yoktu ki.
Bilişimin devriminin geleceğini yakaladım. Bütün dünya değişecek, bütün insanlığın yaşam biçimi değişecek. Çünkü bu bilgisayar denen aletin bilgiyi bellekte saklama ürünleri var. Ben elektronik mühendisiyim. Bilgi bellekte sinyal olarak saklanırsa (dünyayı saran telefon ağından hepimiz gibi bende haberdarım), o da elektrik, bu da elektrikse ben saklanan bu bilgiyi dünyanın her tarafındaki bütün bilgisayarlara gönderirim. Yani başkasının yapacağı icat yok. Ben gönderirim. Anladınız mı? Yanı bu şey, piyano çalmasını biliyorsunuz. Besbelli ki bütün ansiklopediler bilgisayar belleğine girecek. Üstelik dünyanın en ücra köşesindeki vatandaşta telefon varsa, evinde o bilgiyi yavaş da olsa alacak. Anladınız mı?
Bu bilgisayarların ucuzlayacağını da biliyordum. Neden? Çünkü transistör icat edilmişti. Onu yaşadık. Öğretimimiz sırasında transistör vardı ve sonra entegre devreler çıktı ki artık daha da kez ucuzladı. Ona transistör bile yeter. Hele entegre devreler, uçtuk.
Bilgisayarın işlem hızı öylesine coşarak artarken aynı zamanda maliyetler düştü.
Neticede endüstri, sizin 200 metrekarelik salonunuza sığdıramayacağınız bir PC’yi küçücük bir boyutta yapmayı başardı.
Demiryollarını üreten buhar makinesi, elektrik gücünün motora dönüşmesi vs. kol gücünün motora dönüşmesi devrimini Türkiye ıskaladı. Mesela sadece matbaa ki çok basit bir mekanizmadır. Ne olacak ki? Kalıbını çıkartıyorsunuz, basıyorsunuz. Bitti. Değil mi? Kalıp. 275 yıl sonra biliyor musunuz? İlk kez matbaa kuruldu Türkiye’de. Onu da bir yabancı kurdu. Sınırlı olarak sadece birkaç kitap basmak üzere. Yasak çünkü. Olsa bile yasak. Çok fena gol yedik. Bütün varlığımızı kaybettik neredeyse imha olduk bu gecikme yüzünden. Çok zengin bir ülkeyken en fakiri olduk. Çünkü 250 yıl kaybettik.
Şimdi yeni bir devrim geliyor. Nedir ki kol gücünün makineleşmesi? Bilgi gücünün, düşünme gücünün makineleşmesi ile karşı karşıya kalıyor insanoğlu. Bütün hayat yeniden kurgulanacak. Artık makine otomobil değil, tren değil, uçak değil. Bir yerden bir yere gitmeden her şeyi göreceğim, okuyacağım ve yazacağım bir devirden bahsediyoruz. Taş gibi. Devrim geliyor. Bu devrime, bu makineye, ben tek başıma bile olsam egemen olurum, dedim. Tamamen atın dizginlenmesi gibi öğrenirim. Tek başıma kalsam yine öğrenirim. Tabi gece gündüz hiç uyumadan çalıştık. Ve ben öğrenince de bütün millete öğretirim. Bu Fransız’ı, Alman’ı bilmem neyi biz ayarlarız. 15-20 yıl içerisinde aynı düzeye geliriz.
Bunu ne zaman hayal ettiniz?
İlk bilgisayarı görüp kullanmaya başladığımda, 1966 yılında. Sollar geçeriz onları. Biz Almanya oluruz onlar yerinde sayarlar çünkü ben biliyorum ki biz daha iyi matematikçiyiz. Biz daha hızlıyız. Daha fazla kalbimiz çarpıyor. Onlar sakin adamlar.
Bilgisayarı siz mi kurdunuz Hacettepe’de?
Tabi, tabi. Ben kurdum. Sene 1967, sadece Bilgisayar Mühendisliği‘ni değil, hepsini ben kurdum.
Sizden önce Karayolları mı kullanıyordu?
