“Northern Telekom, DMS denilen büyük şehir santralleri, dijital santralleri koymaya başladı. Alcatel kendi santrallerini koymaya başladı. Bu arada bir rakip daha geldi. Siemens girdi devreye. Siemens’ten daha sonraki yıllarda, Tansu Çiller’in başbakanlığı zamanında Ericsson geldi. Dolayısıyla rekabet gittikçe kızışmaya başladı. Türkiye’de 4 tane firma. Tabi ki böyle olunca pazar payları düşüyor. PTT ihalelerde bütün firmaları öldürmemek için en düşük fiyat verene işin %40-50′sini verirdi. Ondan sonra gelen fiyata %20′sini verirdi. Öbürüne %10′unu verirdi. Böyle böyle bölerdi ki diğer firmalar sıfır işle durmasın diye. O da akıllıca bir ihale yöntemiydi. Dolayısıyla kaybeden firma bile en azından bir pay alıyordu. Böyle bir şeyle işte gelişti, gelişti ve en sonunda dijital santraller oluşmaya başladı. Biz yine durmadık. Kendi özel santralimizi bu sefer dijitale çevirdik ve bu sefer dijital köy santralleri, dijital özel santraller yaptık. Onları geliştirdik. Onları satmaya başladık. Yani özet olarak baktığımızda Netaş teknolojiye ayak uydurmuş ve 80 ile 90’lı yıllar arası yani 10 senede Türkiye’nin yüzünü değiştirmiş kuruluşlardan birisiydi. İşte telekomünikasyon devrimini yaratan. Tabi ki hükümetle birlikte, destek alarak yapılan bir işti bu.”
Ben 1973 Ocak’ta Netaş’ta işe başladım. Beni önce kalite kontrole alacaklardı, Kalite Kontrol Müdürü ile mülakat yaparlarken birden bire odasında misafir olan Mühendislik Departmanının Müdürü, mühendisliğe alacağım seni, dedi. Mühendisliğe girdim. Ondan sonra Netaş’ta uzun yıllar mühendis olarak çalıştım. Ar-Ge’nin kurucularından bir tanesiyim. Özellikle araştırma geliştirme konusunda Türkiye’de çok iyi şeyler yaptığım bir şirket ve onun çekirdeğini biz yarattık.
Netaş’ın kuruluşu hakkında neler söyleyeceksiniz?
Ben girdiğimde Netaş 4-5 senelik bir kuruluştu. Nasıl kurulduğuna gelince o zamanlar tek firmaydı. PTT bir ihale açıyor ve bu ihalede elektronik santraller, elektronik değil de o zaman elektronik yok daha telefon santralleri diyelim. Türkiye’de telefonun durumunu özetliyeyim o sırada. 03′ü arıyorsun, şehirlerarası arama için. Ertesi gün sana bağlıyorlar. Böyle bir şey.
75′lere, 76′lara kadar böyle. Evine telefon almak için müracaat ediyorsun, adresi Zincirlikuyu Mezarlığı diye gösteriyorsun. Böyle espriler yapılırdı. Yani telefonu almak mümkün değil, telefonla konuşmak mümkün değil, otomatik arama diye bir şey söz konusu değil. Ülkenin durumu bu. Biz Netaş olarak burada çok önemli bir rol aldık. Türkiye’nin yaşadığı gerçekten bir telekomünikasyon devrimidir. Çok hızlı gelişmiş bir devrim. Tabi bunun bir başlangıcı var. Başlangıçta Crossbar santraller, elektromekanik santraller ve o zaman bu ihaleyi Northern Telekom kazanıyor ve Türkiye’ye Crossbar santralleri kurmaya başlıyor. PTT ile anlaşmalı. Yalnız PTT bir şart öne sürüyor. Mutlaka yerli üretim istiyorum, diyor ve yerli üretim şartını da yerine getiriyor. Netaş’ı kuruyorlar ortak olarak. %49, %51 ortaklıkla bir yabancı şirket olarak. PTT’nin kontrolünde bir şirket kuruluyor. Bu şirkette üretime başlıyor. Biz de o sırada devreye giriyoruz. Crossbar tip santraller tabi ki.
Ondan önce ne vardı?
Ondan önce Rotary Santal var. Fransızların, Step By Step dedikleri ama 2.Dünya Savaş’ından kalma, 1.Dünya savaşından kalma santraller bunlar. İşte Tahtakale Santrali’nde vardı. Dönen şeyler var. Step By Step. Pas A Pas diyorlar. Motorlar çalışıyor ve kontakları bağlıyor. Böyle ilkel.
Telefonu ertesi gün bağlayan santral galiba doğru mu?
Evet. Adım adım, Step By Step dedikleri bir sistem.
