Büyük Sıçrama Blog

Faruk Eczacıbaşı Söyleşisi

 

“Türkiye’ye bakıyorsunuz, bundan 10 sene öncesine kadar, çok zor ekonomik koşullarda, yüksek bir enflasyonda çok kısa dönemli yatırım hedefleriyle gitmiş bir ülke. Bu yeni alışkanlıklar son 10 sene içerisinde gelişmeye başladı. Bu tabi belli bir kuşağın, bizim kuşağın alışmadığı bir, diğer ülkelerden çok daha az alıştığı bir yeni yapıyla karşılaştığımızı görüyorsunuz. Dolayısıyla gençlerin bu konuda ki şanslarının çok daha fazla olduğunu görüyorsunuz ama dediğim gibi bu ülkeden ülkeye farklılık gösteren yapılar. Türkiye’nin bence şansı var. Evet, çok var ama bunu yalnız yazılım olarak görmek istemiyorum. Artık teknoloji bence hem diğer sektörlerin içerisine daha fazla yerleşen hem de kendi içinde devamlı gelişen ve farklılık göstermeye başlayan bir alan. Yazılım dediğiniz zaten her şeyin içinde var.

 

Herhalde 90′lı yılların ortasında, 90′lı yılların ikinci yarısında diyelim, internetin yavaş yavaş tabana yayılmasının başlaması daha sonra akıllı telefonların devreye girmesi bence en önemli değişiklikler. Bir de, bir açıdan E-devlet dediğimiz çalışmaların başlaması. Ben onu da çok önemli olarak kabul ediyorum. Türkiye Bilişim Vakfı’nın, bizim için en önemli çalışmalarından biri, Bilişim Vakfı’nın 11 sene önce, 2002’de başlattığı, E-devlet ödülleri yarışması. Bugün hala devam ediyor ve bunların bu kısa dönemde etkilerini gördükçe insana çok ilginç geliyor. Çünkü bir kariyer hayatının aşağı yukarı yarısını kapsayan bir alana sığıyor bu kadar zaman, yani 25 sene hatta belki bir kariyer hayatı diyelim. Bu dönemde bütün bu değişiklikleri, farklılıkları görmek aslında bayağı etkileyici ama kilometre taşı diye bir şey söylediğiniz zaman benim doğrusu aklıma o şekilde bir şey gelmiyor çünkü birçok yenilik oluyor. Bunların bazıları etkili oluyor, bazıları da geçip gidiyor.

 

E-Devlet’i biraz açabilir miyiz? Nasıl bir ihtiyaçtan ortaya çıktı? Zaman içinde nasıl gelişti? Nasıl kolaylıklar sağladı?

 

E-Devletin amacı vatandaşın doğrudan doğruya devlet, bürokratik çalışma, devletle birlikte veya belediye ile yaptığı her türlü bürokratik ilişkilerini düzenlemeye yönelik bir çalışma. Yani devlet dairesine veya belediyeye siz gideceğinize bunu doğrudan doğruya ekranınız kanalıyla halletmek. Hiçbir yere gitmeden yapmaya çalışmak. Temelinde ihtiyaç buradan doğuyor. Bunu biraz da devletin vereceği, belediyelerin vereceği servislerin doğrudan doğruya kullanıcının veya vatandaşın odasına taşınması olarak nitelendirebiliriz. Bunun hem kurumsal ayağı var hem bireysel ayağı var.

Gerekliydi ve bence önemli bir çalışma çünkü gidiyorsunuz, bir zamanlar bizim çok kullandığımız bugün git, yarın gel gibi bir takım kavramları bazı çalışmaları doğrudan doğruya teknolojiye yükleyerek, birkaç günlük rutinleri, 1-2 saate sığdırmaya çalışıyorsunuz ki bunlar bence çok gerekli çalışmalar. Yeteri kadar kullanılıyor mu? Tabi yeteri kadar kullanıldığı konusunda benim çok büyük kuşkum var. Daha fazla kullanılmalı. Burada alışkanlıklar biraz daha öteye gitmeli ama herhalde zaman içerisinde gelecektir. Bu kuşaktan kuşağa daha farklı bir takım davranışlar getirecektir zaman içerisinde.

