“Şimdi önemli olan bir nokta var, PTT-Arla kendisi üreten bir fabrika olarak kurulmuştur. Bu bakımdan kendi araştırmasını kendisi yapan Türkiye’deki yalnız elektronik sanayi içerisinde değil, bütün sanayi dallarında bu örneği ilk defa vermiş olandır.“
Geçmişten günümüze elektronik sanayi için neler söyleyebilirsiniz?
Söze buradan başlamak lazım diye düşünüyorum. Şimdi elektronik bir kere bir ana bilim dalı. Elektronik teknolojileri ve elektronik sanayi de, temel teknolojiler ve temel sanayidir. Ve bugün elektronik sanayi ürünlerinin insan hayatının her noktasında, her yerinde bulunduğunu gözlemliyoruz. Elektronik sanayi ürünleri insanın eğlencesinde, sağlıkta, eğitimde, güvenliğinde çok büyük ölçüde kullanılıyor. Bununla beraber diğer sanayi dallarına da bir destek veriyor daima. Onların verimliliğinin artırılmasında, onların kontrol kumanda sistemlerindeki ihtiyaçlarını karşılamada, her yerde elektronik sanayi ürünleri mevcut ve elektronik sanayi öyle ki insan yaratıcı gücünün en fazla uygulamasının bulunduğu bir yer.
Bu sebeple çok önemli. Şimdi elektronik sanayi nasıl başlamış, bir kere bütün dünyada geriye gidersek bir takım teorik fizikçilerin, Faraday gibi Maxwell gibi çalışmalarından daha sonraki elektronik teknolojilerinin, elektronik ürünlerin ortaya çıkmasında çok faydalanılmış. Hertz’in denemeleri büyük ölçüde yardımcı olmuş. Marconi mesela, 20. asrın başlarında ilk telsiz telgrafı ortaya attığı ve başarılı olduğu vakit Marconi aynı zamanda bir bilimadamı, bir teknisyen ve çok iyi de bir iş adamı. Çok başarılı olmuş bir İtalyan ama gitmiş İngiltere’ye yerleşmiş ve hem İtalyan donanmasına, hem İngiliz donanmasına bir takım şeyler yapıp satmış.
Şimdi elektronik sanayinde ve bugünün kullanılan elektronik ürünlerine ulaşmada bence asıl dönüm noktası, De Forest denilen bir Amerikan bilim adamının 1907 senesinde diode tüpüne ki o sıralarda deşarj vs. gibi olaylar belli diode tüpüne bir elektrot ilavesiyle Triode’ı bulmasıdır. Bundan sonra amplifikasyon, osilasyon gibi olaylar elektronik içerisinde meydana getirilmiş. Özellikle amplifikatörün ortaya çıkarılmasıyla çok büyük gelişmeler sağlanmış. Bu arada bunlardan evvel daha sonra elektronikte çok kullanılacak olan telgraf ve telefonun icadı var. O sıralarda elektronik cihaz yok. Bunlar sadece basit elektrik akımının çeşitli şekilde kullanılması ile Mors telgrafı elde edilmiş.
Daha sonra Graham Bell telefonu bulmuş ama buralarda hala elektronikten ziyade elektrik söz konusu. Kablo ve elektrik akımını kullanmak suretiyle gerçekleştiriliyor. Belki telefon cihazı biraz bugünün elektroniğinin içerisinde olan bir şey. Ama sonradan, De Forest’in buluşundan sonra bütün bunlarda çok büyük gelişmeler sağlanmış. Mesela telefonun o sıralarda çok geliştirilmiş olmasına rağmen uzak mesafeye sesin iletilmesi çok zor, kablolardaki zayıflıklardan ötürü ama işin içine amplifikatör girince, kuramportör cihazları, taşıyıcı akım cihazları geliştirilip yapılınca çok süratle dağılmış. O kadar ki bunlar için gerekli olan frekans bandını temin edebilme, frekans bandını taşıyabilmek için de iletişim yollarında yine büyük gelişmeler sağlanmak gerekmiş. İşte kablolarda bir takım gelişmeler olmuş, simetrili kabloya koaksiyel kablo, onun arkasında fiber optik kablo bu bir gelişim süreci gibi.
1. Dünya Harbi’nden sonra yavaş yavaş telsiz telefon, radyo alıcıları geliştirilmiş ve giderek yaygınlaşmış ama 2.Dünya Harbi’nde oluşan birikim elektronik ve elektronik sanayine çok büyük bir ivme kazandırmış. Radarın yapılması, televizyonun ortaya çıkması hemen 2.Dünya Harbi sırasında ve onu takip eden yıllarda mümkün olmuş ve çok büyük bir gelişme yaşanmış.
Daha sonra De Forest’in triodu bulmasından sonra ama sadece triod ile kalmamış bu iş, elektron tüplerinin envayi çeşitleri yapılmış. Onlar da küçültülmüş falan fakat bir takım düşüncelerin hayata geçirilmesi ancak 1948 senesinde Bell laboratuvarlarında yarı iletken teknolojisinin geliştirilip transistörün bulunması ile başlamış ve ondan sonra da çok hızlı bir gelişme meydana gelmiş. Bell laboratuvarlarında transistör keşfi sonrası yarı iletkenlerle, yarı iletken alanındaki gelişme çok süratle meydana gelmiş. İşte entegre devreler ortaya çıkarılmış. Intel bugün de hala mevcut olan şirketi Noyce ve Moore iki ortak tarafından kurulmuş. Entegre devrelerde çok büyük gelişme yaşanmış tabii bunun yanında başkaları da var ve entegre devlerin yoğunluğu giderek artmış. Hatta Moore kuramı vardır. Moore Kuramı’na göre her 18 ayda, 24 ayda bir elektronik devrelerin yoğunluğu iki katı artar.
Fikret Yücel’in amatör radyoculuk dönemi, Ptt-Arla, Teletaş derken kitabınıza bakınca hiç boş durmamışsınız, uzun ve dolu dolu bir meslek hayatı…
Evet hiç boş durmadım. Bu işin Türkiye’de başından itibaren çok yakın zamanlarına kadar faaldim.
Ne zaman başladınız?
Ben 1950 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’nden mezun oldum. O andan itibaren değil de ondan önce benim amatör elektronikçiliğim var. Yani öğrenciliğim sırasında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde hatta lise öğrencisi olduğum zamanlardan kalan bir amatör elektronikçiliğim var.
Fikret Bey onu soracağım, sizin kitabınızı okudum. Geçmişten bugünlere, Tahsin Saya‘nın size yazdığı bir mektup var. Finalde iki mekandan bahsediyor. Onunla ilgili bize neler söyleyebilirsiniz
Kör Ziya, yani o yüksek kaldırımda, biz gidip oralarda kendimize parça arardık.
Ondan transformatör alırdık.
Kendisinin başka cihazlardan sökmüş olduğu parçaları bize satardı. Biz de ondan alıp kullanırdık.
Ne yapardınız onlarla?
