“Ben önümüzdeki 5-10 sene hep diyorum 2023 Türkiye’si ne olacak, diye. Hep konuşuyoruz tabi ama doğru adımlar atılırsa çok büyük şansımız var. Çünkü genç nüfusa sahip olmak çok önemli bir şey. Bundan 10 sene öncesine baktığınız zaman Türkiye hep geriden yetişmeye çalışıyordu. Şimdi Türkiye daha avantajlı konumda, aynı hızla devam edebiliyor çünkü iş alanı yaratılıyor, yatırım alıyor. Pozitif bir ortam var ve en azından insanlar daha iyimser.”
1976, İstanbul doğumluyum. Aile hep İstanbullu. Ailede benim dışımda hemen hemen herkes ticaretle uğraşıyor. Baba 17-18 yaşında liseden terk. Büyükbaba tüccar. Dayılar, amcalar falan herkes bir şekilde ticaretin içinde. Ben okulun başından itibaren hep başarılı öğrenci ama hep kendi kendinden, yani içten yanmalı motor gibi. Hiç kimsenin bir motivasyonu falan yok. Yani tipik baba vardır ya, iyi bir öğrencidir ve iyi okumuştur, çocuğunu da ittirir. Bizde öyle bir şey yok, kendi kendime ilerlemişim. Avusturya Lisesi’ni bitirdim 87′de. Sonra 95 yılında Boğaziçi’ne girdim. 95-99 arası Bilgisayar Mühendisliği Bölümü. Ben işte hep niye girişimci olduğumun hikayesini anlatırken bunu söylüyorum. Herkesin bir hikayesi var ve özellikle o gençliğini geçirdiğin, üniversiteyi okuduğun zamanı nerede ve nasıl geçirdiğin neler yaptığınla çok alakalı. Orada ben hep şeyi söylüyorum. 95-99 öyle bir dönem ki dünyada ve Türkiye’de, asıl dünyada tabi esas ticari internetin başladığı dönem, 94-95. 94-95′ten önce bir kere Windows 95 yok.
Donanımdan ziyade benim Architecture derslerinde vardı, elektronikten de dersler aldık, işte transistör nasıl çalışır öğrendik ama hiçbir zaman ilgim olmadı. Çünkü internet o kadar seksi bir şeydi ki. Hakikaten hikayeler o kadar inanılmaz ki. Mesela bizim zamanımızın arama motoru Yahoo’ydu ve Google ilk çıktığında çok iyi hatırlıyorum bu ne canım Yahoo var, Altavista var, kim gider de bunları kullanır, diyorduk. İlk Peer To Peer müzik Network’lerinin çıktığı zamanlar, Kazaa, Napster. Çok iyi hatırlarsınız 2000′ler, 2001′ler falan. Nasıl olacak da bunlar çalışacak? Korsan müzik, korsan film falan onların hepsinin çıktığı zamanlar aslında bu zamanlar. Bunların gazıyla aslında ben sadece bir sene Citibank’ta çalıştım. 99′da mezun olduktan sonra, büyük abilerimin de, “Önce nasıl iş yapılır öğren.” lafını dinleyerek. Ben de Citibank’a girdim, bir sene çalıştım ama hep kanımda vardı, hala Amerika’da ne olduğunu takip ediyordum. Hangi Dotcom kurulmuş, iş modelleri neler…
Hemen bir sonraki yaz, 2000′nin yazında Boğaziçi Bilgisayar Bölümü’nden bir arkadaşım San Francisco’da MBA yapmak üzere Amerika’ya gitti. San Francisco’ya gitmesinin tek sebebi internet dünyasına yakın olmak. İşte onun da orada anlattığı hikayeler var. Her masada bir Start-Up kuruluyor. İşte yurdun odasındaki postitlerde Start-Up asılıyor dördüncüyü arıyoruz diye. Böyle bir ortam var. Biz bir sonraki yaz yine Boğaziçi’nde mezunlar gününde konuşurken neler yapabiliriz diye, birkaç tane vardı. Bir tanesi Yemek Sepeti. Düşündük taşındık, olur mu olmaz mı? Birkaç fikirden biriydi. En sonunda en çok hepimizi bu heyecanlandırdı. Birazcık ondan sonra restorantlar ile görüşmeye başladık. Arkadaşlarımızla konuştuk, piyasa araştırması yaptık ufak çaplı. Baktık ki hakikaten böyle bir fikir, yani internetten paket servisi fikrinin bir geleceği olabilir diye düşündük. Önce ilk fikir işlerimizden ayrılmadan yapmaktı. Ondan sonra baktık ki bu iş öyle olmuyor yani hakikaten kolları sıvamak gerekiyor.
Yemek Sepeti başlangıç hikayesinden bahsedebilir misiniz? Restoranlarla ilk temaslarınız nasıl oldu?
Çok komik aslında. Yani biz mesela fikir aşamasındayken dört Boğaziçili olarak başladık. Dördümüz de restoranlara gidiyoruz, anlaşmak için. Ben o zaman bankada çalışıyorum, arada öğlen izin alıp iki tane restoran ile görüşüp geri geliyorum. Restoranlar tabi anlamıyordu ne olduğunu. Biz diyoruz ki işte internetten size sipariş göndereceğiz. Bir kere ilk sorun internet yok bende diyor ve internet nedir bilmiyor.
2000′in sonları. İnterneti bilen var ama gittiğin zaman direkt, bende internet yok ki, diyor. Biz de diyoruz ki, sende internet olmasına gerek yok. Biz internetten siparişi alacağız, sana yazılı bir biçimde geçeceğiz. Ya faksla, ya telefonla arayacağız seni. Yani sen yapmakta olduğun işi bildiğin şekilde yapmaya devam edeceksin. İşin teknoloji kısmını bize bırakacaksın. İşte ikna olan oldu, olmayan oldu tabi. Bizi bir sürü toplantıda eken oldu. İşte gittik mesela toplantıyı bekliyoruz, 10 dakika sonra bir garson eğiliyor kulağımıza arkadaşlar gelmeyecekmiş, bilmem ne bey sizi uğurlayalım, diye bizi dışarı buyur ettiler vs. 26 restoran ile başladık. İşte mantıcı, köfteci. Hatta ilk üç restoranı çok iyi hatırlıyorum. Sultan Ahmet Köftecisi, Park Burger bir de Etiler Mantı.
Peki, tedarik tamamen lokantaya mı ait?
Restorana ait tabi. İş modeli en başından beri aynıydı. Lojistik, tedarik hepsi restorana aitti. Biz tamamen pazar yeri oluyoruz, siparişleri alıp restorana iletiyoruz. O da siparişi hazırlayıp kullanıcıya götürüyor. Biz de en sonunda komisyonumuzu alıyoruz. İş modeli birinci günden beri aynıydı.
