Büyük Sıçrama Blog

Şerif Acar Beykoz Söyleşisi

“Türkiye’nin yazılım ihracatı çok büyük değil. 200 milyon dolar civarında ama biz hep ilk 5’te olduk. Şu anda 45’e yakın operatörde ve 30’dan fazla ülkede yazılımlarımız çalışıyor. 450-500 milyon aboneye hizmet veriyor. Bunların içinde çok büyük operatörler de var. Hindistan’da Air-Tel operatörü var. 180-200 milyon abonesi var. Yine Hindistan’da diğer bir operatör daha var ve onun da 120 milyon abonesi var. Böyle çok büyük operatörlere hizmet veren yazılımların ki Hindistan biliyorsunuz yazılımların kalbidir. Biz Hindistan’a yazılım ihraç ettik. Bunu ben her zaman söylüyorum ve çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü Hindistan gibi bir yere yazılım ihraç ediyorsanız her yere edilebilir. Bu yazılımlar da burada, Türk mühendisinin elinden çıktı. Bu da bizim için özellikle önemli.”

 

1980 yılında Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nden mezun oldum. Elektrik, Elektronik Bölümü’nden. 1,5 sene kadar süren bir kariyerden sonra çok kısa bir petrolcülük deneyimim oldu. Ondan sonra iletişim-bilişim sektörüne adım attım. İlk önce Amerika’ya gittim, ITT şirketine. Aşağı yukarı 1,5-2 sene kadar ITT’de çalıştıktan sonra Alcatel, ITT’yi satın aldı. Biz de Alcatel mühendisi olarak çalışmaya devam ettik. Aşağı yukarı 15 sene kadar Alcatel’de çalıştım. Ve 6-7 ülkede bulundum.

 

90’larda Telekom’da bir daralma oldu sonra GSM ortaya çıktı. O dönemlerden bahsedebilir misiniz? Siz neler yapıyordunuz?

 

Şimdi 90’larda ben İspanya’daydım. Genel GSM’le değil ama normal bildiğimiz santrallerde çalıştım. O arada Türkiye’de GSM olayı başladı. Ben tam balını yakalayamadım Türkiye’de. Çünkü 92-93’te başladı Türkiye’de. Ben 96’da Türkiye’ye döndüm. Döndükten sonra daha önce çalıştığım konuları Türkiye’ye getirip o konularda çalışmak istedim. Telsoft diye bir şirkette işe başladım. Telsoft, SSI de alt yapı programlarını yapan bir şirketti. SSI de şu, biraz daha açmak gerekirse, internette nasıl IP çok önemli; internet protokolü, IP olmadan internet mümkün olmuyor. O zamanlar SSI de olmadan telekom mümkün olmuyordu. Biz de Telsoft’ta SSI alt yapı programları yazarak Amerika’ya ihraç ediyorduk. Yani 1996 yılından bahsediyorum. Ve bizim bu yaptığımız işi Türkiye’de yapan başka özel şirket yoktu. Daha sonra 98-99 yılında, kendi ürünlerimizi de çıkarmaya başladık. Yani Telsoft olarak SSI’de alt yapı ürünlerinin yanında bir takım uygulamalar da yapmaya başladık. Ne yaptık mesela, kısa mesaj servisini yazdık, SMS dediğimiz. Voice Made yaptık. Daha önce Voice Made vardı ama bunun GSM’e uygulanmış hali yoktu. Onları yaptık.

 

2000 yılında da Amerikan Telenity şirketi diye bir şirket Telsoft’u satın aldı, ismini değiştirdiler ve Telenity olarak yeni bir vizyonla, yeni bir finansal görüşle Türkiye’de çalışmalara başladı.

 

Telenity, Telsoft’u satın aldıktan sonra biz yeni bir vizyonla, yeni bir finansal güçle çalışmalarımızı GSM operatörlerinin katma değerli servisler alanına, onların ihtiyaçlarını karşılamaya, onların katma değerli servislerden yaratabilecekleri gelirlere katkıda bulunma amacıyla yeni ürünler tasarlamak üzerine kurduk. Ve bu amaçta da yeni mühendisler işe aldık ve tamamen yerli teknolojiyle burada bir GSM operatörünün, katma değerli servisler konusunda A’dan Z’ye bütün ihtiyaçlarını karşılayacak sistemleri, yazılımları geliştirmeye başladık. Birkaç sene araştırma geliştirme çalışmalarına devam ettikten sonra satış kısmına ağırlık vererek sadece Türkiye’de değil, dünyanın dört bir yanında GSM operatörleriyle temasa geçerek bu ürünlerimizi onlara sunduk. Fuarlara katıldık. Fuarlarda stantlarda yaptığımız çalışmaları sergiledik.

 

Ve bu çalışmaların sonucunda da ihracat konusunda önemli yerlere geldik. Şöyle ki çok uzun seneler biz yazılım ihracat sıralamasında hep ilk beşte olduk. Hatta ilk üçte olduğumuz seneler de oldu.

 

Türkiye’nin yazılım ihracatı çok büyük değil. 200 milyon dolar civarında ama biz hep ilk 5’te olduk. Şu anda 45’e yakın operatörde ve 30’dan fazla ülkede yazılımlarımız çalışıyor. 450-500 milyon aboneye hizmet veriyor. Bunların içinde çok büyük operatörler de var. Hindistan’da Air-Tel operatörü var. 180-200 milyon abonesi var. Yine Hindistan’da diğer bir operatör daha var ve onun da 120 milyon abonesi var. Böyle çok büyük operatörlere hizmet veren yazılımların ki Hindistan biliyorsunuz yazılımların kalbidir. Biz Hindistan’a yazılım ihraç ettik. Bunu ben her zaman söylüyorum ve çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü Hindistan gibi bir yere yazılım ihraç ediyorsanız her yere edilebilir. Bu yazılımlar da burada, Türk mühendisinin elinden çıktı. Bu da bizim için özellikle önemli.

 

Biz bunun yanında bütün Kafkas ülkelerinin çoğunda bu çalışmalarımızı sürdürdük. Orta Doğu’da birçok ülkede varız. Afrika’da varız. Bizim yazılımlar Madagaskar’da da çalışıyor, Tayland’da da çalışıyor. Trinidat ve Tobago’da da çalışıyor. Yani dünyanın bir ucundan diğer ucuna yazılımlarımız birçok ülkede çalışıyor. Ve bu çalışmaları her gün geliştiriyoruz. Çünkü biz teknoloji şirketiyiz.

 

Teknolojide dur durak olmuyor. 6 ay bir konuyu çalışmasanız zaten bilgileriniz eskiyor. Onun için biz de değişime uyarak, pazar dinamiklerini ve operatörlerin ihtiyaçlarını da dikkate alarak yeni ürünler tasarlıyoruz. Var olan ürünlerimizi geliştiriyoruz. Ve operatörlerin katma değerli servis ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyoruz. Bu da yaklaşık bütün dünya ortalaması olarak katma değerli servislerden %10 ile %15 arasında bir gelir elde ediliyor. Tüm cirolarının %10-15’i katma değerli servislerden yaratılıyor. Tüm ciroları düşünürseniz çok önemli bir miktar bu. Katma değerli servisler operatörlerin yarattıkları gelirlerde %10-15 arasında bir oranda katkıda bulunuyor. %30’lara çıkan ülkeler de var. Kuzey ülkelerinde mesela Finlandiya’da, İsveç’te daha yüksek. Ortalama olarak dünyada 800’e yakın GSM operatörü var ama bunların ortalaması %10 ile %15 arasında. Türkiye’de %12 civarlarında. Tabi bugünlerde ses gelirlerinde bir artış olmuyor hatta bir azalış oluyor. Ona karşılık Data gelirlerinde artış oluyor. Eskiden tabi 3G’den önce Data gelirleri çok düşüktü.

