Büyük Sıçrama Blog

Prof. Dr. Duran Leblebici Söyleşisi

duran-leblebici

 

 

“Güney Kore ve Türkiye bundan 30-40 sene evvel yola çıktığımızda aşağı yukarı aynı yerlerdeydik. Kore belli alanlara bilinçli bir şekilde yoğunlaşarak hem devletin hem sanayi kuruluşlarının aynı doğrultuda akması sonucunda  bu yerlere geldi. Türkiye hala savruk davranıyor. Bence önemli olan bu dağınıklıktan, savrukluktan kurtulup, geleceği belli olan konulara odaklanmak.“

 

Teknoparklar hakkında neler söyleyeceksiniz?

 

Teknoparkların amacı üniversitelerdeki teknolojik ve bilimsel birikimi sanayi kuruluşlarına yansıtmak ve sanayi ile üniversiteler arasında iki yönlü iletişim sağlamaktır. Bunun için üniversite arazisi içinde yerler ayrılıyor. Buraya araştırma ve geliştirme yapmak isteyen şirketler geliyor. Bu şirketler teknopark bünyesinde olmanın getirdiği bazı maddi avantajlardan yararlanıyorlar, vergi muafiyeti gibi, çalışanların maaşlarının vergiden muaf olması gibi ve üniversiteye dip dibe yakın olmanın sağlayacağı düşünülen avantajlardan, üniversite kadrolarından kendi araştırma geliştirme çalışmaları için yararlanmaya başlıyorlar. Fikir budur. Şimdi bu ne derece iyi çalıştı konusu biraz bana göre tartışmalıdır. Benim kanaatime göre üniversiteler İTÜ olsun, ODTÜ olsun öbür teknopark sahibi olan üniversiteler olsun, bu olayı başlangıçta hayal edildiği, düşünüldüğü doğrultudan biraz saptırdılar. Biraz üniversiteler saptırdı, bu teknoparkları bir çeşit kira geliri kaynağı olarak düşünmeye başladılar. Sanayi kuruluşları da bu muafiyetlerden yararlanmaya başladılar ve adı konmamış bir mutabakat ile öyle bir fiyat dengesi, kira fiyatı dengesi oluşturdu ki şirketler, başa başta biraz daha avantajlı oldular.

 

Türkiye’de çip tasarımı için neler söyleyebilirsiniz?

 

Buralarda yüzlerce firma ve araştırmacı çalışıyor, araştırma geliştirme yapıyor. Bunlar bir şekilde sanayiye, ekonomiye, üretime yansıyor. Şimdi bu içinde bulunduğumuz bina bir tüm devre tasarım merkezidir, çip tasarım merkezidir. Bunun geçmişi de şöyle 1989′da İTÜ o günkü önde sanayi kuruluşları ile birlikte ki bunlar Teletaş, Netaş, Vestel, Beko ve  Siemens beraber bir vakıf kurdu. İTÜ – İleri Elektronik Teknolojileri Vakfı, kısaca İTÜ-ETA Vakfı. Bu vakıf adından da anlaşılabileceği gibi teknolojileri Türkiye elektronik sanayisine tanıtmak, enjekte etmek ve bunu üniversiteler aracılığı ile yapmak amacıyla kuruldu.

 

İlk misyon olarak da o yıllarda büyük bir gelişme içine girmiş olan ASIC yani Application Specific Integrated Circuit teknolojisini sanayi kuruluşları ile birlikte geliştirmeye karar verdi. Bu ASIC’lerin amacı şudur: Şirketlerin, elektronik sistem ve cihaz üreten şirketlerin raftan aldıkları standart entegre devreler yerine yapacakları işe en uygun entegre devrelerin tasarımını kendilerinin yapması. Bu amaçla vakıf 1991′de Türkiye’nin ilk ASIC tasarım merkezini kurdu. Biraz evvel sözünü ettiğim Kosgeb’in Teknoloji Geliştirme Merkezi’nde üniversite kadrolarından da yararlanılarak sanayi için çip tasarımları yapılmaya başlandı. Yani o etkileşim, benim başta eleştirdiğim durumun tam tersi hakikaten olması gerektiği gibi çalışmıştır.

