Büyük Sıçrama Blog

Muvaffak Gözaydın Söyleşisi

muvaffakgöz1

 

 

 

            “Ali Doğramacı benim Standford’dan çok iyi bir arkadaşımdır. İhsan Doğramacı’nın oğlu. Bilkent’in de sahibi şu anda. “Muvaffak, biz burada İngilizce’ye ağırlık veriyoruz, sen Türkçe’ye ağırlık veriyorsun.” dedi. Haklısın, ben de öyle istiyorum ama millet düzgün bir şekilde İngilizce öğrenmiyor birader.” dedim. Hiç olmazsa Türkçe olursa doğru düzgün mühendis yetiştiririz. Çünkü bende bile Orta Doğu’dan mezun çocuklar var, mühendisler var. Doğru düzgün İngilizce bilmiyorlar. Onun için hiç olmazsa İngilizce bilmeyen iyi bir mühendis, mühendislik bilmeyen ama iyi İngilizce bilen birisinden daha iyidir.”

 

Süleyman Demirel ve Turgut Özal ile arkadaşlığımız aslında benim sektöre daha doğrusu elektroniğe olan ilgim 1953′te başlar. Üniversiteye girmeden evvel. Dediler ki, sen elektronikçi ol. Sonra etrafıma baktım. Türkiye’de elektronik mühendislerinin hepsi aç ama inşaata da girmek istemiyorum. Hiç olmazsa aç kalmayayım diye makina mühendisliğine girdim ve 58′de makina mühendisi olarak mezun oldum. Sonra Karayolları’nda çalıştım. Sonra Amerika’ya gittim. Amerika’ya gidince fark ettim ki herkes aynı benim gibi elektronikçi. Orada tekrardan Standford Üniversitesi’ne gittim ki orası dünyanın en iyi üniversitesi. Elektronik üniversitesi diye bir şey yok ama Standford hakikaten bir elektronik üniversitesi. Silikon Vadisi’ni yaratan o. Orada, makina mühendisliğinde evvela master aldım. Sonra meşhur Hewlett Packard var biliyor musunuz? HP’nin sahipleri Mr. Hewlett ve Mr. Packard. Bunlar 1938′de mezun olmuşlar Stanford’dan. Ondan sonra 2. Dünya Harbi sırasında ilk defa komünikasyon cihazları yapmışlar ve zengin olmuşlar. Ondan dolayı bir elektronik fabrikası kurmuşlar. Benim bulunduğum zamanda 300 milyon dolar ciroları vardı. Ben orada çalışmaya başladım. Bir müddet sonra Mr. Packard bana geldi dedi ki: “Sen niye makina mühendisisin? Burası ise elektronik firması.” dedi. “Ne olur, bir de Stanford’a git, elektronikten master al. Parasını dedi ben vereceğim.” dedi. Okul da o zaman 20.000 dolar. “Artı haftada sana 10 saat okula gitmen için müsaade. Maaşını da kesmeyeceğim. Kitap paralarını da ben vereceğim” dedi. Git elektronik masterı yap, dedi. Yaş 32. Ben 32 yaşında tekrar Standford’a gittim. 35 yaşında elektronikten de master aldım. Ondan sonra tabi HP’deki çalışmalarım daha ziyade elektroniğe döndü. Sonra 1969′da Türkiye’ye bir geldim. Çünkü 62′de gitmiştim. O sırada Turgut Özal, Devlet Planlama Müsteşarı’ydı. Amerika’ya da aslında beni gönderen Süleyman Demirel ile Turgut Özal.

 

Amerika’ya gidiş hikayenizi biraz anlatır mısınız?

 

1961′de ben Karayolları’nda çalışıyorum. Askerden sonra. İhtilal olmuş. İhtilal olduktan sonra ihtilalciler Devlet Planlama’yı kurmuşlar. Planlamaya da adam lazım. Süleyman Demirel o zaman asker. Yedek subay. Turgut Özal da asker. Onların ikisi de akıllı adamlar bunlar, diyerek almışlar; daha başkalarını da topluyorlar. Bu arada Karayolları’na da bir mektup yazmışlar. Akıllı bir mühendis gönderin bize, diye. Akıllı mühendis olarak da beni gönderdiler. Ben Planlama’ya gittim. Şöyle bir odaya girdim. 15 m2 kadar bir oda. Orada bir masa var Süleyman Demirel oturuyor. Öteki masada Turgut Özal oturuyor. Geldik. Ondan sonra aradan 6 ay geçti. Süleyman Abi, biz onlara o zaman abi diyoruz çünkü biz teknik üniversitedekiler birbirimize abi deriz. Süleyman Abi dedi ki: “Muvaffak, seninle Amerika’ya gideceğiz. Sen akıllısın, daha fazla tahsil al.” Ben de: “Peki efendim ama benim param yok.” “Tamamdır, bir yerlerden buluruz.” dedi. Tam o sıralarda Milli Eğitim Bakanlığı 1416 sayılı kanununu çıktı. Bu kanunu biliyor musunuz? Yurt dışına talebe gönderen bir kanun bu.