Yurt dışında bir muadili var mıydı?
Birebir muadili yoktu ama internetten paket servisi, internetten yemek servisi kapsamı vardı. Amerika’da hatta o zaman çok ciddi yatırım almış Webven, Cosmo, San Francisco’da bir iki tane benzer şirket vardı. İşte bunlar hakikaten, şimdiki Migros’un sanal marketi gibi çalışıyor ama sadece internetten alışveriş yapabiliyorsunuz. Bunların hiçbiri yürümedi. Hatta 2000′lerde Nasdaq çöküşünden sonra bunların hepsi battı, büyük paralar almalarına rağmen battılar, çünkü çok büyüdüler. Lojistiği üzerlerine aldılar.
Lojistiği üzerlerine mi aldılar?
Evet ve battılar, çoğu battı. Bizim model daha çok işin offline tarafını tedarikçiye bırakan ve tam olarak aslında işin elektronik, dijital tarafını yürüten bir model olduğu için ve nispeten masraf tarafını tamamen gelen siparişe orantılı olarak dayadığı için çok daha ölçeklenebilir bir model haline döndü. Çok da büyük bir yatırım ihtiyacı duymadı hiçbir zaman. Zaten biz eylülde şirketi kurduk yani istifaları ettik. 2000 Kasım’da kriz çıktı.
2001 krizinin etkileri nasıl oldu?
Şöyle oldu. Kriz tabi internete yapılan bütün yatırımları durdurdu. Vestel’in VeezyGo’su kapandı. Vestel Net. Vestel’in yaptığı ilk PC ve internet kampanyası. VeezyGo diye bir kampanya yapmışlardı. İşte Superonline internet satıyor, Escort PC satıyor, Casper bilgisayar satıyor.
Sonra paketler devri vardı değil mi?
Paketler devri. IXIR vardı. Tabi, tabi. İlk kestaneli televizyon reklamı. IXIR’de 80 milyon dolar batmıştı. O öyle bir dönem oldu ki. Bütün o büyük gruplar Vestel, Doğuş, Doğan E-Kolay, Sabancı Grubu’nun Türk.Net’i vardı. Bunların hepsi 99-2000′li yıllarda kurulmuş olan ISP’ler, İnternet servis sağlayıcılar, portallar, PC kampanyaları vs. o üç dört senede yok oldu. Çünkü bu işleri yapan holdinglerin kendi işleri o kadar büyük zarar aldı ki. Hepsinin bankaları var, işte çoğunun bankası battı, işleri acayip zarar gördü.
Herkes internetten elini ayağını çekti. Öyle olunca biz tabi yatırım alamadık. Aslında yatırım almak gibi bir hedefimiz de yoktu. Ama tabi bir kere şöyle bir şey oldu, internet ve teknoloji 3-4 sene boyunca durdu. Baktığınız zaman Türkiye’ye ADSL’in gelmesi 2002, 2003 hatta. Hala Dial-Up var, başka hiçbir şey yok. Yani hala evlerde 28,8 modemler ile bağlanıyorsunuz. Ondan sonra 56′lar çıktı. 56 Kb’den bahsediyoruz. Biliyorsunuz şimdiki en ufak hız 1 Mbit, 2 Mbit. Dolayısıyla bize siparişler o zaman en çok gündüz geliyor. Akşamları çok daha az sipariş geliyor çünkü o zaman evlerde internet yok genelde. Hafta sonları daha az sipariş geliyor. İşte biz ortaklar dönüşümlü olarak akşamları ofiste kalıp, siparişleri takip ediyoruz çünkü devamlı ofiste birisinin olması lazım. Biz böyle 7 gün sabah 9, akşam 11, bir iki sene devam ettik ve yavaş yavaş büyümeye başladık tabi.
Biletix çıkmış mıydı o dönemlerde?
Biletix tabi vardı. Biletix aşağı yukarı bizimle aynı zamanlarda başladı. Hepsiburada.com vardı. Hepsiburada.com’un ilk çıkışı işte 99 ya da 2000. Doğan Grubu’nun ilk satın alması da infoshop.com’du. Doğan Grubu infoshop.com’u alıp Hepsiburada.com yaptı. Ondan sonra Sahibinden vardı.
Gittigidiyor.com vardı, itiraf.com vardı. Sonra itiraf.com’u Ersan Özer, Ebi Grubu’na sattı. Aslında şu anda köşe başlarını tutmuş bütün şirketler o zaman da vardı ve bizimle benzer süreçlerden geçtiler. Gitti Gidiyor, Sahibinden, Hepsi Burada Hepsi o zamana kadar aslında kendi yağında kavrulup bir şekilde dönerken piyasanın büyümesi ile beraber, yani internetin yaygınlaşması ile beraber -Türkiye’deki internet kullanıcı sayısı 2-3 milyonken bugün biliyorsunuz 38 milyon yani 7-8 senede korkunç bir büyüme- o büyümeyle beraber bugünlere geldiler. Tabi ki pazarın büyümesi ve içeride hali hazırda mevcutta bulunan ve gerçek anlamda tecrübe edinmiş ciddi oyuncular, çok büyük hatalar yapmayanlar tamamen bugünlere geldiler aslında. Bize de aynı şey oldu, biz 2006′te 36 kişiyken bugün aşağı yukarı 250 kişiyiz. İşte 2005′in Nisan-Mayıs ayları gibi 1500-2000 arası sipariş alırken bugün 55,000 sipariş alıyoruz. Her sene yani 2009′a kadar %100′den fazla büyüdük. Ondan sonrada yavaş yavaş %80, %70, %60 işte son 2 senedir %50.
3G’nin de devreye girmesi işlerinizi olumlu etkiledi mi?
Tabi, mobil bir noktadan sonra devreye girince, internetin artık her yerden ulaşılabilir hale gelmesi ile birlikte; tablet devrimi ciddi anlamda, PC sonrası bilgisayar diyelim, işi çok değiştirdi. Yani insanların artık her yerden, günün her anında, istedikleri kadar ucuz bir şekilde internete girebiliyor olmaları kullanım alışkanlığını çok değiştirdi.
Sosyal medya kavramı ortaya çıktı, insanların interneti kullanma sıklığını çok artırdı. Eskiden yani bundan 5 sene evvel bir anket yaptırdığınızda ya da bütün çıkan araştırmalarda insanlar interneti ne için kullanıyorlar dediğinizde iki tane şey çıkıyordu: Haber, E-mail. Sonra yavaş yavaş video devreye girdi, yavaş yavaş oyunlar devreye girdi. Sonra sosyal medya devreye girdi. Sosyal medya devreye girince bir numarayı kısa sürede sosyal medya aldı, hala da öyle.