Yani dikkate alınmayacak kadar düşüktü. Fakat 3G ile beraber belki de yeni gelecek olan 4G ile beraber Data gelirleri ciddi oranda artıyor. Katma değerli servisler de aşağı yukarı aynı kalıyor. Çünkü katma değerli servislerin özelliği ise çok fazla katma değerli servis yaratılıyor ama bunlarda başarılı olanların sayısı çok fazla olmuyor.

 

Operatörlerin de alt yapıları yeni katma değerli servisler yaratmaya elverişli ve esnek bir yapıda olmalı ki yaratılan katma değerli servisler eğer tutmazsa çıkartıp yenileri konulabilmeli. Yani 200 tane servisten sadece 5 tanesi başarılı oluyor. Fakat hangi 5 tanesi başarılı olacak onu tam olarak bilemediğimiz için, yani operatörler de bilemediği için denemek zorundalar. Onun için kolaylıkla devreye alınabilecek ve de başarısız olursa çıkartılabilecek, yenisi koyulabilecek bir yapıya sahip olmalılar. Bizim firmamız bu alt yapıyı da operatörlere sağlıyor. Buna biz Service Delivery platform diyoruz. Ve buna sahip olan operatörlerde bu tür sorunlar hemen hemen hiç olmuyor.  Yani çok hızlı devreye alınıyor, bir haftada falan yeni bir servis devreye alınıyor, müşteri memnuniyeti ölçülüyor, başarılıysa devam ediyor. Başarısızsa değişiklik yapılıyor ya da tamamen kaldırılıyor. Ve sistemin alt yapısı da buna elverdiği için, tabi bir de rekabeti de düşünürsek servislerin çok hızlı devreye girmesi lazım. Yani düşünceden eyleme çok hızlı geçmesi lazım ki, rekabet edilebilsin.

 

Biz de operatörlere bu konuda ürünlerimizle yardımcı oluyoruz, destek veriyoruz. Tabi ki biz teknoloji firması olduğumuz için, demin de değinmiştim, en son teknolojiyi takip etmek zorundayız. Takip de ediyoruz. Dünya çapındaki birçok foruma, kuruluşa üyeyiz. Onların çalışmalarına katkıda bulunuyoruz. Hatta ne olup bittiğini ilk elden öğreniyoruz. Katkıda bulunup, destek veriyoruz ve bizim fikirlerimizin de yeni geliştirecek, geliştirilen standartların içine girmesini de sağlıyoruz.

 

Özellikle lokasyon konusunda ciddi çalışmalarımız var. Lokasyon belirleme ve o belirlenen lokasyonu kullanma, kullanacak servisler yaratma. Hindistan’da yaptığımız iş de esasında böyle bir iş. Oradaki iki büyük operatörün lokasyon alt yapısı tamamen bizimdir. Bizim alt yapı üzerine kurduğumuz servisleri kullanıyorlar. Şöyle güzelliği de var bu işin: Biz yeni bir servis çıkarttığımızda, mesela Türkiye’den herhangi bir şirketin lokasyon bazlı servisini alıp rahatlıkla Hindistan’da uygulayabiliyoruz.

 

Bu lokasyon bazlı servis nedir, biraz onu açabilir miyiz acaba?

 

Şimdi biliyorsunuz GSM şebekesinden her cep telefonunun yeri belirlenebiliyor. Bunun birçok yöntemi var. Tabi en kolayı GPS. Ama GPS’i kullanmadan da şebekedeki baz istasyonları, enerji seviyeleri ölçülerek uzaklıklar bulunabiliyor. Ve cep telefonunun yeri aşağı yukarı tahmin edilebiliyor. Ve bu da Longitude, Lentitute olarak, enlem boylam olarak gelebiliyor ve siz onu alıp bir haritanın üzerine  gösterdiğinizde aşağı yukarı cep telefonunun yeri belirlenebiliyor. Tabi hassasiyet kullanılan teknolojiye göre değişiyor. Bu baz istasyonlarının sıklığına göre 2 metreden 200 metreye kadar değişebiliyor. Şehirde çok başarılı tabi açık alanda biraz daha mesafeler uzuyor. Ve bu bilgiyi kullanarak da değişik servisler yaratabiliyorsunuz. Mesela Emergency Service, acil servis için çok önemli bir şey cep telefonunun yerini bulmak. Mesela, dağda kaybolan birinin yerini bulmak çok önemli. Bunlar hayati önemi olan şeyler. Ama mesela akşam çocuğunuzun ateşi çıktığında, en yakın eczaneyi bana söyle servisi gibi de bir şey.

Size en yakın eczaneyi de biliyoruz, o akşam hangi eczane nöbetçi onu da biliyoruz. Size hemen o eczaneyle ilgili yer bilgisini, harita bilgisini, telefonunu veriyoruz. İsterseniz sesli bağlantı da kuruyoruz. Bu tabi önemli bir servis. Mesela başka bir servis, araç takip, o sistemler zaten GPS ile yapılıyor ama onların yedek olarak ya da mesela tünelde GPS çalışmıyor bu GSM ile ona destek olunabilir. İki teknoloji bir araya getirilerek servis genişletilebilir, zenginleştirilebilir.

 

Bunun gibi birçok servis var. Şu anda bizim elimizde bile 20’ye yakın servis var. Ama dünyada çok değişik uygulamaları var. Biz insanlara bunun alt yapısını da veriyoruz. Bu yer bulma ve kullanma teknolojisini. Artı üstüne de servisler sağlayabiliyoruz. Dediğim gibi, bizim küçük bir ekosistemimiz de var. Burada, Türkiye’de yapılmış olan konum tabanlı servisini alıp, operatörünü de tabi onun yanına alarak Hindistan’da devreye alma şansımız var. Bu da Türkiye’deki küçük şirketlere bu konuda çalışan şirketlere bir yurt dışına kapı açma gibi bir fırsat oluyor. Biz bunu da kullandırıyoruz ve genişletmeyi düşünüyoruz. Bunun dışında Türkiye’deki birçok şirketle iş birliğimiz var. Beraber ürün geliştiriyoruz. Ya da onların ürünlerini biz satıyoruz, bizim ürünlerimizi onlar satıyor. Yani hem satış amaçlı bir iş birliği hem de teknolojik iş birliği yapıyoruz. Ve bunların yapılması da lazım. Birçok şirket bunu yapıyor ama daha da geliştirilmesi lazım.

Türkiye’de yazılım sektörü şu anda istediğimiz noktada değil. Yazılım sanayicileri derneği esasında Türkiye’deki bütün yazılım şirketlerinin sesi olmak durumunda. Türkiye’de aşağı yukarı 1700 tane yazılım şirketi var. Fakat ne yazık ki bunun %80’i ya da %85’i küçük kobi şeklinde. Yani küçük kobi dediğim, 50 kişiden az hatta birçoğu da 10 kişiden az eleman çalıştırıyor. Böylece küçücük kobilerden çok büyük yazılımlar yaratmak çok mümkün olmuyor. Biz bu arkadaşları, bu şirketleri bir konsolide** edip bir araya gelmelerini ve güçlerini birleştirmelerini, böylece daha büyük yazılımlar ve daha büyük sorumluluklar almalarını sağlamaya çalıştık. Kısmen başarılı olduk. Çok başarılı olamadık. Fakat böyle yapılması gerekiyor.