Radyo alıcısı daha ziyade. Ondan evvel, radyo alıcısına kadar, benim orta okulu bitirdiğim zamanlarda ki bu 40′lı seneler, harbin ortası… Galen diye bir şey vardır. Bilmem hiç gördünüz mü, duydunuz mu? Bu bir kurşun sülfür aslında parlak, buruşuk yüzlü bir alaşım. Bu bir yarı iletken ama kullanıldığı zaman, bizim kullandığımız zamanda yarı iletkenin ne olduğu, nasıl çalıştığı belli değil. O sıralarda bunun üzerinde biz iki tane toplu iğne ile uygun nokta bulurduk işte bir yere bir bobin, bir taraftan da antene bağlar, bir de kulaklık ile bunu radyo alıcısı olarak kullanırdık. Yani böyle başladı benim amatörlüğüm. Sonra radyonun kendisini yapmak gibi. Radyo tamir etmek gibi. Bir ara amatörlüğümde kazandığım bu beceri, benim geçimime yardımcı oldu. Radyo tamiri yaptım mesela uzun süre.
İlk radyo, ilk amplifikatör üretimi… Mesela 1951 yılında Nevtron diye bir firma kurumsal olarak başlamış. Şu anda pek izini bulamıyoruz.
Yani Nevtron, bulabildiniz mi? Ben de tanıdım ama onlardan öğrendiklerimi unuttum. O tarihlerde sadece Nevtron değil, Zer Elektronik vardı. Zer isimli bir Ankara firması. Bunlar da amplifikatör yaparlardı. Küçük kasabalarda falan ses düzenleri yapılır, belediyenin halka hitap etmesi için bir takım bildiriler yayması için ses düzenleri kurulurdu. Onun amplifikatörlerini yapardı mesela Zer. Hilkat Bullu diye bir firma vardı yine bu 40′lı, 50′li yıllarda. Daha ziyade 50′li yıllarda Hilkat benim arkadaşım da oldu, rahmetli oldu şimdi. Oğlu hala hayatta mıdır, faal midir bilmiyorum. Hilkat’te bayağı jandarma ihalelerine girer, onlara telsiz cihazları yapardı ama nasıl yapardı ,çoğunlukla Marconi’nin ya da başka firmanın cihazlarını alır, onu kopya ederdi aşağı yukarı.
Lisansız mı ?
Lisanssız tabi. 2 tane 3-5 tane yapıyor.
O zaman henüz lisanslı üretim modeline geçmemişti Türkiye, öyle mi?
Yok, yok tabi. O 30 metrekarelik yerde çalışıyordu, işi gücü buydu ama çok bilgili, çok becerli bir insandı. Yani bilerek yapardı, oturup onu dizayn etmesine ne imkanı var, ne vakti var, ne parası var. Onun için yol kopya etmekti. Öyle Reverse Engineering falan değil. Düpedüz kopya edilirdi ve böylece hayatını kazanırdı.
50′li yıllar nasıl gelişti peki Fikret Bey ? Bu 3 tane ana üretici saydınız hatırladığınız. 1958′de kota ihalatı rejimini yazmışsınız kitabınızda, onun için neler söyleyebilirsiniz?
O da gerçekten bir dönüm noktasıdır. Zaten ben Türkiye’deki elektronik sanayi demeyeceğim çünkü 1958′den önce sanayi falan yok. Demin söylediğim gibi meşguliyetler öyle çok basit atölyelerde yapılıyor. Böyle kişisel ne kaydı var, ne kuydu var, ne araştırması var bir takım kopyacılık tarzında bir yerde bir şey öğrenmiş, onu yapıyor.
Türkiye hiçbir zaman kurtulamadı bu şeyden, bir cari açık dediğimiz olaydan, bu Türkiye’nin ekonomisinin hastalığıdır. O tarihlerde de var, o zaman dövizdi bunun adı.
Dışarıdan döviz temin etmek mümkün değil çünkü Türkiye’nin dışarıya satacak malı alacağından çok daha az. Bunun neticesi olarak zaman zaman bazen de büyük yatırımlar falan yapınca dövize ihtiyaç çok artıyor. Büyük açıklar veriliyor. İşte 50′li senelerin ikinci yarısı böyle bir dönem yaşıyor Türkiye ve artık hiçbir şeyi dışarıdan ithal etmenin imkanı olmayan bir dönemdi. Benzin yok, çikolata yok, o yok, bu yok. Onun için ithalata bir kota sistemi getirildi. Şu sektör için, bu sene bilmem ne kadar, şu kadar milyon dolar. Bunu aşmayacaksın, bunun içinde kalacaksın, diye kotalar kondu. O kotalar konunca tabi o para hiçbir sektörün ihtyacına yetmiyor, ithalat için. Bir takım ithalat kısıtlamaları oldu. Radyo ithal edilemiyor o zamanlar. Ne yapalım dendi. O zaman radyonun bir takım Component‘lerine ithal müsadesi verildi ve Türkiye’de montaj sanayi denilen sanayi dalı o zaman başladı. Ne yapılıyordu? Baştan burada bir tek çivi bile çakılmıyor. Her şey torbalar içerisinde geliyor. Şeması da geliyor, onlar da burada monte ediliyordu.
Henüz bir tasarım söz konusu da değil, doğru mu?
Tasarım falan hiçbir şey yok. Hatta bazı firmaların parçalarını getiriyorlar dışarıdan. Onun montajı sırasında kendisine yardım edecek elemanı da getiriyorlar buraya. Böyle başladı.
Peki Fikret Bey 50′lerde telefonun, telekomünikasyonun durumu neydi Türkiye’de?
O felaket tabi o zamanda. Yine aynı şey. Tabi her şey ithalata bağlı olduğu için, elektronik ile alakalı her şey ithalata bağlı olduğu için, Ptt Genel Müdürlüğü var o zamanlar şimdiki Türk Telekom’un yerine ve Ptt Genel Müdürlüğü’nün yatırımları var. Burada temin edebildiğine bakır teli bile dışarıdan getirmek mecburiyetinde.
1950′lilerde hiç mi üretim yoktu?
Yani belki enjekte direk dediğimiz, direk şeyi başladı bir ara. Yani o havai hatlarını taşıyan direklerin kendisi bile, dış etkenlere tahammül edebilmeleri için bir kimyasal şey enjekte edilir onlara, o ameliye bile burada yapılamıyordu. Onlar enjekte edilerek dışarıdan geliyordu. Sonra o enjeksiyon işi burada yapılmaya başlandı. Fincanlar, porselen yani o tellerin bağlandığı, izolam elemanlar onlar dışarıdan geliyor. Dediğim gibi bakır telin uygun şekilde çekilemediği için onlar dışarıdan geliyor. Bir tek burada montajı yapılıyor. Şimdi yavaş yavaş bunların sanayisi kuruldu.
Peki Crossbar’la kıyaslandığında telefon kalitesi nasıldı?
Crossbarlar daha sonra. Onlar 1960′lı yıllarda.
Farkı nedir ve 50′li yıllardaki telefon sistemi nasıldı?