Karayolları kullanıyor ama o kendi yağıyla kavruluyor, kendi elemanları var. O sadece karayolu hesapları yapmak için kullanıyor. Onun işi tek boyutlu ve kolay. Tabi bankacılık falan biraz daha çoğul bir iş. Mutabakat hesabı gibi. İstanbul’dan Diyarbakır’a havale gitti. Buradan bir fiş kesilir. Bir fiş de, geldi para diye Diyarbakır’da kesilir. Havale yapıldı mı? Bütün fişler Ankara’ya Genel Müdürlüğe gelir. Çuvallar dolusu fiş gelir. Onların hepsi daktilodan, klavyeden bilgisayara girilir ve eşleştirilir. Yani o gün yapılan o havale, Diyarbakır’dan alındı mı? Bazı fişlerin eşi çıkmaz. Demek ki buradan gönderdi sanılıyor ama alan almamış.
Teleks’le mi bu?
Teleks ile değil bilgisayarla. Ama banka tabi telefon da edebilir. Telefon ve teleks vardı ama çok yaygın değildi. Çok nadir kullanılan bir şeydir teleks. Mesela telefonla buradan emir gönderirsin, dersin ki bir fiş doldurup kayda geçilmesi lazım. Diyarbakır’a telefon edip diyebilirsin ama telefon bağlanamıyor ki.
Bir çevir sesi bekleniyor mu?
Evet, telefon iyi bir maceraydı. 3 günde konuşulamıyordu. Hatta şu espriyi duymuşunuzdur belki;
Amerikalı uzman gelmiş, işte biliyorsun Menderes dönemimde başladı Amerikalı uzmanlar gelmeye. Bakan, Adana ile konuşmaya çalışıyor telefonda. Bağırıyor, Adana, Adana! diye. Ne oluyor, diyor adam. Efendim, Adana ile konuşuyor, diyor. İçeriden duyuluyor tabi sesler, bağırtılar. Niye telefonu kullanmıyor, diyor Amerikalı.
Pencereden bağırdığını sanıyor Adana diyince. Dağın arkasına doğru konuşuyor gibi. Niye telefon kullanmıyor diyor. Yani o derece.
Hacettepe’ye dönecek olursak, Doğramacı bana dedi ki, gel burada çok büyük bir üniversite kuracağız. Dev gibi bir Computer Center da kuracağız.
1967 yılı. Gel başına geç. Kendisi 54 yaşındaydı, ben 27 yaşındaydım. “Kur. Sana sonsuz yetki veriyorum. Maaşın çok yüksek olacak. Ne olacağını bile konuşmayı fuzuli sayıyorum. Hangi değerli eleman varsa al yetiştir, öğret. Sana canavar diyorlar. Yapamayacağı şey yoktur diyorlar. Öğret. En kuvvetli grubunu kur. Ben Amerika’da bazı hastanelerde, bazı üniversitelerde yapmaya çalıştıklarını gördüm. Ama daha hiçbir şey yapamamışlar. Onların yapamadığını onlardan önce biz yapalım orada. En öne geçelim. Yapabilir misin?“ dedi. Ben yaparım, dedim. Kaç kişi lazımsa sen uygun gördüğün elemana, uygun gördüğün maaşı vererek ben vereceğim onların maaşlarını. Hacettepe’nin Bilgi İşlem Müdürü olarak, 27 yaşında yöneticilik görevi aldım.
Sonra 1971′de ihtilal oldu biliyorsunuz. Ortalık birbirine girdi. O vesileyle ben dedim ki üniversite elden gidiyor. Bütün emeklerimiz boşa gidecek. Başbakan dedi ki: “Özgürlüklerin üzerine şal örteceğiz.” Bu demektir ki bilgisayar bilmem ne kalkacak.
Bir elektronik mühendisi 12 Mart’ın da bazı radyo işleriyle uğraşan mühendislerin tutuklandığını söylemişti…
Sivil toplum hoş görülmüyordu. Kapatılıyordu dernekler. Ben de tersine 7 arkadaşımı, hem de beraber çalıştığım 7 arkadaşı ikna edip, bir günde karar verip, tüzük yazıp, bu derneği kurdum. Türkiye Bilişim Derneği. Şimdi 10.500 üyemiz var. Bizim meslekte 600-700.000 kişi çalışıyor şu anda. Dev bir sektör oldu. Sonra Bilgisayar Mühendisliği eğitimini başlattık. İlkin hocaları yetiştirmek istedim. Dolayısıyla doktora programını başlattık. 8 doktor mühendis yaptık. En iyi mühendislerimizi. İşe aldığım adamlar hep Türkiye’nin en sıkı beyinleriydi. Hacettepe’de çok yetenekli bir grup kurduk. Yani böyle sıradan bir grup değildi.