Corssbar ile başlayan tasarımda ilk adımlar…
Crossbar sistem çok daha modern bir sistem ama o da elektromekanik bir sistem. Elektronik yok çünkü. Bu sürede Netaş bayağı bir aşama kaydediyor ve Türkiye’nin birçok büyük şehrini donatıyor. Sıra geliyor tam otomatik aramaya, şehirlerarası aramanın otomatik hale gelmesine. İşte orada biz devreye girdik. STD dedikleri Subscriber Tone Dialing, abonenin şehirlerarası araması, otomatik olarak.
Santral memuru olmadan mı?
Olmadan. Direkt 9’u çevirip çıkıyorsun ya şimdi dışarıya. O özelliğin getirilmesi… Bu tabi Türkiye için o devirde çok büyük bir olay. Bunun için de ücretlendirme jeneratörleri falan gerekiyor. Yani abone şehirlerarası aradığı zaman ona periyodik Pulse göndereceksiniz. Öyle şehir içindeki gibi bir tane ücretlendirmeden olmuyor bu. Şehirlerarası aramada ne kadar süre konuşursa o kadar ücretlendirmeniz gerekiyor. Meter Pulse Generator tasarımı ile başladık işe. Bu ücretlendirme cihazı Kanada’dan çok pahalı geliyordu. Bunları yerli yaptık. Lambalı devreler vardı, eski radyo lambaları. Bu lambalı devrelerin hepsini elektronik hale getirdik. KİT’ler halinde uyguladık. Bu tip modernizasyonlar yaptık. Tabi bunun hikayesi, macerası da uzun.
Northern Telekom kontrolü uzun bir süre bize vermedi ama biz neticede onları ikna ettik. Dedik ki bizim burada mühendislik Kanada’dan çok daha ucuz.
Eskiden biz Kanada’ya soruyorduk her şeyi. Query gönderiyorduk, onlar bize cevap veriyordu. Yani bir problemin çözülmesi 1 ay sürüyordu. Cevap geldi, gitti. Ben el koydum bu işe. Bu bizim kurduğumuz çekirdek Ar-Ge departmanında problemleri çözmeye başladık. Tabi yabancı şirket işkillendi. Ne oluyor? Bizim dizayn hakkımızla nasıl oynarsınız siz? Resimleri nasıl değiştirirsiniz? Buraya tatbikat için adam gönderdiler. O gelen adamda Netaş’ın daha sonraki Genel Müdürü oldu.
Hangi sene bu?
75′ten bahsediyorum.
Crossbar santralleri kurulurken mi?
Tabi, tabi. Kuruluyor. Devam ediyor ama bir sürü problem çıkıyor. Sinyal problemleri çıkıyor, uyuşma problemleri çıkıyor, imalat problemleri çıkıyor. Bunların hepsini çözmeniz gerekiyor ve neticede tatbikat için gelen adamla -daha sonra Netaş’ın Genel Müdürü olan bir kişi- çok iyi anlaştık. Adamı ben ikna ettim. Dedim, sizde mühendislik pahalı, biz bunu daha ucuza hallederiz. Hiç boşuna endişe etmeyin. Biz bazı ufak şeyleri size göndermeyelim. Biz kendimiz halledelim. Ufak ufak derken işi büyüttük. Bütün Crossbar’ı neredeyse redizayn ettik ve daha hızlı bir şekilde üretim yaptık. Bu yıllar böyle geçti.
Crossbar santralleri şehir şehir mi yoksa her şehre ayrı mı kuruluyordu?
Her yere tabi. Her yere ayrı kuruluyor. Bir tane merkez var Tahtakale’de. Bütün Türkiye’yi bağlayan merkez. Herkes oraya bağlanıyor. Oradan dünyaya açılıyor.
Her şehri gezdiniz yani?
Tabi tabi.
Köyleri?
Daha sonra köyleri de gezdik. Maceramız daha başlamadı, gelmedik oraya.
Elektronik ve dijital santral devrine geçiş hakkında neler diyeceksiniz?
Bu Crossbar’lar devam ederken biz de tasarımlarımızı geliştirdik ve baktık ki bu Crossbar artık demode olmuş. Bu arada PTT bir ihaleye daha çıktı. PTT diyorum çünkü o zaman Telekom değildi. Bir ihaleye daha çıktılar. Artık devir modernleşiyor. Teknoloji gelişiyor. Elektronik santraller çıkmaya başladı yavaş yavaş ama öyle bir aşama oldu ki elektronik santral çıktı, 2 sene sonra dünyada dijital santraller boy göstermeye başladı.
Elektronik ile Crossbar aynı şey mi?
Hayır, değil.
Yani Crossbar’dan sonra elektronik geliyor, öyle mi?
Tabi. Crossbar, elektronik, ondan sonra dijital geliyor. Elektronik santral de analog fakat her şeyi elektronik olarak yapıyorsun. Yani yazılımla yapıyorsun. Software ile yapıyorsun fakat analog, dijital değil. PTT bu ihaleyi açtı. Northern Telekom buna elektronik santral teklifi verdi fakat o zamanın PTT Genel Müdürlerinden zannedersem Emin Bey, Emin Başer, çok akıllı bir karar verdi ve elektronik santral istemiyoruz, direkt dijitale atlamak istiyoruz, diye bir görüş öne sürdü. Northern Telekom’u zorlayarak dijitale girildi ve tabi bu arada rakipler de çıktı. İşte Teletaş. PTT Arla’yı, Teletaş haline dönüştürdüler. O da bir fabrika oldu. Onlar da Fransızlarla anlaştılar. Eski ismiyle Alcatel.