50′li yıllarda Crossbar yok. Endirek seçmeli telefonlar var. Bir takım şeyler var evvela düşey hareket eder, çevirilen şeye göre ondan sonra yatay hareket eder.
O iki hareket sonucunda aranan hizasına gelir. Sellektör dediğimiz şeyler var. Onlarla otomatik santraller var. Otomatik santralden öte daha evvel manuel santral var. Paralel de aynı şekilde yürümüştür. Birlikte yürümüştür yani. Manuel santral basit. Onların da işte merkezi bataryalı olanları var, lokal bataryalı olanları var. Bu arada belki madem telefondan açıldı, Ptt’nin bir de fabrikası var. Ptt Fabrikası adı.
Ne üretiliyordu orada?
Bugün Gülhane Parkı’nın ön tarafında bir bina vardır, tam caddeye bakan. Onun içinde olan bir bina. Bu ne yapıyordu? Bayağı eski bir mazisi var aslında. Kuruluşu 1800′li yıllardadır ve bir takım mors telgrafı için gönderen ve alan, o mors alfebesine ait işaretleri göndermeye yarıyan manüple dediğimiz şeyleri yapar, bunların öbür taraftaki, karşı taraftaki alıcılarını da yapardı. Öyle ki bu ilk kurulduğu yıllarda Paris’ten madalya falan almış. Gayet iyi başlamış ama sonradan gelişen teknolojiyi takip etmediği için hep orada kalmış. Benim bildiğim zamanda bunları hala yapıyordu, tamir de ediyordu. Bir de bu telgraf muhaberatında kullanılan Löklanşe Pilleri var. O pilleri yapardı ve çok titiz bir müdürleri vardı. Allah rahmet eylesin. Bunları merkezlere gönderir, ihtiyaca göre bu pilleri bazı kimseler istismar ederler. Mesela o sıralar yeni başlayan pilli radyolarda o radyoların beslemesinde kullanırlar. O da onları takip eder, bu pilin ömrü ve sürekli benim pilin ömrü bitti, bana yeni pil gönder, diye talepte bulunur. Oranın müdürünün de bütün işinin yarısı bu pillerin takibi ile geçerdi ki pillerin artık bitmemesi lazım neden benden istiyorsun, diye sualler sorardı. Yakın zamana kadar ayaktaydı. Hala var mı şimdi bilmiyorum bu Ptt Fabrikası.
Sonradan bizim Teletaş’ın; evvela Ptt Arla’nın sonra Teletaş oldu, binalarının arkasında bir binası vardı. Onları elden çıkardı şimdi zaten Teletaş ile sattı. Ptt Genel Müdürlüğü’nündü o arazi. Ptt fabrikası ve Ptt Arla’ya. Biliyor musunuz yerini bilmiyorum.
Ümraniye’de bu Netaş’ın olduğu arazi mi?
Netaş ile yanyana ve hatta oradaki otobüs durağının ismi hala Ptt Arla’dır. Arla duruyor kendisi yok.
Peki 1964‘teki montaj sanayi talimatnamesi için neler söyleyeceksiniz?
Yani böyle başladı Türkiye’de denilebilir. Sanayi, elektronik sanayi ama bir montaj sanayi olarak başladı. Sonradan yavaş yavaş bu kota sistemine zannediyorum 64 yılında bir montaj talimatnamesi çıkardı sanayi bakanı ve orada artık öyle her şeyin ithaline müsade etmiyordu. Bir takım parçaların yerleşmesini temin edecek baskılar uygulamaya başladı ve onlar yavaş yavaş yerli yapılmaya başlandı. Dedim ya ilk başladığında montaj sanayinde bütün parçalar vidasına kadar torbalar içerisinde buraya geliyor ve bunlar burada monte ediliyordu. Yani kalan sadece işçilik ve öyle yapılıyordu. Sonra yavaş yavaş bu parçalar yerlileştirilmeye başlandı. Mesela transformatörlarden başlandı bunlara. Transformatörin ve bobinlerin ithalatı yasaklandı. Evet. Yavaş yavaş bu yasaklar arttı. O tarihlerde Printed Circuit Board‘lar yeni ortaya çıkmış, onlar hazır gelirdi. Onlar burada yapılmaya başlandı.
Aslında Fikret Bey, çok ilginç, benim dikkatimi çeken bir konu var. 1937′de bir telsiz kanunu çıkmış ve bu elektronik sektörüne bir baskı gibi gelişmiş.
Yani çok kolay değilmiş bir yandan da elektronik Component‘leri getirmek. Bir baskı varmış. 12 Mart’ta elektronik şeylerden tutuklananlar olduğunu duydum. İkisi böyle birbiriyle çok çelişen şeyler değil mi? Bir yandan bazı şeyleri yerli istiyorsunuz ama diğer yandan da elektronik komponent‘lerine bir kısıtlama, bir denetim var. Onu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi şöyle, o meşhur telsiz kanunu şimdi geçerli değil. Hala bir telsiz kanunu var da tabi oradaki cezai hükümlerde, yasaklarda büyük değişiklikler meydana geldi. Bence Türkiye’de amatör elektronikçiliğin gelişmesini engelleyen bir faktör olmuştur o zamanki telsiz kanunu. Benim söylediğim zamanlarda o benim yaptığım şeyi yapmak bir cesaret işiydi. Yani bu o kadar büyük olaylar olur, öyle dedikodular duyardık ki, işte adamın birisi Bulgaristan radyosunu dinliyormuş. Büyük anten koymuş. Götürmüşler sorgu sual etmişler. Tırnaklarını sökmüşler. Bunlar ne kadarı doğrudur bilmiyorum, ben de çocuktum o zamanlar. Bu dedikodular hep kulağımıza gelirdi.
Bunlar Türkiye tarihinin aslında hiç bilinmeyen noktaları.
Bunları yaşayanlar biliyor, ben biliyorum ve yazdım da bir çok yere. Konuştuğumda da söyledim.
Ama kısaca şunu söyleyebiliriz Telsiz Kanunu, Türkiye’de elektroniğin, amatör elektronikçiliğin, amatör radyoculuğun ki asıl adı öyleydi, gelişmesini engellemiştir. Çünkü biz korka korka yapardık. Bunun bir de hikayesi vardır, bilmem onu kitapta yazmış mıyım.
Saadettin Sinman diye bir arkadaşım oldu benim sonradan. ODTÜ’de hocaydı. Konuşurken anlaştık ki biz aynı dönemlerde amatör radyoculuk yapmışız. Şimdi Saadettin Sinman, Rıhtım Caddesi var Kadıköy’de bilir misiniz? Rıhtım Caddesi o tarihlerde 40′lı yılların başlarını söylüyorum. O tarihlerde öyle taksi falan yok. Yahut olan ellerin parmaklarının sayısı kadar fayton kullanılır. Bu faytoncuların yerleştiği bölge. Başka yerlerde de var ama orada yoğun bir şekilde var. Faytoncuların nasıl evleri, altı ahır arabasını ve atını koyuyor. Üstte kendisi oturuyor.