 

Bunun güzel örnekleri de var mesela Aselsan için yapılmış olan bir modem çipi ki bu bir yüksek lisans tezi olarak geliştirilmiş, ondan sonra da ETA’da  profesyonelce tasarımı tamamlandırılmış, yurt dışında prototipi yaptırılmış, Aselsan tarafından test edilmiş, beğenilmiş. Ondan sonra seri üretimi yapılmış ve Aselsan’ın ürettiği bazı telsiz cihazlarında bunlar yaygın olarak kullanılmıştır hala da kullanılmaktadır.  Dolayısıyla bu cihazların içinde ihraç da edilmiştir.

 

Şimdi bu güzel ve gerçekten pozitif bir örnek. Kendi güzelliğini yansıtan bir başka güzelliği daha oldu. Aselsan bu vakfı tanıdı, tasarım merkezini tanıdı ve vakfı destekleyen kuruluşlar arasına katıldı. Zaman içerisinde vakıf olmanın getirdiği bir takım zorlukların da etkisiyle bu tasarım merkezi bir şirkete dönüştü. Daha sonra şirketin hisselerini Aselsan satın aldı. Halihazırda bu tasarım merkezi büyük ortağı %85 oranında Aselsan olan, küçük ortağı da %15 ile İTÜ-ETA Vakfı olan bir tasarım merkezi ve burada pratik olarak Aselsan’ın geliştirdiği bir tasarım merkezidir.

 

Hocam beyaz eşyaya da açılacak mı?

 

Beyaz eşyaya açılması da mümkündür.

 

Peki ya tüketici elektroniği?

 

Gayet tabi mümkündür. Aslında bu tasarım merkezinin kuruluşundan beri hayalimiz yoğun üretim yapan şirketlerin bu ASIC teknolojilerine yönelmelerini sağlamaktı fakat bu bir takım çekingenlikler, cesaretsizlikler, ekonomik endişeler gibi nedenlerle gerçekleşmedi.

 

Peki yatırım mı gerekiyor?

 

Hayır, cesaret etmek gerekiyor. Şimdi bunun biraz yavaş yürümüş olan örneği vardır. Örneğin Vestel Pixellence’ı geliştirdi, ondan önce FPGA’larla yaptı. Daha sonra bunu bir profesyonel şirkete ASIC’leştirdi. Benim bildiğim ilk pozitif şey budur. Bu tecrübeden Vestel ne kazandı, nasıl değerlendirdi, başka yerlere yansıyacak mı, yansımayacak mı bilmiyorum. Aslında çok sayıda özgün üretim yapılan firmaların kendi tüm devrelerini, kendilerine en uygun olacak şekillerde tasarımlarını yaptırmaları tabi istenen bir şeydir.

 

Halihazırda sadece bizim kampüste 5 tane ASIC tasarım merkezi var. Mesela Ericsson şimdi en büyüklerinden biri. Hitit Microelectronics ikincisi. Maxim başka bir tanesi.

 

Bu şirketlerin buraya gelmesinin sebebi Türkiye’de yetişen nitelikli tüm devre tasarım mühendisi potansiyelinden yararlanmaktır.

 

Testaş ve Yital için neler söyleyeceksiniz?

 

1980′lerde kurulmak üzere karar verildi ve Testaş’ın o zamanki amacı bipolar teknolojisi ile transistör ve entegre devre üretmekti. Fakat ufku dardı sadece Türkiye’de ne kullanılıyor onları üretelim ve bunun için Amerika’daki Exar şirketinden

Know-How aldılar. Testaş’ın Ar-Ge birimi olarak da Tubitak Marmara Araştırma Merkezi’nde bir laboratuvar kuruldu ve kısa adı Yital’di. Yarı İletken Teknolojileri Araştırma Laboratuvarı ve bu laboratuvara hem Testaş aracılığıyla İslam Kalkınma Bankası’ndan 3 milyon dolar destek alındı hem de Testaş’ın Exar’dan aldığı bipolar tranzistor ve entegre devre Know-How’ı o laboratuvara verildi. Laboratuvar 1983′te  kuruluşunu tamamladı. Kurucu kadronun başında ben vardım. Deneme üretimleri yapılmaya başlandı.