Peki, o dönemde endüstri ile ilişkiniz var mıydı Aydın Bey? Kimlerle ve nasıl?
Vardı. O dönemlerde Türkiye’de endüstri yoktu. O dönemde bizim müşterilerimiz devlet yani endüstri de devletti. Çünkü mesela Sümerbank. Diyelim ki Uçak Bakım. Uçak Bakım, Eskişehir’deki askeri tesislerdir. Askeriye. Diyelim ki bankalar. Büyük bankalar. Emlak Kredi Bankası. Döner sermayemiz vardı Hacettepe’de. O yüzden zaten yüksek maaşlar verme kısmetimiz oldu. Aksi takdirde o çok yetenekli kadroları sabahlara kadar nasıl çalıştırabilirdik? 40 kadar büyük kuruluşa yaptık Hacettepe olarak çoğu kamu kuruluşuna iş yaptık.
Yazılım mı?
Tabi. Yazılım üretiyoruz. Ama o zamana göre büyük dev bilgisayar kurduk. Gündüz bilimsel amaçlı Hacettepe’nin işlerini yapıyorduk. Akşamları da başka kuruluşların ama bilgisayar denilen olay vardı zaten Türkiye’de. Kullanılamıyordu makineler. Mesela biz bir şeyi kiralamadık da bir protokol yaptık. Kendi makinemiz gelene kadar Devlet Su İşleri’nin makinesini gece vardiyasını kullandık, Hacettepe adına. Tabi anam ağladı. O kadar yorulduk ki sormayın. Sabaha kadar çalışıyorduk. Gündüz müdürlük yapıyoruz, gece teknisyenlik. Sabaha kadar sürüyor. Hiç uyku yok. Bu kaç ay gider? Valla 3 yıl böyle götürdük. Arada uyuyoruz işte zaman bulduğumuz gün. Zor bir hayat yaşadık.
Yazılım, kendi anadilinde bu sözcüğü ilk bulan millet Türk Milleti. Nereden ürettiniz?
Yazılım sözcüğü dünya üzerinde ki bütün ulusal dillerde türetilmiş ilk bilimsel terimdir. Başka hiçbir dilde yokken yazılımın karşılığı ilk bu lafı kendi anadilinde koyan yeryüzündeki millet Türk milleti.
Yazılım kelimesinden, Fransız’ların icat ettiği “Logiciel“ kelimesi bizden 8 yıl sonra geldi. Fransızlar “Le Logiciel“ dediler. İtalyan’lar onlardan kopya çekip “Logicie“ dediler. Aynı kelime dikkat ederseniz. “Logos“ sözdür Yunanca. Logos, sözsel demek. Halbuki sözden anlamıyor bilgisayar. Sözden anlıyor mu bilgisayar? Yok, yazıdan anlıyor. Yazı da kart üzerinde delik hatta. Yazı bile değil. Yazı niyetine delikten anlıyor. Deliği okuyabiliyor. Ne kadar ilkel bir ortam değil mi? Ama ben bunun bir tür yazı olduğunu, kartın deliğini yazı gibi görüp, yazılım dedim. Anladınız mı? Yani sözü taşıyan, anlam taşıyan sözcüğü karta geçirdiğinde onun bir tür yazı olduğunu. Çivi yazısı da bir tür yazıdır. Hiyeroglif yazıdır. İlla alfabe olmaz.
Donanım sözcüğü de size ait bildiğim kadarıyla…
Hepsi bana ait. Ben 2500 tane Türkçe kelime hediye ettim. İletişim sözcüğü de benimdir. İletişim sözcüğüdür esas büyük kelime. Çünkü iletişim, 5 yaşında komşu kızın şöyle dediğini duydum: “Anne, bu Ahmet’le oynayamıyoruz biz. İletişim kurulamıyor bir türlü.” Kızım kur, diyor, iletişim kuramıyorum anne, diyor. 5 yaşında ki küçük bir kız bile iletişim kurma lafını kullanıyor.
Ne zaman türettiniz bu sözcüğü?
Bunlar hep Hacettepe’ye girdikten sonra.
Galiba 1968 yılında bilgisayar sözcüğünü türettiniz?
66 yılında, orada daha ilk işe başladığımda komut lafı ağzımdan çıktı ve Türkçe laflar çıkmaya başladı. Çünkü ne diyeyim istiyorsunuz? Ne diyeyim? Mesela bellek dedim. Herkes “Memory“ diyordu. Ben “Bellek“ dedim. Bari hafıza diyelim, dediler. Hafızlamakla ilgisi yok ki, dedim.