 

Gazetede ilanlarını gördüm,  girdim imtihanlara. İmtihanları da kazandım. Ondan sonra Turgut Özal, biz seni gönderelim Amerika’ya diyordu, Planlama olarak. Sonra ben bir gün geldim. “Süleyman abi ben imtihanı kazandım, Amerika’ya gidiyorum” dedim. Önce trenle Bremen’e oradan gemi ile yukarı 10 günde Amerika’ya gittik.

 

Amerika’ya gittikten sonra da şimdi üniversite arıyorum ama hangi üniversite iyi bilmiyorum. Standford’a yazdım, Caltech’e yazdım. MIT’ye yazdım sonra baktım MIT East Coast’ta. Yok dedim, California daha güzel, dedim. Onun üzerine Caltech’den acceptance geldi. Onun üzerine Caltech’e gittim.

 

New York’ta evvela 6 ay lisan kurslarına gittikten sonra Caltech’e gittim. Advisor’ım dünyanın en şeker adamı çıktı. “Aman Mr. Gözüaydın, benim araştırmada çalış” dedi. “Tabi memnuniyetle çalışırım efendim” dedim. Ondan sonra aradan 1 ay geçti, çalıştık. “Sana saatte 3.5 dolar vereceğiz” dedi. Devlet de o zaman bize 140 dolar veriyor. Devletten 140 dolar alıyorum ama 1 ay sonra iş arttı. “Muvaffak Bey 60 saat çalışacaksın haftada” dedi. Ama 20 saat Over Time olduğu için o %50 zamlıdır. Onun için, “Sana 70 saat üzerinden para vereceğiz.” dedi. Tabi 210 dolar ediyor haftada. 210 dolar derken bu neredeyse aylık 900 dolar, 1000 dolar ediyor. Devlet bana 140 dolar veriyor, 1000 dolar da okuldan alıyorum. Dedik muazzam. Ben orada Caltech’de muazzam rahata erdim. Sonra dersler başladı. Dersler çok zor. Yani neredeyse günde 24 saat çalışıyorum. Caltech’de öyle bir yer ki özellikle mezun talebelere… Her katın bir tarafında hocalar, öteki tarafında mezun talebelerin ofisleri var.

 

Allaha çok şükür. İyi notlar aldım ama bir müddet sonra baktım ki mekanik mekanik tadı yok bu işin. “Hocam, ben nereye gidebilirim?” dedim. “Standford, hem yakın hem de benim orada çok iyi bir arkadaşım var.” dedi. “Ben ona telefon ederim.” dedi ve o adama bir telefon etti. Ertesi gün ben trene bindim. O zaman tren var. Hocayla konuştum. Aman, dedi seni hemen alalım. “Notların nasıl?” dedi, “Fevkalade” dedim. “Zaten Mr. Hudson’da seni tavsiye etti.” dedi. Beni 10 dakika içerisinde Standford’a aldılar. 10 dakika içerisinde. Ondan 1 sene sonra master aldım. Baktım Türkiye’ye dönmeye hala 1 senem var. Bir de dedim, endüstri mühendisliğinden master alayım. 64′te makina mühendisliği, ısı, termal Science’dan master aldım. 65′in sonunda da Operation Research, endüstri mühendisliği masterı aldım.

O sırada Hewlett Packard okula geliyor. Benimle bir görüşme yaptılar. 1 ay sonra da Hewlett Packard’dan cevap geldi. Ne olur bizimle çalışmaya başlayın, diye. 1965′te. Dediğim gibi oraya başlayınca baktık elektronik firması. Mr. Packard’da böyle deyince. “Aman, ne olur efendim.” dedim. 1968′de bir de elektronikten master aldım.