 

Testaş yönetimsel yanlışlıklar sebebiyle kuruluşunu bir türlü tamamlayamadı. Bu Tubitak’ta kurulmuş laboratuvar bir şekilde amaçsız kaldı. O arada yani laboratuvarın boş durmaması, ölmemesi için Nato’dan arka arkaya iki proje alındı. Nato’nun Science for Stability diye bir destek programı vardı. Türkiye, Portekiz ve Yunanistan’a teknoloji alanında destek vermek için.  Oradan alınan desteklerle laboratuvarın altyapısı CMOS teknolojisine yükseltildi ve arkasından 2000′den başlayarak bu laboratuvarda Türkiye’de kullanılan stratejik nitelikli Cripto cihazlarının çipleri sıfırdan başlayarak, yani Cripto algoritmalarından başlayarak bütün yarı iletken üretimi, paketlenmesi, test edilmesi, yaşlandırılması gibi aşamalar gerçekleştirildi.

 

Yital‘in  yaptıkları mı?

 

Yital ve Türkiye’deki cripto cihazlarının çok büyük bir kısmında rol aldı. Aslında orada şeyi söyleyelim, yapılan Cripto çipleri de aslında birer ASIC’tir. Uygulamaya özgü bir devredir. Şöyle stratejik bir gelişme daha oldu zaman içerisinde: Şimdi bakın Cripto çipi tasarımı yapabilirsiniz ama bunu yurt dışına gönderdiğinizde bunun Cripto’luğu kalmaz. Çünkü o Layout’lar, o plandan Cripto algoritması nasıl olur çıkarılabilir. Dolayısıyla tasarladığınızı kendi içinizde üretmelisiniz. Şimdi bir gelişme daha oldu. Aselsan için yapılan çipler genellikle radar aletleri, elektronik harp alanlarında kullanılmak üzere yapılan çiplerin tasarımı burada yapılıyor, yurt dışında imal ettiriliyor. Fakat yavaş yavaş yurt dışında imal ettirilememe durumları ile karşılaşılmaya başlandı.

 

Sebebi neydi?

                        

Stratejik, askeri projeniz varsa biz yapmayız diyorlar. Onun üzerine ben bundan 5 sene evvel Marmara Araştırma Merkezi’nin başındaki Önder Yetiş’e ki o da eski öğrencilerimdendir, anlattım durumu ve bu teknolojinin Germanium teknolojisi kazanılması gerektiğini aksi halde bir süre sonra muhtemelen tasarımı yapsan bile üretimi imkansız hale geleceğini söyledim. Anladı, DPT’te başvurdular, bir proje aldılar ve hali hazırda Yital’de bir Gemanium hattı kuruluyor. Yine stratejik, dışarıda yaptırılması mümkün olamayabilecek yahut dışarıda yaptırılması doğru olmayacak entegre devrelerin yapılması için böyle bir strateji parantezi açmış olduk.

 

 

Testaş sonrasında ne oldu? 90′lara doğru mu kapanmıştı?

 

Testaş bir türlü ilerleyemedi ve zaman içerisinde teknolojisi eskidi, yani o kadar uzun sürdü ki teknolojisi eskidi. Ayrıca yaklaşım yani Türkiye’deki radyo, televizyon fabrikaları için transistörler, entegre devreler yapılsın fikrinin anlamsızlığı ortaya çıktı. Ancak dünyaya üretim yaparak yaşayabileceği idrak edildi ve sonuçta Testaş’tan vazgeçildi. Oraya yapılan yatırım Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ne hibe edildi. Şimdi orada MEMS yani Mikro Elektronik Sistemler alanında araştırma geliştirme labaratuarı var ve mümkün olursa sanayi için üretim yapılıyor. Yani o öyle bir yön aldı.

 

Montaj sanayi için neler söyleyebilirsiniz?