Bu makinenin belleği ama köylü diline benziyor, dedim. Daha iyi ya, dedim. Bu işleri köylüler yapacak.
ETİ Bank Elektronik Laboratuvarı, Tarık Özker‘in öğrencileri hikayesini sizden dinleyebilir miyiz?
Tam bilgisayar bölümünün ben başına geçtiğimde. Askerlik yaptığımda. Askerlik için Ankara’ya 1965 Nisan’da geldim. 1965 Nisan’ında ki durumu söyliyeyim. 40-50 tane mühendis ile canavar gibi olan elektronik laboratuarı kurdu Eti Bank, Ankara’da.
Amaç neydi? Ne yapılacaktı?
Kuramportör yapılacak. Kuramportör, elektronikte, telefonculukta dağın başından tellerle gidiyor hat. Ne olacak tel çıplak gidiyor. Orada porselenden bir şey var. Orada yükseltiyor. Sinyali yükseltiyor. Bir mesafe uzağa götürüyor.
Ptt-Arla’dan bağımsız bir şey mi?
Ptt-Arla oralardan çıktı. Bakın ne oluyor. Eti Bank, elektronik laboratuvarını anlatacağım size. Çok iyi biliyorum çünkü yakın arkadaşlarım çalışıyordu. Askerlikte tanıştığım. Bu cihazlar, 100 –500 dolara satılıyor tanesi. Mesela fiyatını ben bilmiyorum da, yakıştırma 500 dolar tanesi ve cihazlar hassas. Bir süre sonra dağın tepesinde soğukta durduğu için çatlıyor, bozuluyor. Güvenilir olması lazım çünkü dağın başına oraya adam çıkartmak, onu değiştirmek çok zor. O zaman ne oluyor? Telefon bağlantısı kopuyor. Erzurum’la konuşamıyorsunuz çünkü yolda arıza var. Arızanın tamiri de çok zor çünkü en güzel yüksek dağın tepesine konuyor ki oralardan gidiyor. Sarıkamış. Ptt elektronik laboratuvarları öyle kuramportör cihazları yaptılar ki Sarıkamış’ta Allahın dağının tepesine koydular kış şartlarında. Bakalım bozulacak mı, dayanaklı mı, diye. Amerikan cihazı var, Alman cihazı var. Yanında Türk cihazı var. Hepsi bozuldu bizim ki bozulmadı. 66 senesi. Bu cihazları dizdiler, mühendisler canavar gibi çalışıyorlar, geliştiriyorlar. Kafa bu, yapıyor adam. Kopya çekerek yapmıyor. İşte plastik. Ayrıca yabancıların yaptıklarını da görüyor. Dikkatini çekti dış dünyanın. Amerika’lı uzmanlar geldi. Akşam beraber yemek yiyoruz o mühendislerle. Benim yaşıtım çocuklar. Adları da Atalay Yunusoğlu, Bülent Dikman, Çoşkun Arslan gibi çocuklar. Pierre Bey var bir tane Yahudi var, İstanbul’lu. Çok yetenekli diye övüyorlar. Böyle 40 kişi falan. Nasıl çalışıyorlar geceli gündüzlü. Bu kadar güzel kuramportör yapıyor Türkler. İşin fecası, 500 liraya satın alıyorsun dışarıdan, bunlar 50 liraya imal ediyorlar. Tekel çünkü. Parayı vermeyen alamıyor ama sıkıya gelince sen kapat, ben sana bedavaya vereyim diyor. Birgün Amerika’lılar geldi. Bizim laboratuvarları gezdiler. Gözlerimize inanamıyoruz, demişler. “Nasıl yapmayı başardınız? Çok zor işler bunlar. Nasıl yapıyorsunuz?“ Aslan gibiler. Kafaları çalışan hepsi liselerini birincilikle bitirmiş deha gibi sıkı matematikçiler. Teknik üniversiteye girmek kolay değil. Oradan elektronikçi çıkmış çocuklar. İlk elektronikçileri bunlar Türkiye’nin.
Nerede eğitim görmüşler?