 

Aradan geçmiş 8 sene. Türkiye’ye geleyim, ne oluyor, ne bitiyor? Geldim bir baktım, Turgut Özal, Devlet Planlama Müsteşarı olmuş. Süleyman Demirel, Başbakan olmuş. Turgut abi dedi ki: “Ya Muvaffak bırak Allah aşkına Amerika’yı falan”. “Sen gel benimle çalış” dedi. “Karayolları, mecburi hizmetini Planlama’ya alır.” dedi. “99 Sayılı Kanun var.” dedi. Benim kardeşim Yusuf Özal var. “O da Imperial College’dan mezun” dedi. “O doktor, hem de elektronik mühendisi. Onunla beraber çalışırsın.” dedi. Ben peki, dedim. “Sonra Hewlett Packard’a kusura bakmayın, ben Türkiye’ye dönüyorum.” dedim. Geldim, Turgut abi ile beraber çalışmaya başladım. Doğrudan doğruya çalışıyoruz. Yusuf Özal, ben, Yıldırım Aktürk. Belki onu bilirsiniz bir yerlerden. Çok meşhur bir adamdır. Turgut Özal’ın has adamlarındadır.

 

Koç Holding’e giriş nasıl oldu bahsedebilir misiniz?

 

O sırada gazetede bir ilan çıktı. Koç Holding adam arıyor, diye. Ben de yazdım. Bir baktım 2 gün sonra Sabahattin Tunç isminde, Ankara mübeşşiri olan bir zat geldi ofise. Muvaffak Bey, uçak biletiniz, dedi. “Rahmi Bey sizi yarın İstanbul’da görmek istiyor.” “Pekala.” dedim. Geldik, Rahmi Bey ile konuşmaya başladık. Ben tabi Amerika’dan yeni mezunum. Kendime hakikaten muazzam güvenim var.

 

Rahmi Bey’in karşısına gittim. Rahmi Bey’in karşısında tabi ben böyle oturuyorum. O zaman da sigara içiyorum. Ağzımda sigara var. Böyle karşıladı adam beni. Baktı, baktı bana. “Yahu, senin kendine ne kadar çok güvenin var.” dedi. Ben de: “Var Allaha çok şükür.” dedim. “Peki, Turgut Bey müsaade eder mi? Turgut Bey seni bırakmaz. Valla, sen önce Turgut Bey’e git, sonra bana gel.” dedi. “Peki.” dedim. Geldik Turgut abiye. “Muvaffak, sen deli misin?” dedi. “Daha Amerika’dan yeni geldin. Evvela devleti gör, tanı.” dedi. “2 sene sonra çok daha iyi şartlarla gidersin oraya.” dedi. Biz de peki, dedik. Telefon ettim. “Rahmi Bey, kusura bakmayın.” dedim. Onun üzerine her ay birisi geliyor Koç Holding’ten Ankara’ya. “Muvaffak Bey nasılsınız?” Muazzam bir enformasyon. Koç Holding’te bir yerde de enformasyon alıyor. Ne oluyor? Ne bitiyor? Aradan 2 sene geçti. Turgut abi de ayrıldı 12 Mart’tan sonra. Onun üzerine ben de dedim ki: “Geliyorum Rahmi Bey.”

 

“Peki” dedi, geldim. Koç Holding’te 12 Şubat 1972′de, Vice President for Industry Group’da çalışmaya başladım. 3 sene orada çalıştım. Ondan sonra Beko’da bir pozisyon açıldı.

 

Beko döneminden bahsedebilir misiniz?

 

Beko, 1963′te radyo yapmak üzere kurulmuş. Beko Ticaret zaten vardı. 63′te de Beko Teknik diyerekten bu sanayi işine soyunmuşlar. İlk defa radyo ve küçük küçük pikaplar yapıyorlardı.

 

Radyo ve pikap öyle mi? Peki televizyon üretimine ne zaman geçtiler?

 

Televizyon tam oraya geçtiğim sene; 1971′de başladı. Zaten televizyon başladı, işler büyüdü, diyerekten beni Beko’da Genel Müdür Muavini olarak tayin ettiler. 71′de ben oraya gittim bir baktım, Hewlett-Packard nerede? Beko nerede? Arada dağlar kadar fark var. Hewlett Packard’da ne gördüysem aynı şeyleri orada yapmaya başladım. Her şeyden evvel baktım, dünya kadar parça var. Parçaların stok numarası yok. Bir parçayı nasıl tanırsın, yok. Bir televizyonda hangi parçalar var? Malzeme listesi yok. Yani hangi malzemeleri bir araya getirirsen televizyon olur, böyle bir liste de yok. Her bir parçanın sicili nedir, özellikleri nedir? Bunlarla ilgili kayıt yok. Bütün mühendisleri topladım. Evvela bakın, bunları bunları yapacağız, dedim. Peki dedik, ondan sonra böyle çalışmaya başladık. Ondan sonra model geliştirme. Onun üzerine önce Hitachi ile daha sonra Toshiba ile anlaşmalar yaptık.