 

Gömülü yazılımlar ve sistem yazılımları konusunda Türkiye’nin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’nin geleceğine nasıl bakıyorsunuz?

 

Ben burada yalnız Türkiye olarak değerlendirmekten başlamak istemiyorum doğrusu. Bugün bilgi ve iletişim teknolojilerinin genelde tabana yayılması ve çok sermaye ihtiyacı olmaması yani bizim anladığımız klasik anlamda endüstri için gerekli sermayeye ihtiyaç göstermemesi, aslında bizim gelişmiş diye nitelendirdiğimiz ülkelerin de dışına kayan bir çalışmayı getiriyor. Yani yeni girişimcilerin, yeni mühendislerin, pazara atılmak isteyen mühendislerin aslında bütün dünyada fırsatları çok daha iyi değerlendirme imkanı olduğunu gösteriyor.

 

Sizin rekabet ettiğiniz, daha doğrusu eskiden gelişmiş ülkeler, bizim anladığımız anlamda batı ülkeleri diyelim, daha fazla kendi içlerinde rekabet ederken bugün artık aşağı yukarı küresel düzeye yayılmış durumda. Sizin rakibiniz çok fazla. Burada da siz bunun altyapısını Türkiye olarak ne kadar başarılı hazırlarsanız, girişimcilere ne kadar fazla olanak tanırsanız ve onları desteklerseniz sizin dünya piyasasında şansınız o kadar artacak. Onun için burada ben rekabet koşullarının daha da sıkılaştığını ve çok daha genişlediğini düşünüyorum. Gerek yazılım olsun ki aşağı yukarı, bırakın yalnız bilgi ve iletişim teknolojilerini, bütün endüstrinin dahi içine penetre etmiş bir yapı var.

 

Özellikle gömülü yazılımlardan bahsettiğiniz zaman, o kadar geniş bir yelpazeden bahsediyorsunuz. Burada herkese yer var ama rekabet de o derece arttığına göre sizin için hedef mükemmel ürüne yakın ürünler geliştirmek. Bunu yalnız Türkiye piyasasında değil, dünya piyasasını hedef alarak çalışmanızı yapmanız ve bu konuda iddialı olmanız gerektiği düşünüyorum. Yani Türkiye’nin şansı var mı? Bence çok büyük bir şansı var ama unutmayalım ki dünyanın kaç türlü ülkesi varsa herkes de sizin rakibiniz ve bu o kadar dinamik bir pazar ki durup dinlemeye kalkıştığınız zaman birden bire rekabet ortamında geri kalabilirsiniz. Bunu kaldırabilecek imkana sahip olmadığımızı düşünüyorum.

 

Peki size göre bizim model almamız gereken bir ülke var mı?

 

Çok güzel bir soru bu. Model almamız gereken ülke var mı? Siz bu soruyu bundan 15 sene önce sormuş olsaydınız 3-4 tane ülke özellikle öne çıkıyordu. Hindistan, İrlanda, İsrail gibi ülkeleri öncelikle farklı stratejik yaklaşımlarıyla görebiliyordunuz fakat şimdi bir Kore modeline bakıyorsunuz, bir Japonya’daki farklılıklara bakıyorsunuz, Rusya’ya bakıyorsunuz herkesin kendi modelleri çerçevesinde, kendi yöntemleri çerçevesinde yeni yeni yapılaşmalara gittiklerini görüyorsunuz.

 

Herkes birbirinden etkileniyor diyelim ama yine de herkesin modeli kendine özgü oluyor. Bu ürünler için de geçerli aslında. Burada gittikçe daha fazla yöresel çalışmaların ağır bastığını, yöresel modellerin ağırlık kazandığını görüyorsunuz ama bu demek değil ki başkalarından izole olarak yapıyorsunuz. Hayır, bu iletişim gittikçe artıyor ama sizin kendinize özgü olan alışkanlıklarınız bu açıdan bence çok önemli.