Yani internet eşittir Facebook, internet eşittir Twitter gibi bir şeye mi döndü?
Öyle bir algı var şu an tabi ama önceden öyle değildi. 3-4 sene evvel baktığınız zaman Facebook’un Türkiye’de yaygınlaşması aşağı yukarı 2007-08′dir.
Evet, evet. Doğru söylüyorsunuz.
2008-09 civarlarında kurulan bütün elektronik ticaret siteleri benzer şekilde kuruldu.
Örnek verebilir misiniz?
Markofoni mesela. Markofoni, Trendyol, Limango zaten Otto Grubu’nun Türkiye yatırımıdır. Yine o zamanlar 4-5 senedir piyasada olan E-store ve Leblebi vardı. Mesela bunlar arka arkaya battılar 2008-2009 gibi. İkisi de, biri nakit akışını yönetemediği için biri de şirket içi bir takım usulsüzlükler olduğu için kapattılar kapılarını. Şimdi bunlar tabi daha tam elektronik ticaret sivrilmeye başlamışken ortaya çıkan iki tane kötü hikaye, çok cesaret kırıcı oldu aslında ama Allahtan hemen arkasından tekstil sitelerinin, hem de fırsat sitelerinin devreye girmesiyle insanlar ciddi anlamda elektronik ticaret siteleri ile tanıştılar.
Gerçekten normal tüketici gözüyle tekstilin tutunabilmesi çok ilginç geliyor bana. Ayakkabı bile satmaları ilginç.
Ayakkabı, tabi tabi. Her şey vardı. Türkiye çok geç girdi.
Zaten aslında hacim anlamında çok ufağız. Toplam ticaretin hacmine baktığınız zaman, Türkiye’de e-ticaretin hacmi %1′ler civarındadır. %1′ler %2′ler civarında. Bu rakam Amerika’da %15-20′lerde neredeyse. İngiltere’de aynı şekilde. Daha Türkiye’de ona çok yolumuz var. Zaten şu rakam da onu gösteriyor, Türkiye’de aşağı yukarı 35-40 milyon internet kullanıcısı var ama şimdiye kadar sadece 7-8 milyon elektronik ticaret yapan kullanıcı var. Yani en az 1 defa internetten bir şey almış insan sayısı aşağı yukarı 7-8 milyon. Arada çok büyük bir fark var. Tabi önümüzdeki dönemde bunların olacağını göreceğiz.
Türkiye’deki bankacılık ve ödeme sistemlerinin E-ticaret’e etkisi nedir?
Aslında tabi Türkiye’de enteresan bir şekilde ödeme sistemleri de çok gelişkin. Bizde özellikle 2000 krizinden sonra kredi kartlarının bu taksit kampanyaları, bütün bu bonus temaları, bütün bu sadakat mekanizmaları aslında kullanımını çok yaygınlaştırdı.
Bugün baktığınız zaman Türkiye’de 60 milyon kredi kartı var. Türkiye’de ki POS sayısı tam rakamını bilmiyorum şu anda ama diğer ülkelere kıyasla çok büyük. Yani nüfusa oranladığınız zaman Türkiye aslında internette geride kaldı ama ödeme sistemlerinde oldukça ileride.
Bankacılık sistemimiz dünyada örnek gösteriliyor değil mi?
Evet, hem yaratıcılık anlamında hem ürün çeşitliliği anlamında hem de kullanım anlamında. Ama tabi bankalaşma oranında hala biraz gerideyiz. Yani nüfusun ne kadarı işlerini banka üzerinden yürütüyor noktasında baktığınız zaman biraz daha gerideyiz ama mesela mobil pos dediğiniz zaman çok yaygın. Hala bir sürü ülkede mobil pos kullanılmıyor. Bir sürü girişken ülkede. Şimdi Rusya’da kredi kartı doğru düzgün yok. Şimdi öyle baktığınız zaman mesela bu ülkelerde alternatif ödeme yöntemleri çok gelişti. Yani kredi kartı dışında ödeme yöntemleri çok gelişti. Mesela Pre-Paid sistemler gibi alternatif, direkt mobil üzerinden ödeme sistemleri çok gelişti. Türkiye’de bunlar çok gelişemedi. Mesela Paypal bile biliyorsunuz, Türkiye’ye daha 1.5 sene evvel girdi. Hala sivrilmeye çalışıyor. Çünkü Türkiye’de kredi kartları o kadar kuvvetli ki insanlar Paypal gibi ya da başka alternatif ödeme sistemlerine çok fazla ihtiyaç duymuyor.
Paypal’ın ödeme sisteminden bahsedebilir misiniz?
Tabi, Paypal’ın çıkış noktası şu: İnsanlar kredi kartını her sitede ayrı ayrı vermesinler, hem bir güvenlik sıkıntısı var. Kredi kartınızı verdiğiniz zaman kime verdiğinizi bilmiyorsunuz karşıda. Gayet güzel bir sitenin arkasındaki ticari kimlik güvenilmez olabilir. Onun yerine Paypal aslında bir Proxy aracı olarak ortaya çıkıyor. Aslında diyor ki, bana güven, kredi kartını bana ver, ben saklayayım. Ben senin Paypal Identity’ni, Paypal kimliğinde araya girip ödeme sistemini gerçekleştireyim. Yani , Paypal’a isterseniz bir Account açıyorsunuz, bir ön ödemeli hesapla para yatırıp oradan ödemenizi gerçekleştiriyorsunuz ya da orada kredi kartınızı tanımlıyorsunuz.
Paypal kimliği üzerinden, kredi kartınız üzerinden işlem yaptırıyorsunuz ama kredi kartınızın bilgilerini sadece Paypal görüyor. Paypal öteki tarafa ödemeyi kendisi yansıtıyor. Yani tüccar tarafına.
Facebook’la, Twitter’la insanlar internete daha fazla bağlandı.
Tabi, tabi. Onu diyorum işte. Birkaç tane unsur var. Birincisi 2003 te Adsl’in gelmesi. Arkasından nispeten sosyal medyaya yerli içerik, birazcık yerli içerik. Arakasında da hakikaten yeni nesil E-ticaret siteleri diyelim. Bunlarında başını grup satın alma ve özel satın alma bu dikey E-ticaret dediğimiz olaylar. Yani tek bir ürün grubuna ya da tek bir sektöre özel yaratılmış elektronik ticaret siteleri. Markofoni diye baktığınız zaman sadece tekstil ürünleri satıyor. Ne bileyim bir başkası baktığınız zaman bijuteri satıyor ya da takı satıyor. Sadece kozmetik satan siteler, sadece ayakkabı satan siteler. Ne bileyim sadece güzellik ürünleri satan siteler.