 

Lisans anlaşmaları mı?

 

Lisans anlaşması. Çocuklara soruyorum. Ya çocuklar bunun Circuit Design’ını biz yapamaz mıyız? Senelerce çalıştım. Orada 22 sene çalıştım. 22 senede 1 televizyon dizayn etmeye çalıştım, yapamadım ama son 2 senede yaptık.

 

Neydi bunun sebepleri?

 

Çocuklar bilmiyor. Yani elektronik mühendisleri Circuit Design’ı bilmiyorlar. Ondan dolayı da yapamıyorlar. Lisans verenler de öğretmek istemiyor. Netice itibariyle ben çocukları eğitime gönderdim. Kimisini Japonya’ya gönderdim. Amerika’ya çok fazla adam gönderdim. Sonra da 20 sene sonra biz kendi dizaynımızı yaptık. Beko şasi dediğimiz. 1991′de ilk defa Beko Şasi’yi yaptık.

 

Elektronik sanayine Turgut Özal damgası !

 

Turgut Özal’a geldik ya. 82-83′te askerlerle tanıştı. Anap’ı kurdu. Anap’tan sonra da başbakan oldu. Başbakanlığı sırasında ben çok fazla geldim, gittim. Televizyona, elektroniğe çok ehemmiyet verdiği için bazen bana telefon ederdi. Muvaffak kaç tane renkli televizyon yaptık ? Ne kadar ihracat yaptık? Ben rakamları yuvarlayarak söylerim daima. 270.000 ise 300.000 derim. O da işte televizyona çıkar. TV ihracatı 300.000 oldu der.

 

Bu icraatın içinden programı mı?

 

Neler, neler. Sonra planlamadaki arkadaşlar bana telefon eder. “Muvaffak yine ne yaptın? Gitmişsin Turgut Beye 300.000 demişsin. Nerede 300.000, 270.000 halbuki.” Canım boşver yuvarlıyorum ben, derdim. Orada Turgut Bey bana: “Muvaffak, ucuz işçiliğe güvenme. Yatırım yap ve Productivity’i artır”. O daima kulağımda. Artı bir de dünya kadar teşvik vardı. Teşvikler yüzünden bizde bu arada çok güzel kar ediyoruz. Benim yaptığım yatırımlar hepsi yani vergi vermiyorum. Vergi vereceğime yatırım yapıyorum. Devlet teşviği. Yani kar ediyorsun. Kar ettiğin zaman senden vergi almıyor.

 

Turgut Özal’ı başbakanken ziyaret ettik. Bak dedi: “Muvaffak’ı görüyor musun ?” “Hiç bakıyor mu?” dedi Dünya kadar ihracat var.

“Siz de otomobilci olun, siz de ihracat yapın. Siz neden yapmıyorsunuz?” dedi. Rahmi Bey, “Biz %80′ini yerli yapalım. Bırak %80′ini yerli. Onlar %50′sini yerli yapıyor ama sonra %100′ünü ihraç ediyor.” dedi. “Sen de ihraç et.” dedi. “Sen de %80′e çıkma.” dedi. Bir kızdı Rahmi Bey’e. Rahmi Bey böyle süklüm büklüm oldu.

 

Beko 1000 kişiydi. İmalatı artırdım. Modelleri artırdım. İhracatı artırdım. 1000 kişilik fabrika oldu 3000 kişi. Bir görsen fabrikayı. Sene 86-87. Ondan sonra yatırımları yapmaya bir başladık. 500 milyon dolar yatırım yaptık 10 senede. 500 milyon dolar yatırım yapıldı.

 

86-96 arasında, 3000 kişi kaç kişiye indi biliyor musun? 1000 kişiye indi. 7 saatte yapıyorduk bir televizyonu. 7 saatte yapardık, 1 saate indi. Hep otomatik, otomatik, otomatik…

 

Peki ihracatınız nasıl şekillendi Muvaffak Bey, nasıl açıldınız yurt dışına? Başlangıcından itibaren alırsak, bağlantıları nasıl kurdunuz?

 

Orada tabi bize en büyük fayda getiren şuydu: Biz önceden NordMende‘in lisansörüydük Almanya’da. Sonradan kapandı. Bunlar kendileri televizyon yapıyor ama Avrupa’da televizyon giderek pahalılaşıyor. Yahu dediler, siz de bize mal yapsanıza.

Bizi üretim üssü olarak kullanmak istiyorlar. Yani bizden ziyade teklif Almanya’dan geldi. Ondan sonra geldik, onlarla beraber programlar yaptık. Onlar hakikaten kalite konusunda muazzam titizler. Biz ise Osmanlı’dan alışmışız. Şöyle küçük bir leke var kabin üzerinde mesela, “Muvaffak Bey bu geçmez.” Bu ret. Netice itibariyle bizi terbiye etti adamlar.