 

Türkiye’ye bakıyorsunuz, bundan 10 sene öncesine kadar, çok zor ekonomik koşullarda, yüksek bir enflasyonda bana sorarsanız çok kısa dönemli yatırım hedefleriyle gitmiş bir ülke. Uzun vadeli Ar-Ge’ye ye yatırım gibi  yeni alışkanlıklar son 10 sene içerisinde gelişmeye başladı. Bu tabi belli bir kuşağın, bizim kuşağın alışmadığı bir, diğer ülkelerden çok daha az alıştığı bir yeni yapıyla karşılaştığımızı görüyorsunuz. Dolayısıyla gençlerin bu konuda ki şanslarının çok daha fazla olduğunu görüyorsunuz ama dediğim gibi bu ülkeden ülkeye farklılık gösteren yapılar. Türkiye’nin bence şansı var.Evet, çok var ama bunu yalnız yazılım olarak görmek istemiyorum. Artık teknoloji bence hem diğer sektörlerin içerisine daha fazla yerleşen hem de kendi içinde devamlı gelişen ve farklılık göstermeye başlayan bir alan. Yazılım dediğiniz zaten her şeyin içinde var.

 

Yazılımla alakalı olarak bankacılık konuşuluyor. Siz geçmişten bu yana yazılımın bankacılığa neler kattığını düşünüyorsunuz?

Bankacılık tabi çok özel bir alan. Bankacılıkta yazılıma bakacak olursanız, mesela bir kilometre taşı dediniz demin. Bence bizim 2001-02 yılında yaşadığımız ekonomik krizin bu konuda, özellikle bankacılıkta önemli bir dönem olduğunu düşünüyorum. Bankacılık sektörü kendini yeniledi. Ama ben bundan sonra asıl karışıklığın farklı alanların birbirinin içerisine kaymasında (Convergence) yaşanacağına görüyorum. Bankacılıkla iletişimin, iletişimle diğer sektörlerin iç içe girmesinin, mesela internet bankacılığına artık akıllı telefonlardan veya mobil bankacılıktan ayırt edemiyorsunuz. Bundan 10 sene önce böyle alışkanlıklar, böyle çalışmalar hiç yoktu. Çok daha farklı boyutlara geldi. Dolayısıyla burada hatların zaman içerisinde daha fazla karışacağına inanıyorum.

 

Şimdi mobil cüzdan uygulamaları gelecek. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Yaygınlaşacak mı?

 

Bence yaygınlaşacak tabi ama nasıl yaygınlaşacak? Onun için hiçbir şey diyemiyorum. Bu alanda, sektörlerde çok büyük oyuncular var. Zaman zaman büyük oyuncular, bir ürün çıkarıyorlar, devreye koyuyorlar bütün alışkanlıkları allak bullak edebiliyorlar ama aynı şekilde geliyor, başka bir yenilik getiriyor. Onun da hiç tutmadığını görüyorsunuz. Ben kaba olarak baktığınız zaman tabi ki bu gibi kavramların hepsinin gelişeceğini düşünüyorum.

 

Peki, bilişimde, genel olarak oluşan bu Network’ü, iklimi doğru buluyor musunuz? Vakıflar, üniversiteler, sektör ve onun içindeki etkileşim, birlik, alışveriş şu anda size göre ne seviyede? Mesela bazı şikayetleri var; yeterli yazılım mühendisinin çıkmadığı, çıkanların çok dağıldığı gibi şeyler…

 

Bakın, ben böyle bir şey konuştuğumuz zaman yine yalnızca Türkiye örneğinden hareket etmek istemiyorum. Ben doğru veya yanlış diye de veya eksik veya yanlış diye de nitelendirmek istemiyorum ama şu bir gerçek ki artık kimse eski alışkanlıkları, eski modelleri örnek alarak yeni bir şey yapamıyor.