Sektör yatırımcıyı çekmeye başladı mı sizce?
Evet, Gitti Gidiyor çok iyi gitti. Biliyorsunuz 1.5 sene evvel E-bay Gittigidiyor’u satın aldı. Türkiye’deki ilk büyük satın alma zaten E-bay’in Gitti Gidiyor’u satın almasıdır. Arkasından Markofoni yatırım aldı, Trendyol yatırım aldı. Biz yatırım aldık.
Yurt dışı yatırımları mı?
Yurt dışı yatırımları. Hepsi büyük yurt dışı yatırımları ve rakamlar da kayda değer rakamlar. 100 milyondan tutun yaklaşık 300 milyon dolara kadar yapılan değerlemeler üzerinden yapılan yatırımlar bunlar. Daha küçük yatırımlar çok sayıda var. Yani 10 milyon, 20 milyon değerleme ya da 3-5 milyon değerleme üzerinden yapılan çok sayıda yatırım var. 100.000, 200.000, 500.000′lik yatırımlar çok dönüyor. İşte biz bundan 2 sene evvel birinci nesil internet girişimcileri diyoruz kendimize. İşte aşağı yukarı aynı seneler 99, 2000 yıllarında internetle haşır neşir olmuş ve internet girişimleri kurmuş, Gitti Gidiyor’un ortakları, bizler; Nevzat ile ben.
Sizin böyle bir bir derneğiniz oluştu mu?
İşte onu anlatıyorum. Farklı dernekler var biz iki sene evvel Galata İş Melekleri adında bir melek yatırımcılık şirketi kurduk. Galata Business Angels diye ve bizden sonra gelen yeni nesil genç girişimcilere yatırım yapıyoruz. Ağırlıklı olarak internet ve teknoloji sektöründe iş yapmak isteyen genç girişimcilere yatırım yapıyoruz, sadece yatırım değil tabi Mentor’luk veriyoruz. İşte gayri maddi bir takım yardımlarda bulunuyoruz işte akıl veriyoruz, strateji gösteriyoruz. Bir sürü okullarda konuşmalar yapıyoruz, forumlara katılıyoruz.
Yani hakikaten bu internet ortamındaki girişimcilik ekosisteminin büyümesi için bayağı çaba gösteriyoruz çünkü baktığınız zaman Türkiye’nin büyüyebileceği alanlardan bir tanesi bu ve dünyada da girişimcilere çok büyük önem veriliyor.
Çünkü son 5-10 senede baktığınız zaman nerede bakarsanız bakın dünyada yaratılan net istihdamın hemen hemen tamamı küçük veya büyüyen şirketlerden, Start-Up’lardan, girişimlerden geliyor.
Bu büyük şirketler, hantallıktan daha fazla büyüyemiyor ve genelde verimlilik uğruna küçülüyorlar ama küçük şirketler öyle bir hızlı büyüyorlar ki baktığınız zaman Facebook, Paypal, Ebay gibi siteler, şirketler bunlar hep internet şirketleri 2-3 senede 100-200 çalışandan, 9.000, 10.000 çalışana gelen şirketler. Türkiye’de o açıdan baktığınız zaman biz nispeten yavaş büyüyenlerdeniz. İşte Markofoni, Trendyol, Grupanya gibi şirketler 2-3 senede sıfırdan 200-300 kişiye geldiler.
Bunlar büyük yatırımlar alarak mı kuruldu?
Evet, öyle. Hepsi yatırım alarak kuruldu ve tabi lojistiklerini kendi içlerinde yaptıkları için yani bütün paketleme vs. işin içinde fiziksel bir aktivite var. Fiziksel aktiviteleri biz Absorb ediyoruz. Onları da kendi içlerinde yaptıkları için, orada da ciddi bir mavi yakalı nüfus var. Bizde de çok ciddi bir çağrı merkezi var. Bütün bunlar geliştikçe bunun aslında yan endüstrisi olan yazılım geliştirme, internet siteleri geliştirme gibi Creatif Ajans dediğimiz eski reklam ajansının yerini alan ya da onların bir şekilde dijital ajansa dönüşmüş versiyonlarını görüyoruz.
Eğitim kalitesinde OECD ülkeleri arasında son sırlarda yer almamız hakkında neler söyleyeceksiniz?
Benim açıkçası gözlemim son 10-15 senede eğitim sisteminin, eğitim kalitesinin hep geriye doğru gittiği yönünde. Çünkü bir kere çok fazla oynadılar. Sürekli yöntem, sistem değişti. Bizim zamanımızda biliyorsunuz ilkokul 5 sene, ortaokul 3 sene, lise 3 seneydi. Sonra işte 5+5 yaptılar. Sonra 4+4+4 yaptılar. Üniversiteye giriş, ÖSS, ÖYS iki sınav, bir sınav. Seçme sistemleri sürekli değişti. Bütün öğrenciler yollarda telef oldu. Tabi çok başarılı olacak öğrenci yine oluyor. Belli bir kapasitesi olan, belli imkanları olan çocuklar yine başarılı olabiliyorlar ama hala ben Türkiye’de eğitim sisteminde çok büyük eksikliğin yönlendirme ve rehberlik tarafında olduğunu düşünüyorum. Yani doğru insanları, doğru kanala yönlendirme. Türkiye’de insanlar halen kendi mesleklerini yapmıyorlar.
Şimdi aslında biz de kendi çevremizde tartışıyoruz, Amerika’da bir yaratıcılık iklimi var. Burada ise pek yok ve tüketim çok fazla.
Pompalanıyor.
Gerçekten Facebook, Twitter giriyor. Bir kitapta okumuştum, insan beyni aslında paralel Processing olayında çok iyi değilmiş, bilgisayar gibi yani. Mesela işle uğraşırken cep telefonuna giriyorsunuz bakıyorsunuz, bırakıyorsunuz tekrar geri dönüyorsunuz o sırada bir konsantrasyon kaybı ve verimsizlik oluşuyor.
Psikologların tamamının söylediği şey insan bir anda bir şeye odaklanabilir. Bu psikologların kesin kabul ettiği bir şey.
Aslında siz de ben de aynı anda birçok iş yapıyoruz. Multi-Processing yapıyoruz, konuşuyoruz ama bir yandan televizyon bir yandan iPpad’iniz, bir yandan da bilgisayardan E-mail’larınızı cevaplıyorsunuz. Öte yandan da arkadaşınız ile konuşuyorsunuz. Bu böyle gözüküyor ama aslında aynı anda, gerçek anlamda bir işe konsantre olabiliyorsunuz. Dolayısıyla çok ciddi bir dikkat dağınıklığı söz konusu.