Teknik Üniversite’de Şimdi bakın yeni buraya kesip sakladığım şeyi size göstereyim. Tarık Özker’in Bilim’e Katıları. Cumhuriyet’in Bilim Teknik ekinden kestim. Tarık Özker 1918-1977. Bu Tarık Özker’in öğrencilerinden biri benim askerlikte tanıştığım, benden 5-7 yaş büyük en yakın dostum oldu. Allah gibi görürdü Tarık Özker’i. Allah der yani o kadar ulu bir kişi. Tarık Özker bir efsanedir.
Ne oldu bu Eti Bank laboratuvarı?
Amerika’lılar görüyorlar. Ucuza mal edileceğini anlıyorlar. Bu işi keşfeden zaten anlıyor ucuza yapılacağını. Sormaya ihtiyacı yok. Biliyor kendisi. Tekel olmuş durumda. Başka kaynak yok. Yapan da yok. Ya Amerika’dan alacaksın, ya Almanya’dan. İşte bir kaç ülke. Onun dışında sıfıra sıfır. Dünyada çok geri. Anladınız mı? Şimdi o kuramportör cihazları yok yeryüzünde.
Şimdi dava şu: Hükümet bütçe verecek. Eti Bank laboratuvarı üretime geçecek. Üretime geçince bunlardan 10.000 tane yapacak. 100.000 tane yapacak. Bütün dağlara koyacaklar ve neredeyse bedavaya mal olacak.
Netaş da kurulmamıştı o dönemde bildiğim kadarıyla…
Yok, hiçbir şey yok. Amerika’lı uzmanlar geldiler. Raporlar verildi. Amerika’lılar 3 ay sonra hükümete dediler ki: “Çok büyük yanlış yapıyorsunuz, bu yollar zor yollardır. Başlarken kolay gibi gözükür. İflas edeceksiniz. Bütün hayat durur. Bunun sorumluluğu büyüktür. Bunlar dünyada bir tek yerde yapılır. Bütün dünyaya gönderilir. Herkes aptal mı yapmıyor bunları?“ Anladınız mı? Biz yaparız, siz kullanırsınız. Uçakta olduğu gibi.Bilgisayarda olduğu gibi.
Yerli üretimin yolunu kesmeye mi çalıştılar?
Kesin kararlar verildi ve Menderes, Aydın Amerikan Koleji mezunuydu biliyor musunuz? Üniversite öğrenimi yok. Aydın Amerikan Koleji’nden mezun oluyor adam ve İngilizce konuşuyor… Amerika’lılar ne derse onların dediğini diyor. Maşa gibi kullandılar herifler. Bütün demiryolllarını sabote ettiler. Uçak endüstrisini kapattılar. Ne varsa yapılan her şey. Babam da Demokrat Parti‘ye oy verip bayram edenlerdendi. Allah, Allah niye böyle yapıyorlar anlamıyorum hiç, diyordu babam. Sonunda para vermiyor ki devlet üretime geçilsin zaten. Tam o yıl verecekti. Amerika’lılar müdahale edip, bütün kuramportörleri biz hediye ediyoruz, söyleyin kaç tane lazım, dediler. 1000, 5000 ne kadar ise hediye geldi Amerika’dan ve hükümetin gerekçesi şu oldu; Eti Bank’ın kuruluş kanununda elektronik ile uğraşacağı yazmıyor, araştırma yapacağı da yazmıyor. Eti Bank maden arasın yeter. Haddini aşmasın. Neticede 40 kişilik canavar gibi mühendislik kadrosu dağıtıldı, işlerine son verildi.
“Teknolojik bağımsızlık, ulusal bağımsızlıktır.” mottosuyla Aselsan’ın…
1979′ta rahmetli Prof. Tarık Özker ile paylaştığım tüm öğretim üyeleri derneği, TÜMÖD. Dr. Nejdet Bulut Fen ve Mühendislik Bölümü Ödülü.
Bakın şurada kurşun deliği bulunan şeydir. Bilgisiyar Mühendisliği ödülü. Bilgisayar Mühendisliği öğretimini başlatmış, gerçekleştirip, yerleştirmiş. Bilişimin, Türkiye’nin kalkınması için katkı vermiş, TBDY’yi kurarak bilişim mesleğini örgütlemiş olması gerekçesiyle… Dört gerekçe söylediler. Bu çok büyük bir lütuf tabi. Böyle dört gerekçe kimseye nasip olmaz. Cumhuriyet kurulduğundan bu yana fen ve mühendislik bölümlerine en çok katkı yapmış bir kişiye bir ödül kondu. Ben 40 yaşımdaydım, Tarık Özker 2 yıl önce ölmüş vaziyette. Rahmetli karısı geldi onun. Plaketini ona verdiler. Bende hayatta olan ona eşdeğer katkılar vermiş birisi sayıldım. Bu çok büyük bir ödül. Onun öğrencileriydi bahsettiklerimin hepsi. Benim hayatımda çok önemli birisiydi Tarık Özker.