 

Şu an Türkiye’deki en büyük yazılım şirketinde 1000’e yakın mühendis çalışıyor. Hindistan’daki en büyük yazılım şirketinde 180 bin kişi çalışıyor, ihracatı neredeyse 100 milyar dolarlara yaklaştı. Türkiye’nin tüm ihracatına yaklaşıyor yani. Türkiye’de 150 milyar, Rusya’da 166 milyar hedefimiz var. Olup olmayacağını bilmiyorum. İnşallah olur. Fakat sadece yazılımdan, bilişimden 100 milyar dolarlık bir ihracat gerçekleştiriyorlar. Ama oradaki şirketin hacimleri çok büyük. Yani 180 bin kişi, 30 bine yakın şirket var ve bunların birçoğu yani %50’den daha fazlası, 3 bin kişiden fazla eleman çalıştırıyor. Tabi orada nüfus da fazla. Çok fazla eğitim kurumu var. Hintliler bilişimi çok kritik, stratejik bir sektör olarak görüyorlar.

 

Sadece Hintliler değil, dünyada birçok ülke artık bilişimi stratejik sektör olarak görüyor. Ve alt yapı yatırımlarını yapıyorlar. Mesela, Slovenya’yı örnek vereceğim, çok yakın. E-ticaret konusunda bir numaralar. Yani hiç kimsenin aklına gelmez, küçük ülke. Ve e ile başlayan bütün servislerde bir numara. Biz bilmiyoruz, oradan herhangi bir şirketi duymadık ama bilmesek bile kullandığımız her şeyde onların ürünleri var. Mısır çok ciddi yatırım yapıyor. Ama karmaşadan sonra biraz duruldular. Kosta Rika çok önemli. Malezya. Rusya’yı saymayacağım. Tabi İsrail’i saymıyorum, onlar zaten alıp başlarını gitmişler.

Ama bilişim hakikaten yatırımı minimum ama geri dönüşümü maksimum olan bir sektör.

 

Bizim üniversiteden mezun yazılımcı sayımız yeterli mi?

 

Bizim yazılımcı sayımız şu anda yeterli değil. Bu kapatılabilir. Bizim 50’ye yakın üniversitemizde bilgisayar mühendisliği bölümü var. Tabi hepsi aynı kalitede değil. İki türlü çalışmamız lazım. Bir, sayıyı artırırken, kaliteyi de artırmamız lazım. Yani üniversiteden çıkan bir mühendisi bizim alıp hemen işe koyabilmemiz lazım. Bu her zaman mümkün olmuyor. Özellikle bu yazılım konusunda mesela biz Telekom yazılımları, Telekom ve iletişim yazılımları üzerine çalışıyoruz. İletişim tarafını öğrenmesi lazım. Ve onu bildiği bilgilerle, üniversitede öğrendiği bilgilerle birleştirmesi lazım. Bu da zaman alıyor. Bu 6 ay ile 9 ay arasında bir eğitim gerektiriyor. Yani bizim için biz ona ekstra bir eğitim vermek zorundayız.

 

Şimdi üniversite sanayi işbirliğine hemen buradan geçecek olursak. Mesela, bu eğitimi öğrenci okuldayken bizden alabilir. Bunun yolu açılmalı. Bazı üniversiteler bunu yapıyorlar. Hatta ben başkanken de Bahçeşehir Üniversitesi’nde böyle bir programla başlamıştık. Bu yapılabilir. Ve bizler gidip, öğrencilere okulda bilgilerimizi aktarabiliriz. Bu seçmeli ders olur. Ama gençler okuldayken hangi sektörde çalışacaklarsa, bilgisayar mühendisi olunca, o sektörle ilgili de en azından bir temel bilgileri, eğitimleri almış olurlar. Ve hem kendileri doğru tercih yaparlar. Hem de bizim için 9 aylık buradaki eğitimden kurtulmuş oluruz. Şimdi bu yeteri kadar yapılmıyor. Bütün üniversitelerde bunu yapabiliriz. Biz yapabiliriz. Üniversite sanayi işbirliği buradan başlıyor zaten. Eğer bunu yapabilirsek bundan sonraki büyük projelerde de, savunma olsun başka büyük projelerde de, üniversitelerdeki eğitim takımıyla, üniversite dışındaki mühendis takımı bir araya gelebilir. Çok daha rahat bir hale gelir ve çok güzel işler yapabiliriz.

 

Peki Şerif Bey, bu iş sizce liselere inmeli mi? Yani bizim şu anda yapmadığımız şey nedir? Hindistan’da nüfus çok fazla fakat onların yaptığı bizim yapmadığımız şeyler nelerdir?

 

Şimdi liselere istesek de istemesek de iniyor zaten. Yani küçücük çocuklar, orta okul talebeleri bile iPhone’da, Android’de oyunlar yapıyorlar. Uygulamalar yapıyorlar. Öğreniyorlar ve yapıyorlar. İndi zaten şu anda. Ama bunu biraz daha kontrollü, daha sonuca yönelik şekilde, daha bir eğitim tarafı da vurgulanarak yapılması lazım. Mesela Fatih projesi çok önemli bir proje. İşte milyonlarca iPad çocuklara, gençlere dağıtılıyor.

 

Şöyle bir önerim olmuştu benim: Bu  tableti dağıttığınız okullarda seçmeli ders olarak Android’de geliştirme yapma dersi koyulsun. 15 milyon tablet dağıtılıyor, 15 milyon öğrenci var. 15 milyonun %5’ini bile kazansak çok büyük bir nüfus bu. Ve bu çocuklar da ilgili, %5’ten de fazlasını kazabileceğimizi düşünüyorum. Onlara biraz daha yol gösterebilsek. Bir raya oturtabilsek. İşte Android’de programlama yapsak. O gün ilgisini çeker bazı gençlerin. Belki çoğunun çekmeyecek ama oradan başka yere atlayabilir. Onu öğrenir, bunu öğrenir ve de daha lise seviyesinde bilişim sektörüne katkıda bulunmaya başlarlar. Burada zaten bizim en büyük problemimiz ara eleman sıkıntısı. Şu anda belki de büyük sektörlerde var ama bilişim sektöründe de var.

Bu çok büyük bir açık tabi ki.

 

Yazılımın da mesela mühendislik dışında, teknisyen, tekniker gibi ara elemanlara ihtiyacı var mı?

 

Çok var. Bunu da yetiştiren bir okul yok şu an. Yani bilgisayar meslek lisesi, motor sanat lisesi var da bilgisayar lisesi var mı, bilmiyorum. Galiba 1 ya da 2 tane var, çok az. Böyle şeyler olmalı. Mühendislere teknisyenin yaptığı işleri bazen yaptırmak zorunda kalıyorsun. Halbuki ben onu çok daha iyi değerlendirebilir, ona dizayn yani tasarım yaptırabilirim. Yani daha ulvi amaçlar için kullanabilirim. Ama onun yerine kalkıp işte basit bir işte kullanmak zorunda kalıyorum. Çünkü o işi yapacak, daha teknisyen seviyesinde elemanım yok. Sadece yazılım konusunda değil. Bütün IT’nin her kısmında da ara eleman sıkıntısı çekiliyor şu anda. Bu konuya da özellikle önem vermek lazım. Değişik programlar yapılıyor. İş-Kur yapıyor, değişik derneklerle bir araya geliyorlar. Fakat yeterli olmuyor. Bu konuya biraz daha el atılması lazım. Ve ara eleman sıkıntısının çözülmesi lazım. Bu bizim de elimizi, yazılımcılar olarak, yazılım şirketleri olarak çok rahatlatır.

 

Aslında bir önceki konuya dönmek istiyorum. Bu işbirliği kültürü meselesi Türkiye’de ne kadar yaygın? Siz az önce bahsetmiştiniz, şirketler birleşsin, büyük yapılar olsun diye. Oralarla ilgili ne gibi engellerle karşılaşıldı, sorunlar nedir, buradaki çıkmazlar nelerdir?