İşte özellikle bu yeni kuşakta; Y kuşağı dedikleri…
Evet, aynen öyle. Onlar zaten tamamen çok çabuk sıkılan, kolay tatmin olmayanlar.
Hayat internetteki gibi hızlı akmıyor. En büyük sorun o zaten.
Aynen öyle tabi. Her şeye çok çabuk ulaşabileceklerini zannederken, bir anda gerçek hayatla yüzleştiklerinde hayal kırıklıkları olabiliyor.
Orada beyindeki Software’de bir sorun yaratıyor mu, onu sorguluyorum aslında.
Kesin yaratıyor.
Bizde mesela burada ciddi anlamda Y kuşağından insan çalışıyor. Şirkette onları adapte edebilmek, onları odaklayıp tutabilmek için ortamı çok eğlenceli bir yer haline getiriyoruz. Hızlı sıkılıyorlar, sıkıldıkları zaman langırt oynasınlar, pinpon oynasınlar geri gelsinler çalışsınlar. Yani en azından fazla aralıklı iş yapsalar bile oturduklarında odaklansınlar ve üretsinler. Çünkü aslında ürettiklerinde, üretim kapasiteleri de oldukça yüksek. Çok erken yaşta bir takım uyaranlara maruz kaldıkları için hakikaten zekiler ve hızlı hareket ediyorlar, hızlı iş yapıyorlar. Bir ya da iki önceki nesle göre çok hızlı iş yapıyorlar. Özellikle dijital ortamda ama iş fiziksel işlere ve yaratıcılığa geldiği zaman nispeten daha verimsiz olabiliyor.
Y jenerasyonu daha iktidara bile gelmedi.
Gelmediler. Doğru söylüyorsunuz. Öyle bir yön de var. İşin öyle bir tarafı var.
Ben önümüzdeki 5-10 sene hep diyorum 2023 Türkiye’si ne olacak, diye. Hep konuşuyoruz tabi ama doğru adımlar atılırsa çok büyük şansımız var. Çünkü genç nüfusa sahip olmak çok önemli bir şey. Bundan 10 sene öncesine baktığınız zaman Türkiye hep geriden yetişmeye çalışıyordu. Şimdi Türkiye daha avantajlı konumda, aynı hızla devam edebiliyor çünkü iş alanı yaratılıyor, yatırım alıyor. Pozitif bir ortam var ve en azından insanlar daha iyimser.
İşte 2000′lerin Türkiye’sine baktığımız zaman 4-5 sene, o kriz sendromu ile tamamen kendi içine kapandı ve kötümser, karamsar bir nesil yetişti. Okuldan mezun olduğu zaman, en iyi okuldan mezun olan, en iyi öğrenci bile dışarı çıktığında ne iş yapacağını veya iş bulup, bulamayacağını bilemiyordu 2002-03′ler öyle geçti. Şimdi öyle değil. Şu anda en azından bankacılığa ve internete baktığınız zaman hakikaten iş imkanları var.
Türkiye’nin neredeyse 170-180 tane üniversitesi oldu. Bu kadar çok üniversite; ne kadar kaliteli insan, ne kadar iş gücü ve hakikaten araştırmayı bilen, öğrenmeyi bilen kendini geliştirmeyi bilen genç yetiştiriyor çok büyük soru işareti.
Bu bence Türkiye’nin stratejik politikalarının birinci sırasında gelmesi gereken şeylerden bir tanesi çünkü gençliğinizi ne kadar yetiştirirseniz o kadar iyi. Ülkeyi 10-15 sene sonra idare edecek olanlar onlar. İnsiyatif alabilen, hakikaten zekasını kullanabilen, yaratıcı olan insanlar yetiştirirseniz ülkenin içinden bir şeyler çıkar. Hayır, tüketici bir nesil yetiştirirseniz de dışarıya mahkum kalır.
Türkiye’de biliyorsunuz, benim neslim 70′ler ve 80′ler tamamen apolitik ve bastırılarak geliştirildiğimiz için konuşmak, yüksek sesle konuşmak ne bileyim bağırmak, çağırmak, otoriteyi sorgulamak bunlar çok ayıp ve yapılmaması gereken şeyler. Aslında bence yaratıcılık ve anarşizm aslında birazcık kol kola gidiyor. Neden Amerika’da 80′lerde 90′larda çok fazla yaratıcılık var işte bu Çiçek Çocuklar örneğindeki gibi insanları ne kadar özgür bırakırsanız o kadar yaratıcı oluyor. Ne kadar baskı altında tutarsanız o kadar yaratıcılıktan uzaklaşıyorlar. Aslında koyun gibi oluyorlar. Tabi bu işin biraz daha politik tarafı. Niye Amerikan rüyası diye bir gerçek var çünkü adamlar daha 1920-30′larda hakikaten ekonominin tamamını serbest bırakarak, gel al, ne istiyorsan yap, yapıyorsan başarılısındır, kazanıyorsan da başarılısındır, diye bir strateji ile veya bir felsefe ile yola çıkıp, kaynakta sınırsız, toprak sınırsız, öz kaynak sınırsız bir yol benimsediler.
Takdir kültürü var bir de Amerika’da.
Hem takdir kültürü var hem de başarısızlığı rahatlıkla hazmedebilme kültürü var. Bizim en büyük eksiklerimizden bir tanesi başarısızlığı sevmiyoruz. Başarısızlığı kimse sevmez ama başarısızlık en az başarı kadar işin doğasında olan bir şey. Baktığınız zaman girişimlerde 10 kişi yola çıkıyor, 7-8 kişi başarısız oluyor, 2 tanesi de başarılı oluyor. O 8 tane adam, ben başarısız oldum bir kere, diye ikinciyi denemezse o 10′un 8′ini daha 2-3 yılda kaybettiniz demektir. Amerika’da buradakinin tersine, Ortadoğu kültürünün tersine o 8 kişi tekrar deniyor, tekrar deniyor. Adam ikincide, üçüncüde başarıyor. 1. kerede düşen adamı kimse ayıplamıyor, kalk bir daha yaparsın, diyor. Bizde düştüğü zaman, “Aa bak! Düştün mü?” diye ayıplayıp kişiyi daha da içine kapatıyoruz.
Bu bir kültür hakikaten ve kolay kolay da değişebilecek bir şey değil ama yeni nesil, biraz eğitim aslında tabi internet bizim için çok büyük bir şans. Eskiden yabancı kültürü görmek ve iletişime geçmek neredeyse mümkün değildi. İşte bir tek benim annemin, babamın yani 40′ların, 50′lerin neslinin yabancıların kültürü ile olan etkileşimleri sadece seyahatle ve önce sinema ile sonra televizyon ile başladı. Ondan sonra biraz da Avrupa’ya giden Türk’ler geri geldiler, onlar biraz bir şeyler getirdiler. Sinema, sonrasında televizyon çok kanallı hale geçtikten sonra daha da yakınlaştık.