Hiç yüzünü görmedim ama yiğit kişiler yetiştirdi diye. Öğrencilerini işe aldım, çalıştırdım. Can yoldaşlarım oldu. Benim söylediğim bütün lafların savuncusu olmayı göze aldılar benimle beraber. Hayatlarının önemli bir kısmını yoğun ve zorlu çalışma şartlarında geçirdiler. Bunu göze aldılar ve çalıştılar. Sıçrama böyle sağlanıyor demek istiyorum.
Eğitim konusunda diyecekleriniz nelerdir?
Türkiye’nin eğitimde önünü fena kestiler. Mesela halkı okur yazar kılmak için, eğitimli kılmak için köy enstitüleri kuruldu. Yahu öyle olursa benim ne ağalığım kalır ne bir şey dedi mecliste milletvekilleri. Peki, diyor ki o zaman ağalar, okur yazar oldu mu herkes o zaman benim ağalığım nerede kalacak. Biz hiç bir şey bilmeyiz abi diyip el öpüyorlar. Anladın mı? Şimdi ben bilirim diyecek üstüne mandolin çalacak, şarkı söyleyecek. Kız, erkek sohbet edebilecek. Üstelik başka şeyler de bilecek. Hesap yapmak falan gibi. İstemiyor. İlkokul okumasın istiyor ama ilkokula razı ama orada içi boş olsun. İlkokulda bu sefer din dersi öğretmeyi amaçlıyor. Anlatabiliyor muyum? İşini boşalttığı bir eğitim olabilir. Lise okusun ama içi boş bir lise okusun. İlkokul okusun ama okuma yazma bilecek kadar olsun. Biz bilmeyiz demeye devam ettirsin. Öbür tarafta bilen kişi kalsın istiyor kendisi. Onun arkasını yabancı güçler şey ediyor. Yabancı dilde eğitim yapın başka türlü kalkınamazsınız dediler. En çok yabancı dili destekeleyecek benim. 1971, 12 Mart’ta gelinceye kadar ben 5 sene aynı odada oturdum, çalıştım İhsan Doğramacı ile. Hatta büyük kıskançlık oldu. Hep beni öne sürüyor. Üniversite gezdirilse ben açıklama yapıyorum vs Yani gözdesi oldum neredeyse çünkü iş geliyor elimden hep. Başlık atıyorum, yazılar yazıyorum. Ne isterse yapıyorum. Anladınız mı? El üstündeydik. Doğramacı’nın anafikri neydi biliyor musunuz? “Bir doktor düzgün dil bilmiyorsa asla doktorluğunu yapamaz.“
Türkçe çok önemlidir. Türkçe dersleri koyalım aman. Emin Özdemir Bölüm Başkanı 30-35 kişilik Türkçe bölümü kurdular. Bütün üniversitenin, bütün dallarından mezun olanlar düzgün Türkçe bilsin aksi taktirde doktorluğunu bile yapamaz ki diyor. Bende aynı düşünüyorum. Mühendisliğini de yapamaz ki zaten.
Biz öyle sarılıp, öpüşüyoruz. 12 Mart günü oldu. Sabaha karşı değil mi? O günün öğleden sonrası senato acil olarak toplandı, “Bu üniversitede eğitim İngilizce yapılır. Türkçe bilim dili değildir.“ kararı verdi. Bu kadar hızlı.
PC bilgisayarlarla nasıl tanıştınız Aydın Bey?
PC, 1980′lere doğru gelişti. İşte bu bir devrim tabi. Küçük entegre devreler çıktı. Tümleşik çevrimler ortaya çıktı. Öbür tarafta 10.000 dolara 40.000 dolara mal olacak şey 1.000 dolara mal oluyor.
Türkiye‘nin çelik endüstrisinde kendi geliştirdiği yazılım ile yakaladığı başarıdan bahsedebilir misiniz?