 

Türkiye’de belki de hani küçük olsun, benim olsun kültürü var. Bu tabi çok büyük bir engel. Halbuki küçük olunca yaptığınız iş de küçük kalıyor. Yani büyük bir şirketle konuşamıyorsunuz o zaman. Müşteri büyükse o da karşısında daha güçlü, büyük şirket görmek istiyor. 10 kişilik şirketle gidip, milyon dolarlık işler yapmak her zaman mümkün olmuyor. Bir iki kere belki tesadüfen olur ama süreklilik olmaz.

 

Türkiye’de bilişim sektöründeki şirketlerin hacimlerinin çok küçük olduğundan bahsetmiştim. 1700 şirketin çok büyük bir kısmı kobi niteliğinde. E tabi küçük şirketlerin yapacağı işler de çok büyük olamıyor. Doğal bir şey. Fakat yapılan işler küçük kalınca da büyük şirketlerle bir satış organizasyonuna girmek, onlara bir şey satmak çok mümkün olmuyor. Onun için bizim küçük şirketleri konsolide etmemiz, mümkünse belki de devlet teşvikiyle, şirketlerin hacimlerini büyütmemiz ve de süreklilik yaratmamız gerekiyor. Yani siz 1 milyon, 2 milyon, 10 milyon dolarlık yazılım sattığınızda, karşınızdaki şirket sizden süreklilik bekliyor. “Bunun arkasında duracak mısın? Ne kadar duracaksın? Yarın batar mısın, çıkar mısın?” gibi endişeleri olmaması gerekiyor. Ve bunu da sağlamanın ilk yolu, şirketin yapısının, finansal yapısının sağlam olması, belki de devlet garantisi olması, devletinde bu işin arkasında olduğunu hissettirmesi gibi desteklere ihtiyaç var. Aksi takdirde küçük şirketlerin çok büyük işler yapması biraz hayal gibi gözüküyor.

 

Bu bir makro-politika istiyor sanki. Çünkü eğitimde de 90’lı yıllarda bilgisayar seçmeli dersti. Windows 80’lerde Basic vardı ama. Matematik, fen gibi derslerin yanında çok önemli sayılmazdı. Bu da bir vizyon değişikliği galiba.

 

Esasında bilgisayar dersi dediğiniz gibi bütün bölümlerde ek ders olarak veriliyor. Biz üniversitede okuduk. Bir ders vardı o zamanlar, 3 bin kişi alıyordu. Neredeyse okulun 10’da 1’i bir dersi alıyorduk. Fakat tabi onlar sadece kendi amaçları için kullanmak üzere alıyorlardı. O konuda bir şey üretmek için değil. Biz eğer bilişim sektöründe önemli bir yere geleceksek ki gelmeliyiz.

Çünkü demin de dedim ya, bir Laptop’la bir eğitimle yarın bir şey yaratmanız mümkün.

 

Siz bir otomobil fabrikası kurmak istiyorsanız, kişi başına 100 bin dolar yatırım yapmalısınız. E burada milyar dolarlık yatırım oluyor. Halbuki bir Software fabrikası kurmanız için Laptop, eğitim ve insan kaynağı yeterli. Başka bir şeye ihtiyacınız yok. Hemen de yarın üretime başlayabilirsiniz. Bunun gibi bilişim sektörünün geri dönüşümü çok hızlı. Ve katma değeri çok yüksek. Yani bizim bir program üretmemiz için dışarıdan ne almamız gerekiyor? Eğer daha önce bir alt yapı programı almışsa, hemen hemen sıfır. Hiçbir şey. Tamamen beynimizde, kafamızda olan şeyi bilgisayara dökeceğiz. E yarattığımız bu ürün, ürün diyorum çünkü orada bile sıkıntımız var. Kimi ürün diyor, kimi hizmet diyor. Ben ürün diyorum. Ürün, katma değeri %100 bile olabilir. Hadi diyelim ki bir Hardware yatırımı var, bir Laptop yatırımı, %85’in altına kesinlikle inmiyor. Ve de %85 katma değeri olan başka hangi sektör var? Hiçbir sektör yok. Eğer biz yazılım ihracatını artırabilirsek cari açığa müthiş katkısı olur. Çünkü dışarıdan bir şey almanız gerekmiyor. Şu anda ihracatın %60 – %70’i ithalata dayalı. İthal ediyoruz, üstüne bir şey yapıp satıyoruz. Ama otomobil sektöründe falan ithal oranı çok yüksek. Yani katma değerleri çok az. Evet istihdam yaratılıyor ama yeterli seviyede değil. O cari açığı kapatacak seviyede değil. Bizim yeni teknolojiler dediğimiz de sadece bilişim değil, nano teknoloji de var. Yani katma değeri yüksek teknolojilere özel bir önem göstermeliyiz. Ne gerekiyorsa yapmalıyız.

 

Ve bir devlet politikası olması lazım. Yani devletin, bilişim sektörünü kritik sektör ilan ediyorum, demesi gerekiyor. Bunu demedikçe kimse sorumluluğu üstüne almıyor.  Gerçi kamu kanununda %15’e kadar fiyat desteklemesi var. Türk yazılımına, Türk ürününe diyeyim, tercihini kullanabilirsin, diyor ama bu tercih genellikle kullanılmıyor. Bunu desteklemesi lazım, yüreklendirmesi lazım. Devletimizin en üst seviyesinden böyle bir adım gelirse, yerli teknoloji desteklenecek, yerli bilişim sanayi desteklenecek. Mümkün olan her yerde, yerli ürün kullanılacak denilirse, bu yazılım sektörünün önünü çok büyük ölçüde açar. Çünkü biz eğer kendi ülkemizde satış yapabiliyorsak, başka ülkelere daha rahat satabiliriz. Çünkü biz yurt dışına gittiğimizde diyorlar ki, bu ürünü sen kime sattın? Ben kendi ülkemde bile satamamışsam, o zaman nasıl başka ülkelere satacağım. Burada pozitif ayrımcılık olması lazım. Eğer ürün Türkiye’de üretiliyorsa ne olursa olsun buradan tedarik edilmesi lazım. Mükemmel olmayabilir. O zaman bunu mükemmelleştirmemiz lazım. Ama bize, yazılımcılara, devletin bu şansı vermesi lazım. Biz de kendimizi onlara gösterelim. Bizim kendimizi ispat etmemiz lazım. İçerde başarılı olursak, dışarıda da başarılı oluruz. Biz şimdi dışarıda başarılı oluyoruz, içeride başarısız oluyoruz. Bu da trajikomik bir durum.

 

Evet, aynı konuda Pozitron’un patronu Fatih İşbecer ile de konuşmuştuk o da benzer bir tespit yapmıştı.

 

Evet. Yani yurt dışında bize referans soruluyor. İçeride de nereye sattın, diye referans soruluyor. Yani ben işte buradaki kaynakların, yani devlet bize bu desteği verirse eğer ve biz burada çalışmalarımızı geliştirirsek, hem istihdama katkımız olur hem dediğim gibi ciro artışı, ciro açığının kapanmasına katkımız olur. Orada çok ciddi katkımız olur. %85’lere varan katma değer artışı, katma değer yaratılışı, başka hiçbir sektörde yok.

 

Türkiye’de çok değişik devlet destekleri var. 27-28 çeşit destek var. Ama ne yazık ki şirketlerimiz bu desteklerden tamamıyla haberdar değil ve kullanamıyorlar.

Evet, bazılarında birer bürokrasi var. Ama bu desteklerden de yararlanmanın mutlaka yollarını bulmalılar, şirketler. En çok kullanılan destekler TÜBİTAK’ın destekleri. Çok popüler zaten. Ar-Ge yapan birçok şirket bunları kullanıyor. Ama bunun yanında yurt dışında ofis açsanız size destek var, eleman çalıştırsanız destek var, fuara katılsanız destek var, ihracat destekleri var.