 

Bu 1980′lerin başında mı?

 

Bu 1986-87. NordMende firması. Daha sonra iflas ettiler. NordMende kapandı. Zaten Avrupa’daki bütün firmalar kapandı. 90′dan sonra Avrupa’da hiçbir televizyon firması kalmadı. Hepsi kapandı. Bizim Türkiye’de o sırada en büyük avantajımız, biz malı 1 hafta içerisinde veriyorduk. Kore’ye, Japonya’ya sipariş verirlerse mal onlara 4 ay sonra gidiyordu. Ondan dolayı Türkiye’yi çok tercih ediyorlardı. Türkiye’nin ihracatının artmasının en önemli sebebi budur. Kaliteleri de kendi kontrolleri altındaydı. Geliyorlardı, daima başımızdalardı.

 

Peki, bu 75-85 arası sadece Japon lisansörünüzün, Hitachi’nin modeliyle mi çalıştınız?

 

Evet. Evvela Alman NordMende ile daha sonra Japonya çalıştık. NordMende 1973′ten itibaren. 75′ten sonra Hitachi ile çalışmaya başladık. 82′den sonrada Toshiba ile çalışmaya başladık. 89-90′larda tekrar Almanya ile Siemens ile çalışmaya başladık.

 

Siemens’in televizyonlarını Türkiye’de mi ürettiniz?

 

Türkiye’de biz ürettik. Siemens ondan sonra ihracatının da çoğunu Türkiye’de yaptı. O arada yalnız Siemens sayesinde dediğim gibi kendi televizyonumuzu da kendimiz yapmaya başladık. 90′larda 91′lerde falan kendi televizyonumuzu yapmaya başladık.

 

Ne zaman başladı ihracatınız?

 

İlk defa 77-78′lerde başladı. Tam tarihini hatırlamıyorum.

 

Hangi ülkeler?

 

Önce Almanya. NordMende markasıyla. Zaten biz satışı NordMende’ye yapıyoruz. Onlar da bunun dağıtımını yapıyor.

 

Peki, Beko markası ile televizyon var mıydı?

 

Beko markası televizyon. O benim hikayemdir. Şimdi biz, senesini hatırlamıyorum. Demek ki 83-85-86′da Toshiba ile televizyon yapmaya başladık. Sonra Toshiba ile aramız bozulmaya başladı. O arada da Toshiba markasını kullanıyoruz. İlk defa. Mesela bakın, Hitachi bize markayı vermedi.

 

85′te henüz Beko markası yok muydu?  Yani marka olarak?

 

Yoktu. Hitachi ile lisans anlaşmamız var. Onlar Beko Hitachi markasını Türkiye’de kullanmamıza müsaade ediyorlar. Daha sonra Toshiba ile lisans anlaşması… Onlarsa Toshiba markasını kullanmamıza müsaade ediyorlar. Ama diyorlar ki, tüpleri bizden alacaksınız. Daha sonra ben daha ucuz tüpler buldum. Toshiba’dan tüp almak istemiyorum.

 

Onun üzerine Toshiba dedi ki, bizim ismimizi o zaman kullanmazsınız. O sırada benim aklıma geldi. Beko’nun da Genel Müdürü o zaman Sencer Kaygısızlar, genç bir arkadaş. Benim gibi heyecanlı. Yahu Muvaffak gel dedi biz buna Beko adını koyalım dedi. Koyalım dedim. Ne idareye gittik. Ne Rahmi Bey. Hiç birisine gitmedik. Bayilere biz Beko markasından televizyon vermeye başladık. Bayilere dedim nasıl? Valla dedi kimse farkında değil. Çatır çatır satılıyor. Biz ondan sonra Beko markası satmaya başladık.

 

Kaç senesi?