Şimdi Saadettin’lerin evi de bunların ortasında bir yerde. Saadettin de meraklı benim gibi. İşte evinde bir takım elektronik komponent‘ler, Kör Ziya’dan aldığı şeylerle bir takım devreler yapıyor. Osilatör yapıyor mesela. Osilatör böyle ultrasonik sesler çıkarıyor, insan duymuyor ama yanındaki, iki ilerisindeki atlar kişnemeye başlıyormış ve ailesi Saadettin’in endişe içinde birisi duyar da söyler, bizim oğlanın ne yaptığını bilmez, başımız belaya girer, diye endişe içersinde yaşarlarmış. Bu işte telsiz kanunun şeyleri. Şimdi telsiz kanunu filanca parçanın ithali ile meşgul olmuyor. O bitmiş cihazın veya bir yerin dinlenmesini, bir yere haber gönderilmesi gibi şeylerle ilgili. MİT’in sahasına giren yasaklar var daha ziyade. Onun için onunla bu montaj sanayinin parçalarının gelip gitmesinin arasında pek bir ilişki kurulmadı zaten ama o parçaları getirip de eğer ondan böyle çalışan bir radyo yaparsanız, bir verici yaparsanız özellikle işte o zaman tepenize biniyordu. Bu yakın zamana kadar da devam etti yani.
Ptt-Arla’nın kuruluşu için neler söyleyebilirsiniz?
Bence bu ortada Ptt-Arla’yı muhakkak anmak, zikretmek lazım. Ptt Arla, 1962′de kuruldu ilk defa. 63-64′te kuruldu ve nerede kuruldu? Mısır Çarşısı‘nın içinde, orada bir Ptt’nin telefon santrali vardı. O santralin, o zamanlar yeni inşaat halindeydi, orada kendisine bir yer tahsis edildi. Soğuk kış, evvela 60 metrekarelik bir yer. Sonra büyütüldü 600 metrekare oldu. Sonra Ümraniye’ye taşındı, 6000 metrekare oldu. Ondan sonra Dudullu’daki yeri de aldı 60.000 metrekare oldu ama sonra sıfırlandı. Tabi o söylediğim 60.000 metrekare Teletaş zamanına aittir. Ptt-Arla ne yaptı o sıralarda, biraz evvel bahsettik Ptt her şeyini ithal etmek mecburiyetinde ve ihalelerle işini yürütüyor.
Yani şimdi ne lazım telefon haberleşmesi için. En fazla talep edilen oydu çünkü. Kablo lazım, telefon santrali lazım, telefon makinesinin kendisi lazım. Bunların hepsi ithal. Şimdi yapan kimselerde farklı. Bunları farklı ihalelerle alıyorsunuz ve uzak mesafe için ya telsiz telefon sistemi lazım, radyolink sistemi lazım, kuranmportör sistem lazım. Bunların arasında paralellik bulamıyorsunuz. Hepsinin burada mümessili var. Rekabet, aralarındaki çekişme, sen aldın, ben aldım dedikodular, şunlar, bunlar, iki de bir ihaleler iptal edilir. Kablo şebekesini döşersiniz, telefon santrali yok. Telefon santrali olur, uzak mesafe haberleşmesi için kuramportör yok, şu yok, bu yok. Yani hepsini bir araya getirmek mümkün olmaz. Yani bir yatırımı burada yaparsınız öbürkü burada olmadığı için ondan da istifade edemezsiniz. Yani çok sıkıntılı bir dönem yaşıyor Ptt.
60′ların başı değil mi?
60′ların başı ve öncesi. 60′ların başında da durum böyle. Şimdi bunu ne yapacak. Oturtup Ptt Genel Müdürlüğü, yaptığı ihalelerin birinde dedi ki bu sefer ben telefon santrali alacağım ama bu işi alan firma burada, fabrikada kuracak.
Fabrika Kuramportör cihazları mı üretecek?
Hayır, o santral için ayrı yapıldı bu iş. Kuramportör işini Ptt-Arla olarak biz aldık üstümüze. Ben eski bir Ptt mühendisiyim aynı zamanda. Ptt mühendisleri arasında kuramportör sınıfı var, daha o sıralar radyolink yok. Bunlar elektronikçiye, elektroniğe en yakın insanlar var, havi hatta bakanlar var, iç şebekeye, yer altına kablolarına bakan mühendisler var falan. Bunların pek elektronik ile ilgileri yok. Kuramportörcüler elektronik devreler ile meşguller ve hep ithal edilmiş kuramportör sistemleri bir müze gibi Türkiye. Her dönemden, her firmadan gelmiş olan cihazlar var.
Kuramportör sistemleri 50′li yıllardan itibaren mi ithal edilmiş Fikret Bey ?
Yani kesit olarak öyle. Daha önceden kalanlar da var. Mesela 40′lı yıllarda Almanlar’ın bize hibe ettiği MG15 bir kuramportör sistemi var. Bu 40′lı yıllarda Türkiye’ye gelmiş. Montajı yapılmış. Bu iki tane sistemdir.
Montajı da yabancılar mı yapmış yoksa Ptt mi?
Yabancılar yapmışlar. Ondan sonrasını biz yaptık. İki sistem var. Bir tanesi İstanbul-Ankara arasında öbürü de Türkiye’nin Trakya tarafına gidiyor, devam ediyor Bulgaristan’dan, Bükreş’e kadar gidiyor.
Oradan da onların daha ileriye giden cihazlarına bağlanmak suretiyle Türkiye’nin bütün dünya ile olan telefon irtibatı sağlanıyor. O MG15 ile. MG15 standart bir sistem değil. Almanların Rusya’yı işgalleri sırasında o askeri maksat ile geliştirdikleri bir sistem. Sözüm ona portatif ama her biri 200 kg ağırlığında çok ağır sistemler. Bütününde böyle 7-8 tane frame var, bu framleri söküp, ayrı ayrı kolayca nakledip, kolayca monte edebiliyorsunuz. Askeri amaçlı bir sistem. O cihazdan iki tanesini de bize vermiş Almanlar. Repetörleri ile beraber. O tarihlerde, 40′lı yıllar. 40-42 falandır zannediyorum o kadar erken. Yine Standart Elektrik’in bazı sistemleri var çok enteresandır. Bunların bir bobini var mesela bu kadar. Karbon direnci yok mesela ellerinde. Telle imal edilmiş dirençler var. Böyle sistemlerin işletmesini yapıyorduk biz. Buradan neredeyse transistörlü cihaza kadar her türlü cihaz var elimizde. Neredeyse değil, öyle ve hepsi de ayrı firmalardan. Şimdi ama bu hayatı yaşamış olan kuramportör teknisyenleri ve mühendisleri elektroniğe vakıf. Elektroniğe iyice şey etmiş. Öyle bir şey ki şimdi adam gelmiş MG15′i kurmuş bir kitap bırakmış, bir de kötü tercüme yapmış. Anlaması mümkün değil. Doğru düzgün şemaları yok. Oranın mühendisleri, o tarihin mühendisleri oturmuşlar bunları teker teker fiziki yapı üzerinde takip ederek şema çıkarmışlar. Yani her dönemin, her türlü çözümün bilgisini onlardan almışlar. Büyük bir birikim var. Dolayısıyla Ptt- Arla aslında Ptt Araştırma Laboratuvarı adı. Ptt- Arla onun kısaltılmışıdır. Kurulduğunda amaç bir şey imal etmek değildi ama o tarihlerde bir de şey var. Biliyoruz diğer Ptt idarelerinin şöyle takiğ ettiği bir politika var. Onlarda da sanayi var ama sanayi Ptt’ye ait cihaz geliştirmiyor. Ptt idaresinin kendisi geliştiriyor cihazını, kendi laboratuvarında. Al, diyor bana 500 tane yap, diyor mesela ve onun imalatı sırasında, imalat bittiği vakit kontrolünü fabrikasında yapıyor. Şimdi bu fikir bizde de şey etti. Yani Ptt olarak böyle bir düşünceyle, Ptt-Arla kuruldu ama oturuldu bir takım şeyler dizayn edildi. Baktık ki dizayn etmekle bitmiyor, oturduk imalata da başladık.