 

Biz YASAD olarak zaten kendi bünyemizde 50-60 şirketi kapsayan bir çalışma başlattık. Ve devam ediyor bu. Elimizden geldiğince, bunları anlatmaya çalışıyoruz üyelerimize. Ama birçok üyemiz de ya bihaber ya da bize üye olmayanlar zaten hiç bunlardan haberdar olamıyor. Onun için bu desteklerin biraz daha şirketlere anlatılması lazım. Sadece yazılım sanayine değil tabi. İhracat yapan herkesin bunları mutlaka bir gözden geçirmesi ve kendine uygun desteklerden yararlanması lazım. Bunlar çok önemli. Mesela bir fuara gittiğinizde %65-70’ini masrafların geri alıyorsunuz. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi? İhracat içinde fuara mutlaka gidilmeli. Yoksa yurtdışında ki şirketler sizi nereden tanıyacaklar. Gidip onlarla görüşmek, belki partnerler bulmak, satış kanalları yaratmak, iş ortalıkları yapmak. Yani bir ürünün bir parçasını siz diğerine bir İspanyol yapıyor olabilir. Onu nerede bulacaksınız? Fuarda bulabilirsiniz anca. Çünkü o da aynı amaçla oraya gelmiş oluyor. O da sizi buluyor. Bu şirketin bir araya geldiği yerler. Alıcıların, satıcıların buluştuğu yerler. E gidilemiyordu, pahalıydı. Ama devlet şimdi bunları destekliyor. O zaman gitmemek için bir neden kalmıyor. Biz gene YASAD olarak bu yazılımcıların, GSM konusunda çalışan yazılımcıların, katma değerli servis sağlayıcılarının, alt yapı sağlayıcılarının buluştuğu bir fuar oluyor.

 

Elektronik mühendislerinin, yazılım mühendislerinin bu işletme bilgisi, iş adamlığı becerileri hakkında ne düşünüyorsunuz? Sosyal becerileriyle ilgili. Geliştirilmeli mi?

 

Kesinlikle geliştirilmeli tabi ki. Geliştirilmeleri gerekiyor. Şimdi bir MBA denen çok meşhur programlar var. Ben de MBA yaptım. Şöyle bir tavsiyem olacak gençlere, okuldan çıkar çıkmaz hemen MBA’e girmesinler. Bir 5 sene, 6 sene belki de 10 sene iş hayatını görüp sonra MBA’e gitsinler. Müthiş faydalı oluyor. Çünkü aksi takdirde birçok kavram daha yerine oturmamış oluyor. Ve MBA’le alınanlar da özümsenemiyor. Yani yeni bir roman okurmuş gibi geçilip gidiliyor. Fakat bir miktar çalışıp, iş dünyasını görüp, ondan sonra MBA yapınca, belki MBA’in katma değeri 3’e 4’e katlıyor. Onu tavsiye ediyorum. Zaten eğer mühendislik okuyan birisinin mühendisliği bir kenara bırakıp, işte 15-20 sene sonra, işte eğer iş tarafından, ticari tarafına dönecekse, MBA yapması şart gibi bir şey. Yoksa mühendislikteki kavramlarla ticaretteki kavramlar çok çok örtüşmüyor bazen. O ikisini de iyi anlamak için, mühendislik bilgisinin yanına, bir ticari bilgi, işte pazarlama satış bilgisi, finans bilgisi de koyunca, sonuç mükemmel olabiliyor.

 

4G,5G,M2M2 gibi konularda Türkiye’nin şu anda yaptığı şeyler var mı? Şansı nedir, bu konuyla ilgili geliştirilen teknolojiler konusunda ne söylersiniz?

 

Şimdi 4G teknolojisi, şu anda GSM teknolojisinin geldiği son nokta. Yaklaşık 50’ye yakın operatör, dünyada bunu uyguluyor şu anda. Özellikle Güney Kore’de Network’ün %62’si 4G destekliyor.

4G’nin şöyle, birkaç tane önemli özelliğinden bahsedeyim. Bir kere hızlar çok büyük. Yüklenme hızı 300 Mb’lere çıkıyor, yüklenme hızı da 70-80’lere çıkıyor. Bazı Hibrit teknolojiler kullanılarak 1gb yüklenme hızına da ulaşılıyor. Ama o şu anda çok pratik değil. Fakat 300 bile çok büyük bir rakam. Bizim normal kullanıcı beklentilerinin çok üstünde bir hız. İkinci bir önemli özellik, pil kullanımını minimuma indiriyor. 4G teknolojileri, kullanılan Codec’ler, teknolojiler pilin ömrünü acayip arttırıyor. 3G’ye kıyasla en önemli üstünlüklerinden biri o. Bir başka üstünlüğü de ses kalitesi çok yüksek. High-Definition dediğimiz, HD televizyonlar var ya şimdi HD Voice’da ses kalitesi çok yüksek ve baz istasyonundan baz istasyonuna geçiş süresi çok hızlı. Böylece hemen hemen mükemmel bir teknolojiye sahip olacağız. Ne zaman gelir? Tabi büyük yatırım bu. Bir de lisans durumu var. Lisanslar daha verilmedi.

 

Bu teknolojinin bir patenti var mı?

 

Var ama onların üreticilerin sorunu. Kullanıcıların değil de. Hani işte büyük şirketler zaten birçok patenti kendileri tutuyorlar birçok patenti de ya parasını verip alıyorlar. Yani operatörler açısından patene sorunu yok. Zaten operatörlere geldiğinde patent diye bir sorun olmuyor. Fakat sürekli tabi 4G patenti alınıyor. Türkiye’de de öyle bir girişim var, 4G girişimi şu anda. 3 tane şirketimiz Türkiye’de bu işle uğraşıyor. Biz de bir ucundan tutmak istiyoruz lokasyon konusunda özellikle. Yani 4G ile Location teknolojilerini de biz geliştirmek istiyoruz. O konuda da çalışmalarımız var. Belki o diğer 3 şirketle de bir araya gelip, bir görüş alış-verişi yapacağız. Tabi 4G’nin şöyle bir sıkıntısı olabilir. Bir kere yatırım maliyeti yüksek. Şu anda buna değecek mi? Çünkü 3G’de 3,5G gibi yeni teknolojiler geldi, ara teknolojiler. Hızlar çok yükseldi. Yani tabi sıkıntımız kalmadı, bir şey indirme ya da yükleme konusunda. O kadar aciliyeti var mı, tartışılıyor. Gelse tabi süper olur ama geldiğinde de, bir kere maliyet önemli. Çünkü operatörlerin gelirleri de, ses gelirlerini düşmekte artık, hani bu OTT denince orada top sistemler var mesela Skype var, Whatsapp, 19 milyara satılan, mesajlaşma teknolojisi o. Mesaj atıyorsunuz ve bedava. SMS’in en büyük rakibi. SMS gelirleri düşüyor bu suretle. Böyle uygulamalar tabi 4G’de mükemmel hale gelecekler o zaman operatörlerin yaptığı iş de sadece internete erişim sağlamaktan öteye gidememe gibi bir tehlike var. Bu operatörlerin önünde duruyor. Bunu mutlaka düşünüyorlardır, ne yapacaklarını. Tabi çok değişik görüşlerle hamle yapmak lazım. Yani bu bir çelişki, 4G çok iyi bir teknoloji ama o teknolojiyi operatörden daha iyi kullanan başka ülkeler var. O yatırımı yapınca öbürlerine yaramış oluyor gibi böyle bir çelişkisi durumlar var. Fakat tabi teknolojiden kaçmak mümkün değil. Mutlaka gelecek. Ne zaman geleceğini en iyi şekilde zamanlamasını yapmak lazım. İyi hesap etmek lazım. Gelecek tabi ki bir gün gelecek. Şu anda düşünülüyor. Birtakım çalışmalar var denemeler var ama Türkiye’de işte onunla ilgili lisans çalışmaları daha sonuçlanmadı.