 

Demek ki 85′te olmuş. 86-87. Ondan sonra 1987′de Beko UK’i kurduk. İlk defa Beko adında İngiltere’de pazarlama şirketi kurduk. O sırada İngiltere’ye de ihracat başladı. Bush diye firmaya ihracat yapıyoruz ve Bush markasında yapıyoruz. O sırada ben Genel Müdürü ile sıkı fıkı oldum. Adamı beğendim. Biz şirket kuracağız İngiltere’de, seni Genel Müdür yapalım oraya, dedim. Yok, dedi. Koç Holding ile falan konuşturdum adamı. Adamı 6 ay sonra Genel Müdür yaptık Beko UK’de. O bize muazzam yardım etti. Orada hangi isimi kullanalım dedim. Beko. Beko UK’de Beko markası çıktı. O sırada da bana arkadaşlarım geldi: “Muvaffak Bey, Beko değil, Biko oluyor bu. Biko diye de bir eşkıya var Güney Amerika’da. Bu eşkıyayı anımsatır, bunu kullanmayalım.” ben de: “Yahu, o taa Güney Amerika’da. Az kişi bilir onu. Boşver. Beko diye girelim.” Girdik Beko diye, Allaha çok şükür hiçbir şey de olmadı. Sonra bizim arkamızdan aynı firma Arçelik’le buzdolabı ihraç etmeye kalktı. Arçelik ismini kimse telaffuz edemiyor. Yahu dedim Beko, Sony gibi. 4 harfli, gayet kolay telaffuz ediliyor. Arçelik’te Beko adıyla İngiltere’ye ihracata başladık. Şu anda ne kadar biliyor musun pazar payımız?

 

İngiltere’de Beko adı %10. Buzdolabı çamaşır makinası, televizyonda %10 pazar payımız var.

 

Arçelik Ar-Ge ne zaman kurulmuştu? 1983 mü?

 

İşte 84-85′te benim Ar-Ge vardı. Onlar da 85-86 Ar-Ge’lerini kurmaya başladılar.

 

Peki iki Ar-Ge birbiriyle bağlantılı mıydı?

 

Yok, birbirimizle hiç alakamız yok. Bizimki tamamen elektronik, onlarınki makina mühendisliği ama daha sonra ben onlara hep elektroniği tavsiye ettim. Bak bunlar Electronic Controller ile olacak, dedim. Çamaşır makinası falan da. Neden sonra Electronic Controller’lı çamaşır makinalarına geçtiler. Elektronik her yere girdi. Daha da girmeye devam edecek.

 

Avrupalı televizyon firmaları niye battı?

 

İşçilik pahalı. Onlar o zaman 5 dolar ödüyorlar, biz Türkiye’de 5 lira ödüyoruz.

 

Peki Muvaffak Bey, hiç üniversitelerle iş birliği yaptınız mı?

 

Çok yapıyorum. Şu anda bütün yaptığım bu. Bütün Amerikan üniversiteleri ile işbirliği içerisindeyim.

Nerede çalışıyorsunuz?

 

Harvard ile çalışıyorum. MTI ile çalışıyorum. Caltech ile çalışıyorum ve büyük Amerikan üniversiteleri ile çalışıyorum. Google’a gir.

 

Ders mi veriyorsunuz?

 

Hayır. Sistem veriyorum. Management. Sistem, yeni sistemler kuruyoruz. Şimdi nedir en son sistemim biliyor musun? Ben yaptım derken, benim de katkım oldu demek istiyorum. Beko’yu da ben yaptım derim. Beko’yu yalnız başıma ben yapmadım. Koç Holding’te bir ekibim var. Hep beraber yaptık. Amerika’da da mesela şu anda en büyük ilerleme elit üniversiteler, büyük üniversiteler Amerika’nın top üniversiteleri, Online olarak internetten dersler veriyorlar. Hem de ne biliyor musun bedava diyorlar, bedava değil aslında. Çok ucuz fiyatlar. Onu başlatan da kim? Ben.

 

Bizim üniversitelerimize mi?

 

Bütün dünya üniversitelerine. Benim hedefim bütün dünya üniversiteleri. 2001 yılında MIT benim katkım olmadan Open Courseware diye bir şeye başladı. Open Courseware ne demek? İnternetten, MIT’nin bütün derslerinin muhtevasını, herkese açık vermesi. Diyor ki, mesela fizik dersi. Fizikte 30 tane ders var, her biri böyleydi diyor. O, derslerin notlarını veriyor. Artı ev ödevleri veriyor. Ev ödevlerinin çözümlerini veriyor. Midterm’ü veriyor. Final Exam’ı veriyor. Hoca ile seni temas ettirmiyor ama Courseware dediği eğitim malzemesi. Eğitim malzemesi dediğini bütün dünyaya yayıyor.

 

Şu anda Türkiye’den ulaşılabiliyor mu?         

 

Türkiye’de de var ve bedava. Türkiye’de de bir tane grup kuruldu. Onlarla iş birliği yaptılar. Yüksek Bilim Kurulu ile.

 

TÜBİTAK mı?