Aslında internetin bizim gibi biraz geride kalmış ülkelere verdiği en büyük avantaj arayı kapatmak için o araya çok inanılmaz bir köprü atıyor olması. Bilişim köprüsü atıyor. Gerçekten Afrika’daki çölde yaşayan bir çocukla; Türkiye’de yaşayan, Almanya’da yaşayan, Amerika’da yaşayan bir çocuğun eğer internete sahipse teorik olarak sahip olabileceği bilgi ve üretebileceği değerin aslında farkı yok. İnternet öncesi devirde böyle bir şey mümkün değil. Hele bir de işin içine mobil girince iyice uçsuz bucaksız oluyor bu ve aslında aradaki farkı kapatabilme olasılığı mümkün oluyor. Bence bundan 10-15 sene evvel mümkün değilken veya ancak çok büyük sermaye ile böyle bir lokomotifle 3-5 sektörle bunu yapmak mümkünken şimdi internet sayesinde bilişim sektörü dediğim hikayede araya kapatmak ve değer yaratmak mümkün. Tabi bedava da olmuyor bu işler. Hakikaten çok ciddi efor, insan kaynağı, bilgi birikimi, kapital gerekiyor.
Bulut bilişim diyorlar. Onunla arama motorları çok daha zeki olacak. Bir tane Processing’i dünyadaki farklı bilgisayarlardan bulup sonra birleştirilebilecek. Bununla ilgili ticaret firmaları bu bileşim içerisinde yer alacak mı? Nasıl yer alacak? Onunla ilgili bir yorumunuz var mı?
Eskiden bir hizmete ya da ürüne sahip olmak için onu almanız gerekiyordu. Bu bir yazılım ise lisansını satın alıp kullanıyordunuz ama diyelim o yazılım pahalı bir yazılım ve siz aslında o yazılımı 3 kişi için kullanacaksınız, 23 kişi veya 2300 kişi için kullanacaksınız. Yazılım aynı yazılım. Parasını verirsen alırsın, vermezsen alamazsın. Bütün bu bulut ve internet hizmetleri aslında bu teknolojilerin bulut üzerinden, internet üzerinden yürütülmesi. Aslında bulut dediğimiz şey eskiden bilgisayarların üzerinde koşan işlemlerin artık merkezi bir takım noktalarda koşması ve yapılan işlerin daha basit bir hale gelmesi. O ortam üzerine de aslında bir sürü yaratıcı hizmet konulmasından geçiyor. Yani aslında tek başına bulut dediğiniz zaman bir şey ifade etmiyor. Bulutun üstüne ne koyduğunuz önemli. Bulutun üzerine paylaşımlı disk hizmeti koyduğunuzda artık bilgisayarınızı yedeklemeniz gerekmiyor ya da diskinizin boyutunun çok büyük olmasına gerek kalmıyor bir şey yedeklemek için, direkt buluta atabiliyorsunuz.
Yani böylece Back-Up almanıza, yedeklemenize gerek kalmıyor. Aynı program üzerinden, hem Laptop’unuzdan, hem Notebook’unuzdan, hem tabletinizden, hem telefonunuzdan aynı dosyaya erişebiliyorsunuz.
Turkcell bu işin PR’ını yapmaya başladı.
Doğru. Daha geriden yani halka inmedi tabi bunlar ama zaten halk bulutu bilmeyecek. Halk bulutun üstünde koşan servisleri bilecek. Turkcell bugün bulut diye tanıtıyor yarın öbür gün bulut üstünde koşan servisler olarak tanıtacak. Dünyada zaten böyle servisler var.
Türkiye’de var mı?
Dropbox diye bir ürün var. Demin bahsettiğim gibi yani. Size disk alanı veriyor. Siz istediğiniz gibi internette klasörlerinizi saklayabiliyorsunuz. İşte aynı anda, farklı mecralardan dosyalara erişebiliyorsunuz. Böylece eskiden ne vardı, bir dosyayı bir yerden bir yere taşımak için diskete koyardık. İlk 5 inçlik diskler vardı, sonra 3.5′luk inçler çıktı, sonra 2.5′luk inçler çıktı, sonra CD çıktı. Sonra Flashdisk çıktı. Şimdi bunlar hala var. CD neredeyse öldü.
İnternette video gönderimi hala çok yavaş.
Bunların hepsi için bulutta paylaşım alanları var. Mesela videoyu koymak için ben sizi CD’yi vermiyorum. Video’yu Upload ediyorum, siz oradan çekiyorsunuz.
İşte o Upload hızı sorun değil mi?
Evet, sorun. Türkiye’nin altyapısından kaynaklanıyor. Yani Türkiye’nin hakim bağlanma şekli Adsl. Adsl, biliyorsunuz asimetrik, Download hızı çok yüksek olabiliyor ama Upload hızı düşük. En yüksek bağlantı modelinde bile Upload hızı 1-2 Mbit’lerde kalıyor. Halbuki Download hızı 100-150 Mbit’lere kadar çıktı. Tabi bunların hepsi altyapı ile başlıyor. Yani altyapı iyi bir yere gelecek ki üst katman servis sağlayıcılar güvenilebilir ve üzerine iş konulabilir platformlar yaratacaklar. Onun üzerine de yaratıcı ve az sermaye ile yaratıcı akılla bir takım hizmetler ve ürünler geliştiren şirketler onun üzerine yaratıcı katma değerli hizmetler yaratacaklar. Aslında son kullanıcıya yansıyacak olan kısım o son katman ama tabi o son katmana gelene kadar arada bir sürü katman var. Bu otomotiv sektörü gibi, aslında baktığınız zaman iş gerçekten motorla başlıyor. Yan sanayisi var, benzini var. Bu sizin internette gördüğünüz bir site çıkana kadar aslında görülmeyen ve maliyeti neredeyse sıfıra yakın çok fazla hizmet alınıyor ve devam ediyor.