 

2000’li yıllarda bir takım dönüm noktaları var. Bu 2001’de ekonomik kriz oldu. Ondan sonra ADSL geldi sonra 3G geldi. Biraz da tarih vererek aslında o gelişimden ve bu hani önemli durumlarda sizi etkiledi mi nasıl işleriniz açıldı yani tarih vererek bahsedebilir misiniz?

 

Şimdi biz ilk günden beri sadece Türkiye’ye yönelik üretim yapmadık. Hiç onu düşünmedik. Biz hep dünyaya ürün satacağız diye kendimizi pozisyonladık.

Ve de sadece Türkiye’nin ihtiyaçlarını değil, dünyada ki diğer operatörlerin ihtiyaçlarını da göz önüne aldık bunu geliştirirken. O yüzden 2001 krizi bizi çok derinden etkilemedi. Yani 2001 krizi Türkiye’de çok derin hissedildi. Fakat her ülkede de bu kadar derin olmadı. Ve biz 2001’den sonrada başka da krizler oldu. Ve her krizde kısmen diyeyim etkilendik. Yani başka sektörlerin etkilendiği kadar çok ciddi etkilenmedik. İhracatın çok değişik ülkeleri olduğu için birbirlerini telafi ettiler. Belki bir ülkede sorun oldu ama başka ülkede sorun olmadı. O sene için oraya ihracatımız düştü. Diğerine arttı. Böylece işte 40 taneye yakın operatöre ihracat yaptığımız için birbirlerini dengelediler. Bizi çok fazla etkilemedi. Bir de krizlerde enteresan bir, belki tespit, telekomünikasyon sektörü en az etkilenen sektör oluyor. Çünkü kriz bile olsa herkes konuşuyor. Konuşmak, belki daha çok konuşuyor. Konuşunca e zaten Telekom gelirlerini, konuşmadan, mesajdan, internetten sağlıyor. Başka dönüm yolu yok. O zaman yani her sektörden belki insanlar tabi konuşurken daha dikkatli olabilir daha az konuşabilir, daha az mesaj atabilir. Ama bu hiçbir zaman ortalamanın çok altlarına inmedi o yüzden telekomünikasyon sektörü çok fazla etkilenmedi

 

Siz Hindistan vurgusu yapmıştınız Şerif Bey, özellikle bayağı bahsettiniz. Hindistan’a nasıl açıldınız? O süreç nasıl gelişti?

 

Hindistan’a biz, oradaki devlet operatörü gene katma değerli servis satarak başladık.

 

Sene kaçtı?

 

2005-2006 o civarda. Oranın devlet operatörüne katma değerli servisler satarak başladık. Ama oranın devlet operatörü de o kadar büyük ki. Hani 37 tane değişik bölümü var. Bizi 4 bölgeye ayırmışlar. 3 bölgeyiz artık. 1 bölgeye satamamıştık. Sonra onları teslim ettikten sonra, tabi bu GSM daha fazla yol aldı normal Fix Line’dan. Ve onlarla görüşmeye başladık. Uzun bir süre görüştük. İlk başta İdea ile görüşmüştük 3. Büyük operatörü, ondan sonra Air-tel ile görüştük. Ve ikna ettik. İkna süreci biraz uzun oldu. Orada da bir ofisimiz bu arada bizim. Orada da 30’a yakın arkadaş çalışıyor. İkna sürecinden sonrada katma değerli servislerin gelir paylaşımı bazında, orada ki bütün servisler zaten hemen hemen gelir paylaşımı bazında çalışıyor. Kontratımızı imzaladık sora ki 3 sene daha başarıyla gidiyor. Sürekli yeni şeyler gelişiyor. Biz yeni servisler koyuyoruz. Yeni ürünler koyuyoruz. Bütün yeni ürünlerimizi oraya sunuyoruz zaten, kabul ederlerse devreye alıyoruz. E orada da Local ekibimiz olduğu için sorun da olmuyor çok fazla.

 

Böyle başladı oradan başka yerlere atlamaya çalışıyoruz. Çünkü Air-Tel’in başka yerlerde de operasyonları var, Afrika’da var. Şu anda görüşmeler devam ediyor. Bizim tabi yaklaşımımız, satış stratejilerimizden bir tanesi, büyük holdinglerle çalışmak. Çünkü bir kere kendinizi bir holdinge ispat edince o çok güzel bir referans oluyor. İşte şurada şunu yaptım deyince, başka bir operasyonda, diyelim başka bir ülkede ki başka bir operasyonda, onu çok daha rahat kabul edebiliyor. Soruyor, nasıl çalışıyor bu diye, iyi referansı alınca da çok fazla zorluk çıkmıyor. Onun için birkaç tane büyük holdingle, grupla diyeyim, çalışmalarımız devam ediyor. Birleşik Arap memleketlerinde, Suudi Arabistan’da böyle büyük şirketlerle çalışıyoruz. Orta Doğu’nun bütün büyük operatörlerinde varız ve varlığımızı da sağlamlaştırma ve geliştirmeye çalışıyoruz.

 

Peki 3G’nin gelişi işlerinizi etkiledi mi?

 

3G’nin gelişi, tabi olumlu yönde etkiledi. Şöyle, 3G’de biliyorsunuz, şartnamesinde, 3G teknolojilerinde yatırımlarında kullanılacak bazı teknolojilerin Türkiye’den sağlanması şart oldu. Değişik oranlarda. Orada bizim de katkılarımız oldu tabi ki. O yerde, telekomünikasyon teknolojilerinin gelişmesinde katkıda bulundu. İyi de oldu. Bazı mahsurlu yönlerini de gördük biz. Bundan sonra da bir daha öyle bir şey yaparsak daha güzel yapabiliriz. Bu da bizim için bir tecrübe oldu. 3G gelince, tabi bu Data konusu özellikle ve bu datada sadece teknoloji üretenler değil, içerik üretenler içinde müthiş bir potansiyel oluştu. Şu anda hala hız alarak gidiyor. Biliyorsunuz 3G Data gelirleri her çeyrekte katlanarak artıyor. Ve bir miktar daha böyle gidecek gibi gözüküyor. 4G geldiğinde tabi iyice artacak gelirler. Fakat 4G ile dikkat edilmesi gereken konular da var. Onları iyi yönetebilirse operatörler, 4G’den de bekledikleri verimi alacaklardır.

 

Operatörlerin, geçtiğimiz 20 yıl bazında bir vaha yarattığını düşünüyor musunuz, yazılım şirketleri için yeterince?