              

TÜBİTAK değil. Yüksek Bilim Kurulu gibi bir isimde. Başbakan dağıttı. Onlarla beraber yapıyorlar. Ortadoğu da aynı şeylerden istifade ediyor. O malzemeleri alıyor, kullanıyor. Kendi talebelerine daha iyi dersler veriyorlar. Ben o zaman 2002′de MIT’ye uzun uzun yazılar yazdım. Bunu yalnız burada bırakmayın. Sizde dünya kadar videolar var. Text’i veriyorsun. Bunun videosunu da Online olarak ver. Biz bunlara bakalım, burada Online olarak eğitim alalım. Bedava yapma da 10 dolar ver. Adam başı 10 dolar ver. Yok efendim, biz bu konuyu yüksek mecliste konuştuk. Biz bu işten para alma taraftarı değiliz. O yüzden biz bu işi Online olarak yapmayız. Aradan 10 sene geçti. 2011 Aralık’ta başladık. İlk olarak MIT ilan etti. Bütün dünyaya Online olarak bedava dersler vermeye başladılar. Ders bedava ama o ders için imtihana girip de bir sertifika almaya kalkarsan o zaman küçük bir ücret alacağız. Ben diyorum burada katkım var şimdi. Gayet tabi tek başıma ben yapmadım. MIT’ye göre Harvard ne yaptı. Şubat ayında ben de aynı şeyi yapacağım ama sizin elektronik platforma dahil olacağım, dedi.

 

Bir nevi açık öğretim yani?

 

Tamamen açık öğretim ama aynı zamanda hocayla da temasın var. Aynı zamanda Teaching Asistance’larla da temasın var. Öğrenciler kendi aralarında temas edebiliyor ve dünya kadar forumlar var. Bütün dünyaya açık. İlk dersi 5 Mart 2012′de yaptık. Ders de ne? Elektronik dersi. Elektronik devreler dersi.

 

Bu politikanın sebebi nedir? Dünyadaki zeki kişilere daha rahat ulaşmak mı?

 

İnternet. İlk derse kaç kişi kayıt oldu biliyor musun? Dünyada 160.000 kişi. Bedava 160.000 kişi var. Herkes meraktan ediyor tabi. Katılanların %15′i Amerikalı. %12′si Hintli, %9 Çinli, %5-6 Kolombiyalı. Yüzde olarak Türkiye’den hiç kimse yok. Belki 3-5 kişi vardır ama artık yüzde olmadığı için onu yazmamışlar tabi.

 

Şu anda Amerika’da yaptığımız hadise, 10-12 tane Top üniversite dünyaya Online dersler veriyorlar fakat normal kolejler, 4200 tane normal kurumlar kapanma tehlikesinde. Kurumlar şu anda diploma vermiyorlar. Ama aradan 3-4 yıl geçince bunlar diploma da vermeye başlayacaklar. Bu durum pek çok üniversiteyi zora sokacak çünkü ben MIT’ye gidip, MIT’den diploma alabilirsem neden öteki üniversiteye gideyim? Ama orada başka bir açmaz var onu da kendileri anlatsın. Yahu dünyada herkes MIT’ye gidecek kadar akıllı değil ki. Herkes MIT’ye gidebilir mi? Çünkü MIT’nin muayyen bir zorluğu var. Ben de dedim ki, orta sınıf üniversiteleri de bu işe katkılandıralım. Şu anda ona da muvaffak oldum. University of Arizona iyi okullardan bir tanesi. Texas University Systems, New York Buffola University bunlar da aynı MTI, Harvard gibi Online’a başlıyorlar.

Yine bedava diyorlar ama dediğim gibi küçük bir karşılıkla yapacaklar. Bir de onlara tavsiye ediyorum hep. Ücretsiz diye bir şey yok. 10 dolar al yeter. Çünkü sayı fazla. Yahu 1 milyar insan alırsan, 10 dolar olsa 10 milyar dolar eder. 10 milyar dolar bütün eğitime verdiğin paradır senin, daha ne istiyorsun.

 

Türkiye sizce nereye odaklanmalı?

                            

Türkiye her şeyden evvel eğitime odaklanmalı. Amerika’da aynı olarak. Dünya, millet bilinçlenmeli artık. Millet akıllanmalı ama bütün hükümetler, Amerika dahil, milletler koyun olsun istiyor. Koyun olunca millet de… Rus dahil buna. En çok bunun içerisinde yine iyi olanlar Avrupalılar. Avrupalılar daha uyanık, Amerika’ya nazaran.

 

Millet olarak mı?

 

Millet olarak yani Avrupalılar daha uyanık. Daha kültürlü. Geçmişin verdiği bir kültür var.

 

Avrupa da yaşlanıyor diyorlar.