TÜDOKSAD. Türk Döküm Sanayicileri Derneği’dir bu. Tarih 1996. Türk Çelik Sanayi’nin ürünü kalitesiz çelik. Çok miktarda çelik üretiyoruz. Sanayi var ama mesela bizden de büyük çelik üreten Rusya var, Hindistan var. Onlar dev gibi üretimler ama bir Japon çeliği gibi, bir İsveç çeliği gibi bir Alman çeliği gibi kaliteli değil. Biliyorsunuz çelik var, çelik var. Birisi şansıman parçasını yapıyor, sürekli gerilim altında olduğu için o gerilim altında çalışan ve hep dönen şey kırılıyor. Dayanımı diye birşey var değil mi bir çeliğin. Dayanım ölçeği de şöyle; koyuyorsunuz 1cm² ‘lik çubuğu, üzerine şu kadar tonluk çekiçle vurunca kırıldı mı, kırılmadı mı? Kırılıyorsa dayanımı o kadar. Kırılana kadar artırıyorsunuz. Kaçta kırılıyorsa oraya dayanamıyor. Kırılmayana dayandı. Anladınız mı? Ölçüm çok basit.
Bizim çelikhanelerimizin büyükleri neresi? Karabük, EREĞLİ Demir Çelik. Bunlar Çekler ile Ruslar ile anlaşmalarla yapılmış. Yazılım eski moda ve Japonla yarışamıyoruz. En büyük gemilerin uskurları Japon çeliği olmak zorunda yoksa kırılıyor gibi. Tabi kaliteli çelik mesela 100 dolara parçayı satıyor . Bizim kalitesiz çelik 1 dolara satılıyor. Yap, yap ortalık kirleniyor. Kirli de malzeme. Pek para kazanmış sayılmıyorsunuz. Hindistan da böyle. Onlar kaliteli çeliği başka yerden satın alıyorlar ama müthiş bir üretimleri var. Bata çıka yapıyorlar. Biz neredeyiz? Diyorlar ki kapatalım bunu, hiçbir zaman daha iyi para kazanılan bir yol olamayacak çünkü kimse satmıyor. Amerikalı yazılımını satmıyor çünkü 4′lü var. Amerika, Almanya, Japonya ve İsveç. Bunlar başı çekiyor. Sadece dördü. Başka kaliteli bir çelik üretebilen bir ademoğlu yok. Sattı mı bana ne olacak? 70 milyonluk Türkiye’de ona rakip olacak mı, olmayacak mı? Kaliteli iş çıkacak. Üstelik ya ben başkasına haber verirsem, öğretirsem ne olacak? Ben de Hindistan’a versem ne olacak? İşte o zaman ayıkla pirincin taşını. Çinliye verirsem ne olacak? Gözü gibi koruyor. Hiçbir şekilde milyar dolar verseniz yine satılık değil. Bunu anlıyorlar. Bunu anlayınca acaba kapatsak mı bütün fabrikamızı, diyorlar kendileri. Çünkü verim yok. Verimli işlerle uğraşalım. Koç’un çelikhaneleri var, Demirdöküm’ler vs… Asil Çelik var yani, özel teşebbüs.
Sonuç: ” Yahu, biz bunun yazılımını yazamaz mıyız?” diyorlar. Var mı bizim metalurji profesörlerimiz? Var. En iyileri nerede? Araştırıyorlar. Teknik Üniversite çok ileri bu alanda. Adam tutuyorlar. Bilir misiniz? Biliriz diyorlar. Biz biliriz nasıl çelik üretilir. Bilgisayar programcılık hüneri var mı? Türkiye’de var. Hangisi en iyidir? Nereden bulalım? İşte kimisi ODTÜ’lü diyor, kimisi Boğaziçi’li diyor. Diyorlar ki Bilişim Derneği var. Onlar bilir bu işi. Bilişim Derneği’nin İstanbul şubesine ulaşıyorlar. Bunlar diyorlar ki biz 1971′den beri varız. Yıl olmuş 95.
Haberleri yok. Olamaz, diyorlar.
“Peki, nasıl yapacağız? En iyi mühendisleri nereden bulabiliriz? Bize yol gösterebilir misiniz?“, “Valla, İstanbul’dan çok Türkiye’nin toplamını bir kuş bakışı görüşüne sahip değiliz. Ankara’ya giderseniz merkezimiz oradadır. Hem bütün kaynaklarımız, dergilerimiz, kitaplarımız oradadır. Hepsini okuyabilirsiniz.“ diyoruz.