İlk imalatlarınız ne üzerineydi Fikret Bey?
İmalat başlangıçta havai hat kuramportörleri ile başladı. O sırada dediğim gibi radyo ring yok Türkiye’de ve çok sayıda havai hat var. Havai hatlar üzerinde de ithal edilmiş MG15 ilaveten 3 kanallı, 2 kanallı envai çeşit kuramportör sistemi var. Teletron’un var, General Electric’in var, Philips’in var, var oğlu var. Şimdi bizde şöyle bir fikir ile başladık özellikle karadeniz sahilinde çok sık yerleşim merkezleri var. Bunların aralarında havai hatlarlarla irtibat var ama ne yapıyor, fizik devre üzerinden konuşuyor. Çok nadir olarak 3 kanallı kuramportör var. Bir özel sistem yapalım dedik. Tek kanallı kuramportör. 1+1 ve 1+2 sistemi geliştirdik. Standart şeyler üzerinde 3 kanal şey ediyor. Bu sistem fevkalade tuttu o kadar çok kullanıldıki Türkiye’nin ihtiyacı da böyle zaten. 1 kanal ilave etseniz yetiyor ki bu 2 kanal ilave ediyordu. Geliştirilen 2 kanallı sistemlerle bütün Türkiye donatıldı. Bundan binlerce yapıldı.
Kaçla kaç yılı arasında? 64-70 mi?
60′lı yılların başlangıcından bu devam etti; 70, 80′lere kadar bu cihaz kullanıldı. Hatta daha uzun süre. Hala var mıdır bilemiyorum.
1970′li yıllarda bir Crossbar teknolojisi geldi. Cross Bar santralleri de bu hatları mı kullandı?
Crossbar telefon santrali. Ben şimdi şeyden bahsediyorum. Bu uzak mesafe haberleşmesinde telefon irtibatı temin etmek için yani 100 metre aralıklı küçük kasabalar, şehirler arasındaki telefon irtibatını temin etmek için kullanılan cihazlar bunlar. Şimdi bu arada, buna paralel olarak Ptt-Arla bu faaliyete başladı ve devam ederken Netaş kuruldu. 68 yıllarında. Netaş kuruldu. İşte demin bahsettiğim ihale neticesinde Northern Telekom Netaş’ı aldı. Northern Electric, o zamanki ismiyle ihaleyi o aldı. Ümraniye’deki satın alınan arsa bizim Ptt-Arla’nın arsası ile Netaş’ın arsası birlikte alındı. Ptt Genel Müdürlüğü ile birlikte aldılar o Netaş’ın arazisini, oraya da fabrika kuruldu ve Crossbar santralleri orada ve telefon makinalarıyla beraber imalata başlandı.
Netaş ve Ptt-Arla birbirini nasıl tamamlıyordu?
Birisi başlangıçta telefon santrali ve telefon makinası yapıyordu. Biz Ptt-Arla’da uzak mesafe haberleşmesi için evvela kuramportör sistemleri, taşıyıcı akım sistemleri, daha sonra da radyolink sistemleri yapıyorduk. Yani kısa mesafe haberleşmesini Netaş; biz de uzak mesafe haberleşmesini temin ediyorduk. İşte sonra Ptt Arla’nın bu 2 kanallı kuramportörlere standart 3 kanallı kuramportörler, 12 kanallı kuramportörler, telegraf kuramportörleri; daha sonra koaksiyel kablo ve radyolink üzerinde çalışacak daha yüksek hiyerarşik düzeyde 60 kanallı, 120 kanallı, 960 kanallı sistemlere kadar imal edecek hale geldi.
Şimdi önemli olan bir nokta var, PTT-Arla kendisi üreten bir fabrika olarak kurulmuştur. Bu bakımdan kendi araştırmasını kendisi yapan Türkiye’deki yalnız elektronik sanayi içerisinde değil, bütün sanayi dallarında bu örneği ilk defa vermiş olandır.
Uzun senelerde böyle kalmıştır. Netaş dahi bizimle rekabet edebilmek için bu yola girmiştir zaman içerisinde. Netaş’ta başlangıçta uzun seneler kendi araştırmasını falan yapmamıştır tamamen hazır olarak kendisine verilen Know-How anlaşmasına dayanarak bir takım cihazlar üretmiştir, çok faydalı. Sonradan kendi araştırmasını da yapmaya başlamıştır ama ilki Ptt-Arla’dır ve bunu takip eden Teletaş’tır. Tabi Teletaş haline geldikten sonra çok çeşitli yollarda, yalnız havai hatlar üzerinde çalışan kuramportör sistemler, koaksiyel kablo üzerinde çalışan kuramportör sistemleri, taşıyıcı akım sistemleri, fiberoptik üzerinde çalışan sistemler, onların alt teçhizatı ve sonra bizatihi radyo linkin kendisi.
Radyolink ilk ne zaman geldi Fikret Bey?
Radyolink bir kuzey radyolink sistemi, ondan sonra güney radyo link sistemleri vardı. Nato anlaşmalarından sonra geldi Türkiye’ye.
Kaç senesiydi?
1955… 50′li yılların ikinci yarısı. Yani Türkiye Nato’ya girdikten sonra.
Sonra Radyolink sistemlerini biz mi üretmeye başladık?
Biz yine Teletaş olarak evvela Ptt-Arla iken bir 60 kanal kapasiteli bir radyolink sistemi imal ettik.
Kaç senesiydi hatırlıyor musunuz?
70′li yılların birinci yarısı. Sonradan, Teletaş kurulduktan bir süre sonra, kurulduğu sıralarda bir yabancı ortak aldı. Sonradan Alcatel olan o sıralarda ITT’ydi. ITT’nin Belçika’daki temsilcisiydi. Oradaki fabrikasıydı. Onunla bir Know-How açıklaması yapıldı. Ona ve Sistem 12′lerin imalatını yapmaya başladılar.