 

Türkiye’de montaj sanayi çok eleştirilmiştir, dillere dolanmıştır. Fakat montaj sanayinin Türkiye’ye kazandırdığı önemli iki şey vardır. Birincisi dünya standartlarında üretim altyapısı kurulmuştur. Bugün Vestel’in, Beko’nun üretim hatları dünya standartlarındadır. İkincisi üretim deneyimi kazandırmıştır. Üretim teknolojileri kazanılmıştır.  Şimdi tabi akıllıca olan, önemli olan bu üretim kabileyetinin özgün üretim yapılarak değerlendirilmesi. Çünkü biliyorsunuz herhangi bir yenilik geldiğinde beraberinde para da getiriyor.

 

Yatırımlarda ülke stratejisinin önemi?

Tabi bir strateji ile oluşturulması lazım ama belli bir strateji ile gerçekleştirildiği kanaatinde değilim. Çünkü hep örnek verilir;

 

Güney Kore ve Türkiye bundan 30-40 sene evvel yola çıktığımızda aşağı yukarı aynı yerlerdeydik. Kore belli alanlara bilinçli bir şekilde yoğunlaşarak hem devletin hem sanayi kuruluşlarının aynı doğrultuda akması sonucunda bu yerlere geldi. Türkiye hala savruk davranıyor. Bence önemli olan bu dağınıklıktan, savrukluktan kurtulup, geleceği belli olan konular üstünde odaklanmak.

 

İTÜ’nün üniversite sanayi işbirliği anlamında bir ilişkisi oldu mu? ODTÜ ve Aselsan ilişkisinden bahsettiniz, İTÜ’nün de Netaş’la, Teletaş’la ya da başka bir kuruluşla ilişkisi oldu mu?

 

Netaş ile oldu. Mesela biz İTÜ’de ilk micro-elektronik laboratuvarı kurduğumuzda iki birim halinde kurmuştuk. Bir kalın film üretim laboratuvarı, birde yarı iletken üretim laboratuvarı olarak. Bizim o laboratuvarda gayet mütevazi şartlar altında bayağı çalışan kalın film entegre devreler dizdiğimizi gördü Fikret Bey. Fikret Yücel zaten Teletaş’a kalın film üretim hattı kurmayı planlıyormuş. Bir genç mühendisi, eski bir öğrencimizi Selçuk Bayraktar.

 

Ne zaman?

 

Söyleyeyim. 1975. Selçuk bizim laboratuvara geldiğinde 15-20 gün çalıştı, öğrendi ve Teletaş yurt dışında herhangi birine Know-How vs. almadan kendi yatırımını yaptı ve o yıllarda bayağı önemli bir proje olan kalın film teknolojisi ile çok güzel üretim yaptı. İhracaat da yaptı. Buna paralel Aselsan’dan bir kimya mühendisi olarak, yine bizde çalıştı. Onlar da orada aldıkları bilgi ile kendi kalın film hatlarını kurdular. Yani bu üniversitede oluşturulmuş teknolojik birikimin sanayiye aktarılması için mütevazı ama güzel örnektir. Yani böyle törenler, sözleşmeler olmadan sadece insan ilişkileri ile teknoloji bu sanayi kuruluşlarına açılmış ve aktarılmıştır.

 

Bu etkileşim daha yoğun olmalı mı diyorsunuz?

 

Yoğun olmalı. Gayet tabi.

 

Peki, çok teşekkür ederiz Duran Bey. Eklemek istediğiniz bir şey var mıdır?

 

Hayır, çok teşekkürler.

 

 

 

Söyleşi Tarihi :  ‎5 ‎Şubat ‎2014

 

Relatived Posts
Vural Akman Söyleşisi ( 18 Jul,2017 )
Ahmet Tarık Uzunkaya Söyleşisi ( 18 Jul,2017 )
Aydın Köksal Söyleşisi ( 18 Jul,2017 )
Lütfi Yenel Söyleşisi ( 18 Jul,2017 )
Cemal Cem Işık Söyleşisi ( 18 Jul,2017 )
Written by