Mesela bu bulutun özellikle girişimcilere ne gibi bir faydası var. Bundan 10 sene evvel bir şirket kurmak istediğinizde, bir internet sitesi kurmak istediğinizde bir kere siteyi barındırmak istediğiniz bilgisayarı kendiniz almanız gerekiyordu. Fiziksel olarak. Alıp bir yerde barındırmanız gerekiyordu. Yani hem donanıma para veriyorsun hem barındırmaya para veriyorsun. Ondan sonra onun üzerinde ne kadarlık bir hıza ihtiyacın var 1 Mbit’lik, 2 Mbit’lik, 3 Mbit’lik, 10Mbit’lik. O hıza bir para veriyorsun. Güvenlik için önüne bir Firewall koyman lazım. Ayrıca bir cihaz koyuyorsun. Eğer birden fazla cihazın varsa onların arasında bir yük dağılımı yapmak için başka bir cihaz koyuyorsun. Bunların hepsi yatırım demekti. Bugün bunların hepsine servis olarak ulaşmak mümkün. Bir şirket olarak diyorsunuz ki, ben site açacağım ama ne sunucu almak istiyorum ne Firewall almak istiyorum ne Rooter almak istiyorum. Hiçbir şey almak istemiyorum. Bir altyapı sağlayıcıya, bunların hepsini bana yazılım olarak ver, diyebiliyorsunuz. Altyapı sağlayıcı bunların hepsini sanal bir ortamda size anahtar teslim verebiliyor. Siz bilgisayarınızı, aslında işinizi kurduğunuz bilgisayarı, sunucuyu, Firewall’u, Rooter’ı görmeden işi bitirebiliyorsunuz ve bunlar o kadar komik fiyatlara erişilebiliyor ki. İşte ayda 30 dolara, 50 dolara, 100 dolara işinizi başlatabileceğiniz bir ortam kurmanız mümkün ve bunlar yarım saatte, bir saatte bitiyor. Giriyorsunuz aboneliğinizi başlatıyorsunuz, kredi kartınızı veriyorsunuz, düğmeye basıyorsunuz, 10 dakika sonra sunucu hazır. Üstüne programını yüklüyorsunuz, düğmeye basıyorsunuz ve site açık. Bu, benim işe başladığım dönemde bundan çok daha zordu.
Eskiden bir işlemci üzerine bir işletim sistemi koşuyordu. Yani bir çekirdek. İçinde o çekirdeği barındıran bir işlemci ve o işlemciyi kontrol eden ve ona bütün komutları gönderen bir tane işletim sistemi. Önce ne oldu? Önce aslında bir işlemci ve birden fazla çekirdek koymaya başladılar. Yani Paralel Processing tek bir işlemcinin içine girmeye başladı. Yani aynı komutu iki tane işlemciye göndermeye başlıyorsunuz ve paralel işlem yapmaya başlıyorsunuz. Ondan sonra onlar 2′den 4′e, 4′ten 8’e çıktı. Ondan sonra aynı ana kart üzerinden 1′den fazla işlemci konmaya başladı. 1′den fazla soket konmaya başladı. Bugün siz bir tane sunucu almaya gittiğinizde, bir tane sunucu siparişi verdiğinizde, dört soketli üzerinde her biri onaltı çekirdekli yani bir anakartta 64 çekirdekli bir sunucu alabiliyorsunuz. 64 çekirdekli Paralel Processing yapabiliyorsunuz demek bu. Her çekirdekte aşağı yukarı hız olarak bundan 15 sene evvelki Pentium’un 20 katında iş üretiyor. Yarattığınız Computer Power’ın haddi hesabı yok. Bunun üzerine de sanallaştırma geldi. O da ne demek, eskiden bir işlemciye bir işletim sistemi düşerken araya bir katman koydular. Bu ara katman kendi üstünde birden fazla işletim sistemini yönetebilir hale geldi. Yani aynı anda çalışan, ara katmana komut veren; ara katman işlemciyi kontrol ediyor, işlemci yukarıda birden fazla Operating System’a hizmet ediyor. Böylece ne oldu. Eskiden bir donanım için, örneğin ben bir iş yaptırmak için Yemek Sepetini kurdum. Bir iş yapmak için bir sunucu alıyorduk. O sunucunun da başlangıçta ne kadarını kullanıyorduk, %10 kapasite ile kullanıyorduk. %15 kapasite ile kullanıyorduk. %20 kapasite ile kullanıyorduk. Bilemediniz en yoğun saatte %70,%80′e çıkıyordu. Sonra yavaşlıyordu. O %10, %20′lere düşünce ne oluyor, kapasiteyi aslında atıl bırakmış oluyorsunuz. Sanallaştırmayı koydukları zaman ne oldu, siz aynı makine üzerine %10,%20 çalışan saatte, 5 tane sanal makine koşturabilir hale geldiniz. Bu neyi değiştirdi? Hem maliyetleri ucuzlattı çünkü makineyi kiralayan taraf sanal makine kiralayabilmeye başladı. Aynı makineyi sadece 1 kişiye verebilirken, 5 kişiye verebilir hale geldi. Bugün artık tek bir makinede yüzlerce işletim sistemi koşturmak mümkün. Tek bir fiziksel makinede, gördünüz dört tane soketli, 64 Procesor’lu, üzerinde Terabyte seviyesinde hafıza olan, Ram olan yüzlerce sunucu koşturmak ve o yüzlerce sunucu üzerinde binlerce Web sitesi ya da binlerce iş yapan yazılım koşturmak mümkün ve bunların hiçbiri birbirini etkileyemiyor.
Bunlar 2000′lerin ortalarında mı yaygınlaşmaya başladı?
Bunlar 2000′lerin ortalarında yaygınlaşmaya başladı. İşte bunların aslında evrildiği, geldiği son nokta da bulut. Bulut da aslında bu sanal işletim sistemlerinin her birini sizin bildiğiniz sunuculardan alıp, yerini bilmediğiniz bir sunucuya atıyorsunuz. Tabi bunların arasındaki felaket senaryoları, felaket kurtarma senaryoları, çoklandırma hizmetleri vs. gibi şeyleri düşündüğünüz zaman artık %100 Uptime, %100 çalışabilir hale gelmek için gerekli olan bütün altyapılar hazır hale gelmiş oluyor. Yani siz siteyi bir yere koyuyorsunuz sanal ortamda ve diyorsunuz ki, bir tane yedeği de başka yerde koşsun, burada bir şey olursa öteki taraftaki devam etsin. Bunların hepsini aslında siz makineleri, ortamları görmeden yapıyorsunuz.
İnternetten giriyorsunuz, diyorsunuz ki, bana bir tane Windows 8 işletim sistemi aç veya Linux işletim sistemi aç, üzerinde bu Database koşsun, üzerinde bu internet sunucu koşsun. Bunların hepsini normal Yemek Sepeti’nden sipariş verir gibi sipariş verebiliyorsunuz ama mühim olan bunları kullanarak yarattığınız katma değer. Bunun üzerinden Markofoni’yi yaratabilirsiniz, Yemek Sepeti’ni yaratabilirsiniz. Bambaşka 1001 tane iş modeli yaratabilirsiniz. Girişimciye bunların en büyük faydası, ilk aşamadaki para gerektiren, zaman gerektiren süreci minimuma indiriyor olması. Böylece aslında, fikrin yani sadece bir fikrin, fikirden iş aşamasına gelmesi çok kısalmış oluyor. Yani normalde bundan 15 sene evvel fikirden iş modeline geçiş ve anahtarı çevirmek için gereken süre belki 1 sene ise şimdi artık bu süre 2 – 3 aya indi.