 

Yaşlanacak. Biz şimdi yaşlanmayacağız diye 3 tane çocuk yaparsak yanlış olur. Yani çocuğu eğitebiliyorsan, çocuklara iş bulabiliyorsan, ekonomiye katkıları oluyorsa ben olsam 5 çocuk değil, 10 çocuk yaparım. Ama yapamıyorsan ne yapacaksın o zaman?

 

Teknoloji demek Scale demek. Ölçek demek. Yani büyük ölçekte bir şey yapamazsan teknolojiyi uygulayamazsın. Teknolojinin ne faydası var desen büyük Scale’da, büyük ölçekte uygularsan. Onun için mesela şu anda Online MIT, Harvard yapıyor. Neden? 5-10 dolara ders verecekler. Çünkü milyonlarca kişiye eriştikleri için masraf sıfır. Daha doğrusu 1 dolardan az masraf edip, 10 dolara satacaklar. Yine milyarlarca para kazanacaklar.

 

Ben buna da bir çözüm buldum Amerika’da. Gir bir takım yerlere. Ne diyorum biliyor musun? Bu MIT, Harvard vs. bütün derslerimizi bütün kolejler alsınlar diyor, kendi çocuklarına Online olarak öğretsinler, diyor. Sonra krediyi isterse kendisi versin, diyor. Aptal kolejler bunu hala akıl etmiş değil. Ben şimdi durmadan her yere yazıyorum. Bütün Amerikan kolejlerine yazıyorum. Google’da nereyi bulsam yazıyorum. Yahu diyorum git MIT’den ders al. Bedava, yarın öbür gün 5-10 dolar. Talebeleri kendin takip et. Ondan sonra kredi ver. Ondan sonra da 10 tane dersin 5 tanesini MIT’den, Harvard’dan aldır. O sayede de masrafını %50 azalt. Masrafını %50 azaltır. Dersler de %50 azalınca dünya kadar sınıfın boş kalacak. Öğretmenlerin boş kalacak. Eğer 4.000 tane öğrencin varsa 4.000 tane daha yeni öğrenci al.

 

Hangi şirket üzerinden? Bir şirket üzerinden mi yapılacak bu proje?

 

Daha organizasyonum belli değil. Bu Bilim Kurulu ile konuştum. Onlar ne diyorlar? Türkiye Bilim Kurulu galiba. Oradaki hocalar şu anda MIT’nin derslerini zaten tercüme ediyorlarmış. Benim istediğim de zaten aşağı yukarı aynı dersler. “Tamam, bu işi yaparız.” dediler. Ders başına 50.000 dolara tercüme ederiz, Türkçeye. Filmler dahil. 2.000 tane derse bakıyorum. 2.000 tane dersi 50.000 dolarla çarparsan ne ediyor? 2.000 x 50.000. 100 milyon dolar para mı? Türkçe olarak. Ama bunu şeye yazdım

 

Ali Doğramacı benim Standford’dan çok iyi bir arkadaşımdır. İhsan Doğramacı’nın oğlu. Bilkent’in de sahibi şu anda. “Muvaffak, biz burada İngilizce’ye ağırlık veriyoruz, sen Türkçe’ye ağırlık veriyorsun.” dedi. Haklısın, ben de öyle istiyorum ama millet düzgün bir şekilde İngilizce öğrenmiyor birader.” dedim. Hiç olmazsa Türkçe olursa doğru düzgün mühendis yetiştiririz. Çünkü bende bile Orta Doğu’dan mezun çocuklar var, mühendisler var. Doğru düzgün İngilizce bilmiyorlar. Onun için hiç olmazsa İngilizce bilmeyen iyi bir mühendis, mühendislik bilmeyen ama iyi İngilizce bilen birisinden daha iyidir

 

Peki bunun sonucunda uzun vadede üniversitelerin kapanması durumu var. Nereye yönelecek? Ar-Ge tesisleri gibi bir şey mi olacak üniversiteler?

 

Yalnızca Ar-Ge üniversiteleri. Yani Research yapan üniversiteler ayakta kalacak gayet tabi.

 

Muvaffak Bey, size çok teşekkür ediyoruz. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

 

Hayır, ben de teşekkür ediyorum.

 

 Söyleşi Tarihi : 5 Şubat ‎2014

Relatived Posts
Hello world! ( 29 Dec,2013 )
Tanju Argun Söyleşisi ( 13 Jan,2016 )
Özer Hıncal Söyleşisi ( 31 Jan,2017 )
Fuat Akçayöz Söyleşisi ( 8 Aug,2016 )
Levent Ilgın Söyleşisi ( 5 Feb,2016 )
Written by