 

Tabi çok yeni bir sektör oluştu. Binlerce yeni şirket çıktı. Yarattı, bir istihdam yarattı, şirketler için. Fakat daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum ben. Yani operatörler teknoloji merkezleri gibi şu anda yani en son teknolojiyi onlar kullanıyorlar. Yani kullandıkları teknolojide ki yerli payını arttırırlarsa, arttırmak istiyorlar mutlaka onlar da tabi ki, daha fazla arttırırlarsa daha fazla iş birliği içine girerlerse etraflarında ki ekosistemde daha güçlü olacak. Hem onlar içinde faydalı yani bir konu da bir şirketin çalışması ne kadar kritikse 10 şirket çalışırsa bu kritiklik azalıyor ve daha fazla seçme şansı da doğuyor operatörler için. Çeşitlilik oluyor. Ve kalite de artıyor tabi, rekabet olduğu için. Bunu yaratabilecek ortamın da büyük şirketler yani büyük şirketler de GSM operatörleri tabi, yaratmaları lazım. Yaratmıyor demiyorum, yaratıyorlar. Hepsi, işte Ar-Ge merkezleri var. Değişik girişimleri var. Bunları geliştirmeleri lazım. İşte 200 şirketle çalışıyorsa, 2000 şirkete çalışması lazım. Böylece etraflarında ki o küçük şirketler de daha fazla yaratıcılıklarını ortaya koyabilirler. Çünkü çok daha dinamikler tabi büyük bir yapıdan. Daha gözü karalar, her türlü teknolojiye girebiliyorlar ve inanılmaz güzel şeyler de çıkabiliyor. Onların bir kuluçka merkezleri gibi bir şeyler kurulup, kuruluyor şu anda, daha da geliştirilmesi, olanak sağlanması ve buradan çıkan sonuçların da değerlendirilmesi. Bu da önemli.

 

Yani bunun sahibi bir laboratuvar çalışması olarak kalmaması, çıkan ürünlerin hizmetlerini servislerin, yurtdışına pazarlanması ve bunları toplu bir şekilde, uygun bir şekilde yurtdışına pazarlanması ve gelir sağlanması. Yani en sonda ki amacımız bu zaten. İhracat yapabilmek. Yani içeride ki operatörlere de bir şey satmak önemli ama aynı şeyi 15-20-30 yere daha satsak mükemmel bir şey olur. Ki yazılım böyle bir şey, bir kere yapıp birden çok yere satabileceğin bir şey. Fakat bunu gerçekleştirmemiz lazım. Yani sadece proje olarak kalmaması lazım, yapılan işlerin. Projenin ürüne dönüşmesi lazım. Ürüne dönüştüğü zaman zaten önü açık oluyor. Yurtdışına ihracat yapan şu anda 100’e yakın şirket var, yazılım konusunda diyorum. Bunlar da güçlerini birleştirebilir. Bunların da hani, güçler nasıl birleşir diye bir takım önerilerimiz de olmuştu.

 

Bu alanları kesişiyor mu bu şirketlerin yoksa farklı alanlarda bir arada götürebilecekleri şeyler de var mı?

 

İkisi de oluyor. Bazen kesişiyor. Yani aynı operatöre mesela 3 tane Türk şirketi teklif vermiş olabiliyor. Ne yazık ki bu durumlarda oluyor. Böyle olmasa daha iyi olurdu belki birleşip tek şeyle gidilebilse. Oluyor. Ama diğeri de oluyor. Yani birbirimizi desteklediğimiz kısımlar da oluyor. O daha az oluyor fakat oluyor. Onların çoğaltılması, satış güçlerini belki bir konselidasyonu. Çünkü ben gidiyorum ofis açıyorum, öbürü gidiyor o da ofis açıyor. Şimdi iki tane ofis, bir ofisi paylaşabilecek. Yani bunları yapan da var ama yeterli değil. Bu tür şeylerin olması lazım. Bir satış ofisi olur, herkes onun üstünden yapar. Bunlar olmayacak şeyler değil. Ve bunları da çok ciddi desteklerdiler.

 

Esasında devlet kümeleşmeyi destekliyor. Küme olun diyor. Yani birlikten güç doğar misali. Bizim ufak ufak güçlerimizi birleştirip, büyük bir güç haline gelmemiz mümkün. O zaman hem karşımızdakine daha fazla güven veriyoruz. Hem maliyetleri düşürüyoruz. Zaten devletin desteği de var. Yani mükemmel bir şey olabilir. Fakat bunu şu anda yapabilmiş durumda değiliz, sektör olarak. Çalışılıyor fakat biraz daha gidecek yol var.

 

Aslında tabi bir ara bir girmiştiniz o konuya ama bu otomotiv konusunda da yazılımın önemi giderek artıyor. Bizim otomotiv sektörüne yazılım sokamadığımız konuşuluyor. Bu konu hakkında görüşleriniz nedir?

 

Şimdi firmamız olarak öyle bir çalışmamız sadece gene konum tabanlı servisler açısından var. Ama ben YASAD başkanı olduğum dönemlerde böyle bir çalışma vardı. Şu anda devam ediyor. Yerli otomobilin, bütün alt yapı yazılımının Türkiye’de üretilmesi konusunda. Yapabilecek gücümüz var öyle şirketlerimiz var. Onların bir koordine edilmesi lazım. Yapılmayacak bir şey değil. Hatta ihraç da edilebilir. Çok küçük bir ihracatımız var bunda biliyorum. Daha fazlasını yapabiliriz. Yazılımın girmediği hiçbir sektör yok sadece otomobil değil. Yazılımsız bir sektör yok. Şurada kullandığımız kameranın içinde yazılım var. Yazılım olmasa birçok şey olamayacak. Bunun görünmez bir değeri var. Biz mesela çamaşır makinesi satıyoruz. En önemli şeyi onun beyni. O beyni dediğimiz şey de elektronik ortamı ve yazılım. Şimdi o yazılımsız o makine ne yapacağını bilemez halde öyle durur.

 

Ona akıl veren, akıllı cihazlar diyoruz, akıl neye diyoruz, akıllı telefon diyoruz, akıllı tencere diyoruz, neyse. Bu akıl kelimesi, yazılım demektir. Yani her şeyde yazılım var. Her sektör de yazılım var. Yazılımı bir kademe atlatmak bütün sektörleri belki 3 kademe atlatmakla aynı anlama geliyor. Yani önemi buradan geliyor yazılımın. Yazılımsız hiçbir şey yok. Yazılımsız artık bir şey yapmak mümkün değil. Televizyon bile. Yani cep telefonu çalışmaz yazılımsız. Televizyon da çalışmaz. Bilgisayar zaten çalışmaz.

 

O anlamda bilgisayar mühendisliğiyle, yazılım mühendisliği bir araya geçiyor mu?

 

Kesinlikle geçiyor. Ama elektroniği yazılım yönlendiriyor. İntel’de mesela önce yazılım yapılıyor sonra ona uygun çip yaratılıyor. Önce çip yapıp sonradan yazılım üstüne yazılmıyor. O kadar önemli bir şey bu. Bunun öneminin anlaşılması, anlaşıldığı durumlar oluyor, ama yeteri kadar olmuyor. Anlaşılması, stratejik sektör ilan edilmesi ve ne gerekirse bunu bir sonraki aşamaya geçirmek için, yapılması lazım. İnanın bu yapılırsa etkileri çığ etkisi gibi. Yani 1’e 3, 1’e 4 hani alma olayı var ya. Yazılımla bu mümkün. 1 koyup 3 alabilirsiniz, 4 alabilirsiniz. Bu olabilir. Bunu yapan ülkeler de var. Ve en hızlı kalkınma metodu da budur. Çünkü yatırımı yok. Büyük bir ön fabrika kurmak zorunda değilsiniz, milyarlarca. Bir çip fabrikası 3 milyar dolar, 4 milyar dolara kuruluyor. 4 milyar dolar, bir çip yapıyor. Bunu biz yapamayız. Türkiye’de bunu özel sektör de yapmaz. Ufak tefek şeyler oldu ama olmadı. Yani mümkün de değil. Sürdürülebilirliği yok. Sadece kurmakla da kalmıyor ki. E yapacaksın, satacaksın, rekabet edeceksin, dünyada devler var bu işlerin arkasında.