Sayısal santral dönemi başlıyor. Sistem 12 Alcatel’in ürünü müydü?
Evet, evet. Alcatel’den evvel ITT’nindir. Alcatel ITT’nin Avrupa’daki fabrikalarını alınca onunla beraber sistem 12′nin haklarıda ona geçti.
Netaş eski genel müdürü Tanju Bey ile görüşmüştüm. Ptt bir ihale açmış bunun sonrasında ilk önce Elektronik Santral önermişler sonra dijital istemiş Ptt’de dönemin genel müdürü. Bunların üstüne mi sizler Sistem 12′yi devreye soktunuz? Bu ihale sonrasında mı?
Tabi. Şimdi şöyle Crossbar’lar artık demode olmaya başladı. Söylediğiniz şey çok daha yakın zamana aittir. 1980′lerde.Ve bütün dünyada yavaş yavaş elektronik santraller kullanılmaya başlandı ve analog elektronik santraller kullanılmaya başlandı. Ptt’de böyle bir ihaleye çıktı ama bu ihalede, ihaleyi alan kişi bunu yapamadı, firma yapamadı. İhale iptal edildi. Yeni ihalede bu analogtan, dijital santrale döndü ve sonradan bunu Netaş, Northern Telekom aldı. Yavaş yavaş Crossbar‘lar yerine bir süre birlikte imal edildi DMS‘ler, sonradan Crossbar‘lar tamamen tasviye edildi. Aynı tarihte Ptt‘de tüm bunlar birbirine karıştı. Ptt-Arla’nın özelleştirilmesi, özelleştirme dediğim de birine satmak değil, şirketleştirilmesi diyelim mevzubahisti. Ptt de tek kaynakla çalışmaktan bizar olmuş her şeyde iki kaynak olsun istiyor. Onun için Ptt-Arla’nın da şirket haline gelirkenki ismi Teletaş olacak, Teletaş’ın bir başka dijital santral imal etmesini istedi.
Yani burada Netaş ve Teletaş rakip mi oldular birbirlerine?
Burada rekabet asıl oradan başladı. Biz o sırada ikinci santrali tabi, Northern Elektrik dışında, DMS dışında bir santral olacaktı, bütün dünyadaki santralleri tetkik ettik, yaptıklarını baktık ve sistem 12′yi seçtik. Bunlar hep aynı tarih, gerek Ptt-Arla’nın şirketleştirilmesi, Ptt-Arla’dan Teletaş’a geçiş, Crossbarlar’dan DSN’e Teletaş’ın geçişi ve Sistem 12‘nin Teletaş içerisinde imalatı. Birkaç ay farklıyla aynı tarihlere rastlar.
Peki, 80′li yıllarda dijital santral işi nasıl gelişti?
Dijital santral dediğim gibi evvela tamamen bir lisans anlaşmasıyla, aynı Netaş’ın Northern Elektrik ile yapıldığı gibi. Sonradan biz Teletaş olarak kendi küçük santralimizi yapmak istedik. Tamamen kendi prensibimizde.
Köylere dağılması için mi?
Evet, köy santrali gibi. Epeyce de ilerlemişti bu santral ama orada özelleştirme oldu yani bizim içimizdeki yabancı ortağın sermaye payı %50′nin üzerine çıktı, çıkarıldı. Onlar bu araştırmayı durdurdular. Kendilerine rakip olması, kendi cihazlarına rakip olması dolayısıyla, olabilir endişesiyle bunu durdurdular. Hatta bu santralin geliştirilmesi için Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı’ndan destek de alınmıştı.
1950′lilerdeki sistemle, bu Crossbar sisteminin, kullanım pratiği olarak farkı neydi Fikret Bey? Mesela bir vatandaşın 50′lilerdeki telefon aramasıyla, 70′lerdeki telefon araması arasındaki kalite farkı neydi?
Tabi bir sürü opsiyonlara sahip. Ayrıca daha çok daha hızlı.
Crossbar daha mı hızlı?
Tabi. Dijital ondan da çok daha fazla hızlı. Bir sürü özellikler ilave ediliyor, bir takım opsiyonlar var.
Hızlı dediğiniz daha çabuk mu geliyordu çevir sesi mesela?
Evet, evet. Arama işlemi de çok çabuk oluyor. Yani o santral içerisinde sizin çevirdiğiniz numaraya ulaşma meselesi çok daha kısa zamanda oluyor.
Şimdi de Türkiye’de bu ihaleyle bu telefon santrali ve makinası kurulması, Ptt-Arla’nın buna göre uzak mesafe haberleşmesiyle ilgili cihazları geliştirip, imal etmesi hem Türkiye’de böyle bir sanayi dalına kurulması ve geliştirilmesine, bunların yıllık toplam imalatları bir ara yarım milyar doları geçmişti. Netaş artı Teletaş’ın. Böylece elektronik sanayi tabi sadece telekomünikasyon cihazlarından ibaret değil. Komponent sanayi var, tüketici elektroniği var. Radyo, televizyon, Tape Recorder gibi şeyler.
İlk büyük özelleştirme Ptt-Arla’nın özelleştirmesi diyebilir miyiz?
İlk örnektir tabi. Bence çok yanlış bir şey olmuştur. Zamansız olmuştur. Teletaş’ın özelleştirilmesi zaten yanlıştır. Özelleştirme tabiri de yanlıştır çünkü zaten Ptt-Arla özelleştirilerek Teletaş kuruldu. Yani Ptt hisselerinin %50′nin üzerindeki kısmı şirketlere satıldı. Dolayısıyla zaten özel bir şirket statüsündeydi. Şimdi bu özelleştirmek değil, yabancılaştırma oldu. Yani yerli ortaklara da tazyik edilerek onların hisselerini bizim yabancı ortağımıza satmaları sağlandı.
TESİD ve TTGV için neler söyleceksiniz?
Ben senelerce TESİD’in başkanlığını yaptım. Onunla paralel olarak ve ondan sonra Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı’nın Yönetim Kurulu Başkanı’ydım bu senenin nisan ayına kadar. Yani 20 küsür sene de oradaydım. Dolayısıyla yani elektronik sanayinin bütün dallarıyla ve hatta sanayinin bütün dallarıyla ilgim oldu, devam etti yıllarca. Hele Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı sadece elektronik sanayi değil Türkiye’de bütün sanayinin araştırma geliştirmesini, innovasyonunu destekleyen bir kuruluş. Dolayısıyla bütün sanayi dalları ile irtibat halindeydi. Dolayısıyla bütün bunlar hakkında bilgim vardır. Tabi komponent sanayi, cihaz sanayicilerinin çok yakın tanıdığı, bildiği, ilişki içerisinde olduğu bir şeydir. Yarı iletken yapanlar, elektron tüpü yapanlar, vs. yapanlar onların müşterisisiniz, onu seçiyorsunuz.