 

Gittikçe de bu sektörlerde iletişim teknolojilerinin dominant olduğunu görüyorsunuz. Gittikçe ağır bastığını görüyorsunuz ve gittikçe alışkanlıkları çabuk değiştirdiğini görüyorsunuz.

 

Bence burada önemli olan bu dinamik ortamların gelişmesi. Bu dinamik ortamlar içerisinde bu kurumlar biraz daha piyasa olarak demek istemiyorum, her türlü rekabetin birazcık da vahşi koşulları içinde birbiriyle zaman zaman birlikte çalışıp, birbiriyle rekabet edip, gücünü kazanması, güçlerini birleştirmesi, iş birliğine gitmesi, zaman zaman rekabete gitmesi yöntemiyle olabileceğini düşünüyorum.

 

Burada en önemli olan konunun da yani bence mevcut yapıyla kimsenin kendisini yeterli görmeyip, mümkün olduğu kadar dalganın önünde gitmeye çalışmasını, beklentilerini yüksek tutması gerektiğini ve kendi dili çerçevesinde, kendi amaçları çerçevesinde bu mücadeleyi yapması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de güçlü bir devlet var. Birbirleri ile rekabet eden büyük şirketler var, küçük şirketler var, merdiven arası şirketler var. Bir sürü de konuyla ilgili dernek var. Bu tabi size belli bir şeffaflık getiriyor mu? Hayır, ama ne yapabiliriz ki, koşullar bunlar. Bunu da yalnız biz değil hiçbir yer yaşamıyor artık. Alışmamız lazım.

 

Bir nevi biz de dünyanın yönünde gidiyoruz. Farklı değiliz öyle midi? 

 

Tabi. Evet.

 

Fatih Projesi hakkında da görüşlerinizi almak istiyorum.

 

Bu çok zor bir soru Fatih Projesi bugün, şu anda kendi çalkantılarını yaşıyor. Başarılı olacak mı, olmayacak mı belli bile değil. Biraz daha genel olarak sorabilirseniz tercih ederim. Oradan Fatih Projesine geçebiliriz. Yani eğitimdeki teknolojik gelişmelerden yola çıkacak olursak belki…

 

Deminki soruyla da bağlantılı olarak değerlendirebiliriz. Hem size genel Türkiye’de ki bilişim iklimini sormuştum dolayısıyla geleceğe de bir yatırım yapılıyor. Dolayısıyla sektöre yeni mühendisler yetişiyor bir yandan da bilişimin daha yaş olarak tabana yayılması amaçlanıyor. Bu anlamda nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Şimdi, bizim konuşmanın başından beri üzerinde durmaya çalıştığımız konu alışkanlıkların değişmesi. Bizim en temel bildiğimiz birçok alışkanlığın, davranışın yıllar boyunca, zaman zaman çok hızlı, zaman zamanda çok yavaş olarak değiştiğini görüyoruz ve burada bunun sonucunda birçok alanında etkilendiğini görüyoruz. Diyelim eğlence sektörünün ilk önce çarpıldığını gördük. Ticaretin, internet üzerine kaydığını yaşadık. Müzik endüstrisi ve sinema endüstrisini ben eğlence olarak nitelendiriyorum. İlk önce etkilenen bu alanlar oldu.Medya endüstrisinin ne kadar etkilendiğini görüyoruz. Şimdi bakıyorsunuz aslında eğitim alanında teknolojinin kullanılabilirliği size çok büyük farklılıkların getirilebileceğini görebiliyorsunuz. İçgüdüsel olarak görebiliyorsunuz.

 

Teknolojinin tabi ki eğitim sektörüne de etkisini görmeye başladık. Yalnız Türkiye’de değil bütün dünyada görüyorsunuz. Yüksekokul eğitimden, ilkokul hatta yuvaya kadar giden bir etki alanı var.

Özellikle ilköğretim alanında veya lise alanında da Türkiye kendine Fatih Projesi çerçevesinde bir çözüm bulmaya başladı fakat bizim öncelikle başladığımız alan, bu konuda tabi tablet ve akıllı tahta konusundan hareket etmek oldu.