“Öğrenmek isteriz. Nasıl oldu da kuruldu? Kim kurdu?“ diyorlar. Aydın Köksal kurdu. Yıl 1971. Kaç üyesi var, işte 5.000 o zaman. Geliyorlar Ankara’ya. Benim 1971′de çıkan dergilerimi okumaya başlıyorlar. Oralarda şu yazıyor: “Türk milleti aptal değildir. Biz bu işe baş koyduk. Hepsini öğreneceğiz. Herkese öğreteceğiz. Uçacağız. Yakalayacağız öbürlerini. Almanları geçeceğiz.“ yazıyor ve ne yazarsak hepsini yapmış gözüküyoruz. Heyecanla, kaç yıl geçmiş demek ki 71- 95 olsa… 20-22 yıllık bir dergi koleksiyonunu okuyor adamlar. Her tarafını okumuyor tabi lazım olan tarafını okuyor. Akılları şaşıyor. Diyorlar ki en iyileri Hacettepe’deymiş. 2 tane çocuk, 1 tane çocuk nasıl yapıyorlarsa alıyorlar. Yapılan yazılım, ilk versiyonda.. Bunlar diyorlar ki 5-10 kez deneyelim sonunda bizde başarırız. Olmadı sil baştan bir daha, bir daha deneyelim. 5 yıl verelim, 10 yıl verelim razıyız. Çözümü görelim diyor. Kesin görürsünüz diyor metalurji profesörü de bizim genç mühendisler de. Hadi bakalım okumaya başlayın diyorlar.
Başlıyorlar. İlk yaptıkları yazılım süreç denetim olarak konuyor yüksek fırına. Marifet, şu ısı şuraya kadar yükselince o saniye de şu kadar milisaniye, şu miligram krom emdireceksin. Başka ısıya gelince de şu kadar milisaniye, mangenez çok değil az da değil ama o ısıda olacak. Başka ısıda olursa yaramıyor, kalitesiz oluyor. Anladınız mı?
Moleküller birbirine tutunuyor. Mıhlanıyor. Anladınız mı? Ayakları tutturuyor birbirini. Moleküler bir olay. Ayrıca ısıl işlem var tabi. Suya batırmalar falan onlar ayrı… Bunlar olacak da sonradan işlem, onlar biliyor. Üretildi. Kader kısmet bakalım ne çıkar bekliyorlar. Pek ümitli değiller ama sonradan olacak inşallah. Deney yapıyorlar… Ah! Akılları duruyor. İsveç çeliğinden yüksek, Japon çeliğinden yüksek. Bütün çeliklerin en iyisi çıkıyor bizim siftah çelik.
Bunun sonucunu yaşadıktan sonra bu ödülü verdiler bana.
Ondan sonra inanmıyorlar. Ölçümü yanlış yapıyoruz diyorlar. Ölçüyü yanlış alıyoruz. Olabilir. Hadi tekrar. Bir daha üretiyorlar. Tesadüfen öyle çıktı belki de. Bir daha olmayacak. Eni, boyu ölçülüyor. Kaç cm? Şu kadar. At tonu üzerinden, kır. Kır, kır, kır, kırılmıyor mübarek. Dayanımı çok yüksek. Bir bakıyorlar… Çünkü ellerinde kitaplarda sattığı için Japon, Amerikalı falan en kaliteli çeliğin satış fiyatı yanında yazıyor. Kaçta kırılan ne kadara satılıyor.
Sonuç ne biliyor musunuz? Şu anda bütün Avrupa kıtasında yapılan bütün otomotiv ürünlerinin, kamyonlar, otobüsler, Mercedes’ler hepsi… BMW’ler bütün Avrupa kıtası diyorum. Tek bir marka yok ki dayanımı en yüksek parçalarını Ankara’da, Konya’da falan ısmarlayıp yaptırtmasın. Para basıyor Konya vilayeti şu anda. 1 milyon nüfus yakında 3 milyon olacak. Silme otomotive çalışıyorlar. Her taraf çelikhane oldu.
Ve çelik üretirken bu Software’leri mi kullanıyorlar?
Tabi. 5 sene sonra 40 kere deneyelim denen olay daha birinci denemede başarılı oldu.
Teşekkür ederiz Aydın Bey, eklemek istediğiniz bir şey var mıdır?
Ben teşekkür ederim.
Söyleşi Tarihi : Büyük Sıçrama 2014-15