Fiyat bakımından, kalite bakımından onların ürünleri ile yakından ilgilisiniz ama Türkiye’de maalesef komponent sanayi hiç gelişmedi.
TESTAŞ hikayesi, Chip tasarımı ve üretimi… Sizin bir Testaş tecrübeniz olmuş. Nasıl kuruldu Testaş? Kimlerin insiyatifinde?
Testaş, rahmetli Necmettin Erbakan’ın başbakan yardımcılığı, başbakanlığı sırasında üstünde durduğu bir şeydir. Testaş belki iyi niyetlerle ama şekilde kurulmuş bir şirket olmuş oldu. Hiçbir zaman başarılı olamadı ama çok önemli adımlar attı.
Bence siyasi bir takım hatalar yapıldı. Mesela Testaş ne yaptı? Cihaz da yapmak istedi, komponent de yapmak istedi. Testaş’tan bize arda kalan bence en önemli şey Yital’dir. MAM‘da mevcut olan Yital. Testaş’ın bir yarı iletken fabrikası kurulması anlaşması içerisinde kurulmuş bir yerdir Yital. Onu Tubitak MAM mensupları iyice benimsediler, geliştirdiler. Çünkü çok iyi çalışan bir müessese orası.
Duran Leblebici ile görüşmüştüm. Bana şundan bahsetti. İTÜ Teknokent’te yerli çip tasarımına büyük şirketlerin 4-5 tane ortak olduğunundan. Ama çip tasarımının çoğunlukla askeri segmentte yapıldığını ve tüketici elektroniğine henüz geçilemediğinden bahsetti. Siz bu konuda neler diyeceksiniz?
Şimdi Duran Bey muhakkak size ETA Vakfı’ndan bahsetmiştir. ETA Vakfı bu yarı iletken dizaynı daha ziyade ASIC dizaynıyla ilgili bir şeydir. Yital onu yapmıyor. Yital üretim yapmıyor. Yani yarı üretken üretiyor. ETA Vakfı’nın bununla ilgili departmanının tasarlamış olduğu entegre devrelerin imalatını yapıyor, yapabiliyor. Sadece onu değil tabi başka şeyler de yapıyor ama dediğiniz doğru pazar olarak sadece askeri de var. Zaten MAM’ın da daha ziyade askerlerle iyi ilişkileri var.ETA’yı, İstanbul Teknik Üniversitesi ile 5 büyük şirket yaptı. Teletaş vardı bunun içinde. Siemens vardı. Aselsan daha sonra katıldı. Vestel vardı.
Kaçan fırsatlar ve yapılan yanlışlar, 90-94 dönemini biraz bahsedebilir misiniz?
Söylemek istediğim şey o döneme ait. Buralarda yani Ptt mobil telefonda alıcı haline gelmiş ama bunu karşılayacak bir yerli firma çıkamamış. Bugün mobil haberleşmede, Türkiye’de yapılan bir şey yok hemen hemen. Servis kolaylıkları için Software geliştirmeler var ama işin esasında mesela terminal cihazı Türkiye’de, Aselsan’ın işte bir şansız bir talihsiz denemesi oldu orada kaldı. Bizim Suat’ın eski çalıştığı şirketin o da montaj, hala devam ediyorlar mı bilmiyorum. Milyarlarca dolar dışarı gitti ve gitmeye devam ediyor cep telefonlarına.
Cep telefonu üretimi gündeme gelmiş ama ölçeğe ulaşılamadığından girişilememiş bir şey olarak okumuştum.
Ama bu şeyden ileri geliyor. Söyledim ya köy santrallerinin geliştirilmesini yabancı ortak durdurmuştur diye Teletaş içerisinde. Aynı şey bunlar içinde söz konusu olmuştur. Mobil elektroniğine el atma imkanı bulamamış Teletaş, bulamadı daha doğrusu. Aynı şey Netaş için söz konusu ve yeni bir girişimin teşviki yeterli olmadığı için de hiçbir zaman olmadı.
Peki Teletaş mesela araç telefonu yada mobil telefon gibi teknolojilere girmek istemiş miydi?
Yani bu gündemdeydi, düşünülüyordu ama o tarihler sizin söylediğiniz 94 vs. bu Teletaş’ın hisselerinin yabancı ortak tarafından daha doğrusu bir özelleştirme idaresi vardı idare tarafından devlete ait hisselerinin şeye satılmasıyla denge, sermaya dengesi tamamen yabancı ortak tarafına geçtiğinde satın alan şirket, global stratejileri gereği kendisi sahip olduğu cihazların burada pazarlanmasını tercih etmiştir.
Peki, politikacıların elektroniğe katkılarını nasıl değerlendirirsiniz? Demirel, Erbakan, Özal ayrı ayrı katkı ya da köstek sanayi ile ilgili icraatlarını nasıl değerlendirirsiz?
Şimdi yani ben Erbakan’ı çok iyi tanımadım. Aynı tarihlerde aynı okulda okuyorduk ama çok münasebetimiz olmadı. Demirel’i de az tanırım ama Özal’ı çok yakından tanırım. Sınıf arkadaşım benim. Özal çok akıllı bir insan, çok iyi şeyler yaptığını da biliyorum fakat bence bu bazı şeylere fazla saplantılı olmanın zararları da ortaya çıkıyor daha sonra. Örneğin; yani serbest piyasa ekonomisi tamam, hiç birimizin itirazı yok ama zamanında bunu sırf ideolojik, o serbest piyasa ekonomisine uygun olsun diye bir takım şeyleri yapmak, gerekmediği halde, o esnada olmaması icap ettiği halde onun üstüne gitmek çok yanlış oluyor. Bence bunun örneklerinden birisi dediğim gibi, biraz evvel söylediğim gibi bu Teletaş’ın ikinci kademeden özelleştirilmesidir. Netaş aynı şeyin tüketilmesidir. Tersine Türkiye’de bir örnek bırakılacaktı. Çünkü o tarihe kadar kendi kendine göstermiş işte bunları yakinen bilmiyorlar. Bu yabancı sermaye tabi gerekli de çok fazla buna meraklı olmanız bazı yanlar getirebiliyor. Bir takım şeyleri iyi hesaplamak lazım ve böyle ideolojik saplantılarla işe devam etmemek lazım.
Aselsan içinde benzerinin yapılmaya çalışıldığını duymuştum. Bu Marconi’nin temsilcisi gelmiş, Hacim Bey karşı çıkmış, reddedilmiş, sonradan TSK’dan 5 yıl iş almadıklarını söylemişti.