 

Bence bu yeterli değil. Hedefin hangi teknolojiyi kullanmaktan ziyade başlaması gereken noktanın “Biz nasıl bir insan görmek istiyoruz?” noktasından yola çıkıp bunu bugünkü olanaklarla veya gelecek olanaklarıyla nasıl gerçekleştirebilirizi ikinci soru olarak görmemizden geçtiğini düşünüyorum. Teknoloji çünkü neticede büyük bir çoğunluğu, para verirsiniz, alırsınız. Yani spesifikasyonları belirlersiniz, alırsınız ama birincisi, o teknolojinin geçerli olduğu süre nedir? Bu konuda cevaplarda eksiklik kalacağını düşünüyorum. İkincisi hakikaten farklı ve yeni bir yapı çıktığı zaman buna nasıl adapte olabiliriz sorusunu da birlikte getireceğini düşünüyorum. Onun için tepeden hareket ederek en büyük, en önemli amacı belirleyerek oradan aşağı inmenin doğru olduğunu düşünüyorum. Ben hükümete düşen temel görevin de bu olduğuna inanıyorum. Bugün tablet olur, yarın telefon olur, öbür gün anten olur ne bileyim ben. Kafanıza takacağınız bir anten olur. Beyine yerleştirilen bir çip olur. Bütün bunlar olur. Gözlük olur. Bir sürü şey olabilir. Onun için ben, teknolojinin kendisinden başlanmasını açıkçası ben çok doğru olmadığını düşünüyorum.

 

Bir hedef mi belirlenmeli?

 

Evet, evet.

 

Aslında benimde gördüğüm, bu belgesel boyunca yaptığım araştırmalarda hani hedef belirleme diyorsunuz ya, genelde tasarrufa yönelik bir teknoloji politikası olmuş. Yani yerli katkı payını artıralım. Bazı mühendisliklerden, tasarımlardan tasarruf edelim. Artık Türkiye bir inovasyon, bir buluşçuluk, dünyada ne yok, ben neyi yapayım da bu globale yayılsın gibi bir düşünce tarzına geçmek üzere mi? Siz bunu gözlemliyor musunuz yoksa…

 

Modeliniz başarılı olursa niye olmasın. Yani bu model başarılı olursa niye olmasın ama bu model bugünden yarına başarılı olmaz, bir. İkincisi, model, teknolojinin kendisi değil. Yani o artık daha detay olarak çizilmesi gereken konulardan birisi.

 

Biz yeni bir eğitim modeli belirlediğimiz zaman eğer bu ile Fatih Projesi kapsamında yaklaşıyorsak, burada bizim temel hedefimiz nedir? Teknoloji üretmek mi? İnsan yetiştirmek mi? Teknolojiyi en iyi şartlarda sunmak mı? Nedir? Bu sorunun ben yeterli derecede sorulduğu konusunda ve cevaptan ziyade sorunun kendisinde bir takım eksiklikler görüyorum. Keşke tabi ki teknolojiyi biz yaratsak. Çok güzel bir şey çok da doğru bir şey. Birçok alanda bize fayda getirecek bir şey ama Fatih Projesi’nin amacı insan yetiştirmek ise, eğitimde farklılık getirmekse o zaman bu ikinci planda kalacak bir soru. Bu daha sonradan bir politika olarak benimsenebilir. Fatih Projesi stratejisi çerçevesinde bir politika olarak benimsenebilir. Doğrudur da. Yapılması gerekli ama eğitimin temel hedefi değildir. Eğitimin temel hedefi eğitimdir. Eğer Fatih Projesi’ni biz teknolojiyi geliştirmek olarak görüyorsak o zaman eğitimi Fatih Projesi içerisinde düşünmemiz lazım. O daha global bir konu, daha farklı bir konu. Bu ayrışmanın yeteri kadar yapıldığı konusunda ben açıkçası emin değilim.