 

Fakat yazılım için böyle bir şey yok. Yarına git bir 1000 kişilik yazılım şirketi kurulabilir. Ve 1 ay içinde de ürün çıkar oradan. Çok hızlı bir sektör bu sektör. Ve çok hızlı da gelişiyor. Tren kaçmıyor. Tren geçiyor, istediğiniz yerden atlayın diyor. Yazılım böyle bir şey. 6 ay uzak kalsanız zaten, bilgiler eskiyor. Bunun değerinin anlaşılması lazım, sözde kalmaması lazım, öyle söyleyeyim. Belki değeri anlaşılıyor ama işte çok önemli falan deniliyor. Fakat orada kalıyor. Biraz daha hayata geçmesi, daha ciddi uğraşılması bu işle. Daha fazla bir yetki kargaşası da oluyor devlette. İşte hangi bakan neyle. Bunun da bir sıkıntısı oldu. 3-4 bakanlık aynı anda bu işe sahip çıkıyor çok güzel bir şey ama o zaman da biraz kaos olabiliyor. Koordinasyon eksikliği oluyor. Bunlar halledilirse, Türkiye’de şu anda bile çok iyi yazılım yapabilecek kadrolar var. Bunları kaçırıyoruz tabi, yani Microsoft geliyor burada sınav yapıyor, en iyi elemanlarımızı alıp gidiyor. Diğerleri de öyle yapıyor. Bunları burada tutmamız lazım. Tutabiliriz niye tutmayalım.

 

Aslında burada küçük bir not söyleyeceğim. Siz de dışarıda çalışmışsınız, yurt dışından ülkeye dönenlerde bir iyimserlik var. Bu neye bağlıyorsunuz?

 

Burada yapılabilir. İyimserlik de var ama bu da gerçek yani. Çok boş bir iyimserlik de değil. Çünkü buradaki eğitim seviyesi fena değil. Bazı okullarımız, üniversitelerimizde oldukça iyi. Buradan çıkan çocuklar zehir gibi zaten. Bizim bir de belki de yapısal olarak problemi çabuk çözme gibi bir alışkanlığımız da var. Pratik zeka diyeceğim, Türklerin pratik zekası çok yüksek. Sadece bilişimde değil ki, herhangi bir konuda çok çabuk çözüm bulabiliyorlar. Amerika’ ki bütün Türkler, yani gidince görüyorsunuz orada. Yani bunları doğru yere yönlendirmek lazım. Uygun şekilde. Bazen işte, sapmalar oluyor. Ama bu mümkün. Kesinlikle mümkün. Bu enerji dolu insanların biraz daha bilgi seviyelerini, eğitim seviyelerini arttırarak, burada tutarak, tabi beklentilerini karşılayarak bunları doğru şekilde yönlendirip, ürün geliştirmelerine katkıda bulunmalarını sağlamak ve ondan sonra da bu ürünlerin bir sadece bir laboratuvarın köşesinde kalacak ürün şeklinde olmayıp, hemen ihracata yönelmesini sağlamak, bu koordinasyonu yapmak, bunları becerebilirsek, bizim hiçbir problemimiz kalmaz. Bütün problemlerimizin çözümünü ben bilişim olarak görüyorum.

 

Nesnelerin interneti, M2M bu konularda Türkiye’de bir şeyler yapılıyor mu? Nasıl görüyorsunuz?

 

Bu M2M konusunda biz de bir çalışma yapmıştık. Hala da devam ediyor bu çalışmalar. M2M’de tabi belki GSM operatörleri için çok önemli bizden daha çok. Yani birçok ülkede %100’leri bile geçmiş yani bir kişi birden fazla cep telefonu taşıyor gibi bir durum var. Ama bunun gideceği yer sınırlı artık daha 5 tane daha telefon taşıyamazsınız yanınızda. E o zaman bütün cihazlara, otomobiller olsun, buzdolapları olsun, sayaçlar olsun o araçlara birer özel sim kartı takıp bilgilerini otomatik olarak bir yerden bir yere iletilmesi ve onların değerlendirilmesi, sonuç çıkartılması kullanılması amacıyla bu M2M. Esasında M2M yeni bir konsept değil yani yeni bir kavram değil. kullanılan şey de teknoloji değişti sadece. Türkiye’de de bunu kullanan şirketler var.

Avrupa Birliği projeleri var, Türkiye’de de TUBİTAK destekli çok proje var. Bundan dolayı kaçınılmaz bir şekilde gidiyor. Altında çok süper bir teknoloji olmamasına rağmen, çok verimli kullanabileceğimiz bir uygulama. M2M uygulamaları. Akıllı evler mesela. İşte evlerin en optimum şekilde ısıtılması, soğutulması, güvenliği. Güvenlik konusunda çok faydalı. Birçok uygulaması var, sonsuz uygulaması var. Türkiye’de de hani bunlarla uğraşan birçok şirket var. Biz bunun alt yapı kısmıyla. Yani M2M’in operatör tarafında ki kısmıyla. Biz zaten şirket olarak hep alt yapı üzerine bir şirketiz. Alt yapı üretiyoruz ve o alt yapının üstüne servis yaratan şirketlerle ortaklıkla yapıyoruz

 

Firmamız M2M konusunda sadece altyapı çalışması yapıyor. Bu M2M cihazlarının, toplanıp bilgilerin GSM üzerinden başka bir yere aktarılması konusunda, iki tane platformumuz var. Orada toplanıyor, kontrol ediliyor ve Connection sağlanıyor, tam olarak işlenecek yere iletiliyor. Tersi de mümkün tabi. Merkezden gelen komutların, cihazlara gitmesi. İşte cihazların Software’larının Upgrade edilmesi konularında bir aracı görevi yapıyor. Bir alt yapı sadece bu. Dışa da, beyni standart Interface’lerimiz var, arayüzlerimiz var, onlarla açılıyoruz. Orada bir çalışmamız var. Çok büyük bir çalışma değil ama olması gerek bir çalışma tabi ki. Biz yaptıysak mutlaka başkası da başarılı olur yani.

 

Bildiğiniz gibi artık telekomünikasyon teknolojileriyle bu internet teknolojileri yakınlaştı. Hatta birçok yerde beraber çalışıyorlar. Tek teknoloji haline geldi yani ses İP üzerinden gidiyor artık ve çok büyük oranda. Bu servisler ya da telekomla internetin yakınlaşması hemen hemen her yerde kendini göstermeye başlıyor ve tek network haline gelmeye başladı birçok yer. Bu da bize Software Define Networks diye yeni bir kavramın çıkmasına sebep oldu.

 

Yazılım ve donanım kaynağınız var. Bunun nerede nasıl olduğunu kullanıcı bilmiyor. Sadece size bir istekte bulunuyor bana şöyle bir Resource, kaynak lazım. Hardware kaynağı ya da Software kaynağı. Siz onu geçici süre için kullanıcıya veriyorsunuz. İşi bitince alıp, başka bir işte kullanabiliyorsunuz. Böylece kaynak israfı minimuma iniyor. Herkesin yatırım yapmasına gerek kalmıyor. Herkes işte makine parkı kurmuyor artık. Bir tane büyük makine parkı kuruluyor ve herkes onu kullanabiliyor. Siz hangi fonksiyonunu o anda ne istiyorsanız onu çalıştırabiliyorsunuz.

 

Teşekkür ederiz. Son olarak bir şey eklemek ister misiniz?

 

Hayır, çok teşekkür ederim.

 

Söyleşi Tarihi : Büyük Sıçrama 2014-15

Relatived Posts
Ufuk Tarhan Söyleşisi ( 4 Oct,2015 )
İsmail Ökter Söyleşisi ( 4 Mar,2016 )
Enver İbek Söyleşisi ( 18 Jul,2017 )
Lütfi Yenel Söyleşisi ( 18 Jul,2017 )
Ünal Küçük Söyleşisi ( 18 Jul,2017 )
Written by