Buna karşılık rekabet çok daha yukarılara çıktı. Çünkü artık fikri olan iş kurabiliyor.
Evet, yani çok tutulan fikir için bayağı bir kafa patlatmak lazım.
Neredeyse imkansız, ben hep aynı şeyi söylüyorum. Fikir bulmak dediğiniz şey öyle oturduğunuz yerde olmuyor. Sizin aklınıza gelen fikir muhtemelen aynı civarda yaşayan 10 kişinin daha aklında var. Dünyada yaşayan 2000 kişinin daha aklında var. O yüzden tek başına fikir hiç bir zaman para etmiyor. Tek başına fikir ile fark yaratmanız artık neredeyse mümkün değil.
Çok ciddi çalışma gerekiyor yani.
Çok ciddi çalışma gerektiriyor. Yine ne olursa olsun farklılaşma gerekiyor ve fikri kim hayata geçirirse o kazanıyor.
Mecidiyeköy’de ya da Fatih’te ya da Erzurum’un bir ilçesinde yaptığınız bir hizmeti, yarattığınız bir iş modelini, fikri; Japonya’daki, Almanya’daki, Finlandiya’daki bir adama satma ihtimaliniz inanılmaz artmış oluyor. Yani bundan 10 sene evvel bunu yapma ihtimaliniz neydi? Bundan 5 sene evvel neydi? Artık dünya inanılmaz küçüldü ve lojistiğin de ne kadar geliştiğini düşünürseniz bugün Amerika’dan buraya herhangi bir şey aldığınızda gümrükten geçtikten sonra evinize her şeyi 1 günde isteyebiliyorsunuz. Gerçekten 2 gün içerisinde her şey kapınıza gelebiliyor.
Algı yaratmak çok zor olmuyor mu artık?
Fark yaratmak çok zor. Evet ama imkanlar sınırsız. Olasılıklar sınırsız. Artık olay tamamen insanın kendisinde bitiyor. Çünkü hemen hemen teorik olarak herkesin eşit şansı var. Pratikte hala para önemli, hala para fark yaratıyor, nerede büyüdünüz, çevreniz hepsi fark yaratıyor ama teorik olarak hakikaten kablonun ucunda, kablonun ucuna geldiği zaman herkes aşağı yukarı aynı imkanlara sahip.
Üniversite ile işbirliğiniz var mı?
Var tabi. Yemek Sepeti olarak birebir bir üniversite ile ilişkimiz yok ama Yemek Sepeti’nin kurucuları olarak pek çok üniversite ile konuşmaya gidiyoruz, bir takım programlara yardımcı oluyoruz.
Genel olarak şikayet edilir üniversite sanayi iş birliği konusunda. Siz neler söyleyeceksiniz?
Yok, üniversiteler özellikle bu işin girişimcilik bacağına ciddi anlamda katkıda bulunmaya başladılar. Hatta artık orada, üniversiteler tarafında yeni nesil bir yarış çıkıyor. Yani mesela Özyeğin Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi gibi üniversiteler. Bahçeşehir Üniversitesi. Biraz da genelde özel sektörden geliyor. Yani vakıf üniversitelerinden geliyor..
Bahçeşehir Üniversite’sinin inanılmaz bir uygulaması var.
Coop diye bir uygumaları var onların. Sadece o değil. Nispeten vakıf üniversiteleri ve sektörün çıkarttığı üniversiteler olduğu için yine özel sektörü beslemek üzere insan yetiştirme konusuna daha odaklılar. Dolayısıyla biraz daha girişimciliğe yöneliyorlar.
Niye bilişimcilik ile girişimcilik biraz daha beraber anılıyor, çünkü anlattığım hikayeden dolayı. Yatırılacak olan sermayenin çok az olması ve ana sermayenin beyin olması bir girişi en kolay girişimci olunabilir iş dalı haline getiriyor. Yani bugün, araba üreticisi olmak istiyorum, dediğin zaman olamazsın. Ancak belki Nish bir araba üretirsin. İşte bizim Türkiye’deki tipik mucit hikayesi gibi olursun. Ancak bir tane prototip üretirsin, orada kalır ama bilişimde iş öyle değil. Gerçekten bilişimde fark yaratan bir ürün yaratmak mümkün. 4 arkadaş bir araya gelip 3-5 ay çalışıp, dünyaya satacakları bir iş yaratmaları gayet mümkün.
Hangi sektörü söylersek, söyleyelim üretime dayalı bir iş yapacaksanız işin içine çok büyük kapital giriyor ve çok büyük giriş bariyerleri giriyor ama bilişimde bir kasa, bir masa, diyordu eskiden büyüklerimiz. Şimdi artık kasa dediğiniz şey artık bilgisayar. O da masaya da gerek yok. Bir tane Laptop’da kucağınızda şirketi geliştirebilirsiniz.
Cesaretimiz çok ama vaktimizi popüler kültür işgal ediyor belki de. Son olarak bu konuyla ilgili neler söyleyeceksiniz?
Şu var Türkiye’de: Biz de Twitter yaparız diyen bir nesil var. Kesin var. Bunun mümkün olduğunun farkındalar ama bunun tabi çok kolay olmadığının farkında değiller. Yani öyle her masa başına oturanın bir tane Twitter çıkaramayacağını çok net bilmesi lazım. Biraz burada kültürün, eğitimin, sosyopolitik kültürel yapının çok büyük etkisi var. Start-Up Nation diye bir kitap var. Niye İsrail’in bu kadar inovasyon yaratabildiği ile ilgili niye bu kadar bilgi teknolojileri anlamında ilerleyebildiğini anlatıyor. Oraya baktığınız zaman bir takım rakamlar veriyor. Bütün Ortadoğu ve Arap ülkelerinin toplamının 10 katı kadar patent üretiyorlar. Bu işte gençliği tamamen hangi yöne doğru ittirdiğiniz, neyle teşvik ettiğiniz ve neyle meşgul ettiğinizle ilgili. Bizde hala popüler kültür insanların hala çok fazla kafasını dolduruyor.
Görüşleriniz için teşekkür ederiz Melih Bey. Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Yok, ben de teşekkür ediyorum.
Söyleşi Tarihi : Büyük Sıçrama 2014-15