Rahmetli Hacim çok iyi dayandı orada onu biliyorum. Onun bir desteği vardı, o tarihlerde askerlerin kuvveti inkar edilemez. Arkasında orduyla aynı fikirde olmadığı için bundan yararlanılmış oldu bazen. Bazen böyle şeylerin de faydası olabiliyor demek ki. Bizim öyle bir şansımız yoktu çünkü şöyle oldu, bizim derken Teletaş’ı kastediyorum. Teletaş’ın ilk kuruluşunda Ptt %49 hisseye sahipti. Başka türlü şirket olamıyor çünkü. Öbürkiler de yerli ortaklar tarafından şey edilmişti. Paylaşılmıştı. Şimdi yabancı ortağın alınması yine Özal’ın ısrarı ile olmuştur. Ona bizim biçtiğimiz pay %19′du. Turgut Özal bunun %39′a çıkarılması hususunda ısrar etti çünkü bize doğrudan doğruya karışamasa bile %49′un tamamını kontrol etmek elinde. Devlet o zamanlar değil mi? Ptt’ye ne derse yaptırıyor. Ptt’nin ve diğer ortakların bir takım hisseleri satılmak suretiyle bir yabancı ortaya %39 hisse verildi. Daha sonra Ptt’nin özelleştirilmesi adı altında Ptt’nin hisseleri de özelleştirme idaresine devredildi. O da onların elinde. Ondan sonra tuttu onu da bir yabancı ortağa satınca onların Teletaş’ın içerisindeki hisseleri bilmem %50′nin üstüne çıkar. %63-65′lere çıktı. Buna bizim yapabileceğimiz bir şey yok. Aselsan’ın bu avantajı da var. Aselsan’ın bütün sermayesi, işte Silahlı Kuvvetler Güçlendirme Vakfı’na ait. Devlet’in kontrolünde değil .
Peki Fikret Bey son olarak bizim elektronik sanayindeki geleceğimizi nasıl görüyorsunuz?
Tabi genelde çok parlak görmüyorum. Türkiye’deki bu politika ve sanayi yapısıyla, anlayışla, girişim eksikliği ile doğrusu elektronik sanayinde yakın zamanda bir atılım yapılabileceğini beklemiyorum. Mazide de çok büyük fırsatların kaçırıldığını düşünüyorum. Yanlış demin de söylediğim gibi zaten başlamış olan bir gelişmenin önünü kesecek yanlış davranışlar da olduğunu biliyorum. Türkiye’deki siyasi otoritenin böyle gelişmeleri bazen aklı erip veya ikna olup destekleme kararı alsa bile sürekli bunun arkasında durmadığını, bu karakterde olduğunu biliyorum. Onun için çok umutlu değilim doğrusu. Dediğim gibi bu ama ben ne kadar ileriyi görebilirim bilmem. Bazen çok önemli şeyler olur beklenmedik bir takım hadiseler olur. Çok önemli bir buluş olur o her şeyi değiştirebilir ama şu günkü bizim bütün bu yapı içerisinde oluşmuş yapı taşlarının mevcutiyetiyle önemli bir gelişme beklemiyorum.
Şu anda size göre Türkiye’nin bir teknoloji politikası yok öyle mi ?
Yok. Hiçbir zaman olmadı hala da yok. Yani burada bir Kore, bir İsrail de ki gelişmeleri beklemek mümkün olabilirdi. Bakın mesela Kore dedim, 1960′lı yıllarda zannediyorum, 1963′tür ilk planlı döneme geçiş bizde. 5 yıllık kalkınma planları. O tarihte, aynı tarihlerde Kore de aynı şeyi yapıyor. Güney Kore’den bahsediyorum. İkimizin de kişi başına geliri, hatta bizimki biraz daha iyi kişi başına gelir 80 dolar. Bugün Kore 25.000 dolar, biz 10.000 dolar. Mesela Kore bu işi nasıl yapmış. İki önemli şey var. Üstelik Kore’de böyle bizdekine çok benzer askeri müdahalelerle demokraside kesintiler olmuş ama bazı şeylerde süreklilik sağlanmış. Ne de? Eğitimde. General Park diye bir adam var. İşte sonraki yıllarda iktidarı ele geçiriyor 15 sene falan kalmış iktidarda. Sonra da bir yakın adamı öldürmüş onu. Öyle ortadan kalkmış. Bir eğitim seferberliği yapmış. Türkiye’de bu hiç bir zaman olmadı. Ne ortaöğretimde ne yüksek öğretimde.
Bir eğitim yaklaşımı mı geliştirmiş Kore?
Evet. Şöyle ondan sonra bu eğitim seferberliğine başlamış onu devam ettirmiş. Bir noktada sanayi şekillendirmeye başlamış. Tabi Park’tan sonra da devam etmiş bu. Büyük oynamışlar. Samsung denilen şirket meyve ve balık satan bir şirketmiş, ihraç eden.
60′larda mı oluyor?
Daha evvel, 50′lerde. Samsung işte bugünkü haline gelmiş. Şimdi ne yapmış bunlar. Bir takım şirketleri koruyorlar. Eğer serbest piyasa ekonomisi diyorsanız onun içinde bu da var. Yolsuzluk yapmadan ama. İyi kontrol ederek bunları desteklemek. Türkiye’de bu yapılmamış hiç bir zaman.
Orada bir takım hatalar yapmışız 80′lerden sonra ve önce.
Maalesef. Yani birçok treni kaçırmışız. Yakalanmaz mı? Hiçbir zaman Türkiye’de geç değildir. Dediğim gibi bizim toplumumuzda da bir takım eksiklikler var. Neden bizim şimdi Osmanlı döneminden kalma bir takım alışkanlıklarımız var.
Sanayi Devrimi dışında kalmışız bir kere. O çok büyük bir şey kaybettirmiştir Türkiye’ye bence. Bu girişim eksikliği yani insanlar, Türk insanı ne olmuş ya asker ya memur. Hiç bir zaman bir şey üreteyim, bir şey elimden yapayım. Usta olayım düşüncesi yok. Küçümsenen bir şey ustalık. Siz bilmezsiniz ama benim çocukluğumda Türkiye’de bırakın fabrika bilmem ne, usta bulmak Türk insanın içinde mümkün değildi. Hep gayri müslimlerden, azınlıklardan olurdu bu şeyler. Bu alanda girişim sayısı çok az. Şap diye olmuyor zaman istiyor. Biraz toplumumuzun da bazı şeylere alışması lazım diye düşünüyorum burada. Bu Kore’de varmış, onda da devlet bu tür radikal kararlar alarak, doğru kararlar ile bugüne gelmesine sebep olmuş. Tabi İsrail’inki bambaşka. İsrail zaten çok hazır.
Bir mühendis ülkesi diye biliyorum ben İsrail’i.
Tabi, tabi. Bütün büyük şirketlerin teknoloji şirketlerinin İsrail’de büroları, fabrikaları var ve mesela Intel bir sürü şeyi orada geliştiriyor.
Eprom‘un mucidi. Intel’e, İsrail’de fabrika da kurdurmuş, önemli bir patent kazandırmış.
Biraz evvel bahsettiğim şey ısınma meselesini halledenler, ona çözüm bulanlar İsraillilerdir. Intel batıyormuş, bu yüzden ayakta kalmış. Sadece Intel değil, bütün büyük firmalar orada.
Peki, çok teşekkürler Fikret Bey.
Ben teşekkür ediyorum.
Söyleşi Tarihi : Büyük Sıçrama 2014-15