 

Size sorduğum Türkiye ile ilgili sorularda dünya geneline bakarak, global bazda cevap vermek istediğinizden yola çıkarak, teknoloji konusunda, bilişim, elektronik konusunda bir şeyler yapmak isteyenler artık dünyayı hedef alarak mı bir şey yapmalı?

 

Bu soruya, bakın bugün en büyük, koca koca şirketler dahi cevap vermekte çok zorlanıyor. Yani kendi ülkesinden dışarı çıkmaya başlayan veya multi nasyonel olarak kabul ettiğimiz veya uluslararası olarak nitelendirdiğimiz şirketler, yöresel pazarlara girdikleri zaman, daha farklı pazarlara girdikleri zaman zorlanmaya başlıyorlar. Yani eskisi gibi sorgusuz sualsiz uluslararası şirketlerin ürünlerini kabul etmek diye bir alışkanlık bitti. Yani bir yandan tüketici alışkanlıkları yine bizim anlamadığımız şekilde, daha doğrusu yeteri kadar irdeleyemediğimiz şekilde hem globalleşiyor, küreselleşiyor, öbür yandan da yöresel yapılarında kendi farklılıklarını ortaya koyduğunu görmeye başlıyorsunuz. Ama bir gerçek de var ki sizin yalnız kendi içinize satmaya, vermeye kalkıştığınız servisler bugün için artık sizi yeteri kadar duymayacak. Piyasalar küçük kalmaya başladı. Onun için standartları mümkün olduğu kadar yüksek tutup, ülkenin biraz da dışına taşacak şekilde nitelendirip bu şekilde görmek gerektiğini düşünüyorum.

 

Burada Türkiye’nin ben kendine biçtiği standartların zaman zaman çok düşük, hedefin

ise çok yüksek olması gerektiğine inanıyorum ve bunu da gerçekleştirebilecek bir altyapı olduğunu, yani insan olarak altyapı olduğunu düşünüyorum. Ama işte bu birliktelik yine devlet, özel sektör, sivil toplum alışkanlıklarının bu yöndeki seferberliğinin zaman zaman aksadığına inanıyorum.

 

Kişisel bilgisayar ve internetin ülkeye girmesi, ADSL’e geçişimiz ve geniş bant internete geçişimiz. Bunların etkileri ile ilgili yorumlarınızı ve son görüşlerinizi alabilir miyiz?

 

Bunların hepsi aslında, yani düşünsenize 25 sene en fazla 30 sene içerisinde gerçekleşen alışkanlıklar ve üçüne biçtiğiniz zaman dilimi ise yani yaygınlaşmasının zaman dilimleri ise gittikçe daha kısaldığını gösteriyor. Kişisel bilgisayarın, gerçekten kişisel bilgisayar olarak tabana yayılması belki bir 10 sene aldı. İnterneti 5 sene de gördük. Belki ADSL’i de herhalde o da bir, en fazla 5 sene sürmüştür ama bundan sonra 4G’de dahil olmak üzere artık bunların yaygınlaşmasının ben tahmin ediyorum, nerede kaldı? Biz bunu kullanacağız artık. Kullanım beklentisinin, kullanılmaya başlanmasının da önüne geçtiğini düşünüyorum. Anlatabiliyor muyum? Yani geniş bant dediniz. Artık isteniyor bunlar ve herkes istiyor gelmesi gerektiğini. Yani bize özgü bir şey olduğunu düşünmüyorum. Yani kullanıma devreye girmesi belki eskiden zaman alıyordu şimdi bunlar anlık meseleler.

 

 

Söyleşi Tarihi : Büyük Sıçrama 2014-15

Relatived Posts
Sinan Orallı Söyleşisi ( 13 Apr,2017 )
Faik Erem Söyleşisi ( 18 Jul,2017 )
Vural Akman Söyleşisi ( 18 Jul,2017 )
Hakan Öztürk Söyleşisi ( 18 Jul,2017 )
Prof. Dr. Ahmet Oral Söyleşisi ( 29 Sep,2015 )
Written by