Köy tipi santraller ve Özal damgası!
Bu şekilde bir gelişme oldu fakat bizim tabi bu arada kendi Ar-Ge’miz olduğu için kendimiz telefon santrali geliştirmeye başladık. Özel kişiler için, özel şirketler için telefon santrali geliştirmeye başladık ve elektronik santral geliştirdik. Bu çok başarılı oldu.
Santrale Space Net ismini koyduk ve bir satış patlaması yaşadık. Bütün Türkiye pazarının %60′ını ele geçirdik. Tabi burada da yabancı ortakla aramızla çatışmalar vardı. Devamlı mücadele halindeydik.
Sonra biz de bunu kendimizde yaşadık. Azerbaycan’a teknoloji götürdük. Aynı şeyi biz de yaptık. Bu normaldir. Burada yabancı ortağı kınamıyorum çünkü her şeyinizi veriyorsunuz. Bir ülkeye yatırım yapmışsınız. O ülkede birileri çıkıyor, sizin tasarımlarınızı bırakıyor, başka tasarımlar yapıyor. Bunlar hassas konular ama Türkiye için gerekli olan şeylerdi ve zamanında yaptık.
Türkiye telekomünikasyonuna Özal’ın hakikaten çok büyük katkısı var. Özal’ın Başbakanlığı dönemi. Cumhurbaşkanlığı daha değil. Bu özel santrali biz köy santraline çevirdik. Küçük, Very Small Office dediğimiz, çok küçük ofis dediğimiz köylerde denemeye başladık ve o da çok başarılı oldu. Türkiye’nin bütün köylerine acayip siparişler aldık. Bütün köyleri donattık. Her köyde 300-500 abonelik santraller bunlar. Hatta daha da küçük olabiliyordu, 200 aboneli.
Elif, köy santrali analog. Bir de onun dijital versiyonunu çıkardık sonra. Zaten 40.000 köye Elif verdik. Özel şirket santralini köy santraline dönüştürdük. İşte onu da kendimiz tasarlamıştık. Dijinet çıktı. Elif’ten sonra. Dijital versiyonunun da ismi DRX4. Tabi bu arada rekabet yönetimi de çok önemli. Ciddi rekabet vardı. Ericsson var, Siemes var, Alcatel var… 3-4 tane firma var yani. Türkiye’de pazar doydu.
Peki onlar da mı santral yapıp satıyorlardı?
Tabi. Bir de aynı şeyi. Biz ne yapıyorsak aynısını yapıyorlar, ancak onların tasarımı bizimki kadar gelişmiş değildi. Onlar sadece yabancı şirketlerin, ortaklarının tasarımlarını satıyorlardı. Özellikle Siemens ve Ericsson tamamen yabancı ortağın şeyini satıyordu burada. Dolayısıyla pazar doydu. Türkiye’de her insanda telefon var. Her evde telefon var. Herkes otomatik arama yapabiliyor. Ancak işte olmayan, bütün köyler telefon sahibi oldu.
Peki bir santralin köye kurulması ne kadar sürüyor Tanju Bey?
1 gün.
1 gün. Dolayısıyla sürekli dolaşıyorsunuz, doğru mu?
Tabi sürekli. Bütün Anadolu’yu donattık. Herkes telefonla tanıştı. Hayatında ilk defa telefon gördü. Tabi bu büyük bir ivme kazandırdı. Daha sonra uluslararası aramalar başladı. Uluslararası aramalar için bir takım sinyalizasyon geliştirmeniz gerekiyor. Onları yaptık. Onları ilave ettik ve bu arada dijital santraller de çıkmaya başladı.
Northern Telekom, DMS denilen büyük şehir santralleri, dijital santralleri koymaya başladı. Alcatel kendi santrallerini koymaya başladı. Bu arada bir rakip daha geldi. Siemens girdi devreye. Siemens’ten daha sonraki yıllarda, Tansu Çiller’in başbakanlığı zamanında Ericsson geldi. Dolayısıyla rekabet gittikçe kızışmaya başladı. Türkiye’de 4 tane firma. Tabi ki böyle olunca pazar payları düşüyor. PTT ihalelerde bütün firmaları öldürmemek için en düşük fiyat verene işin %40-50′sini verirdi. Ondan sonra gelen fiyata %20′sini verirdi. Öbürüne %10′unu verirdi. Böyle böyle bölerdi ki diğer firmalar sıfır işle durmasın diye. O da akıllıca bir ihale yöntemiydi. Dolayısıyla kaybeden firma bile en azından bir pay alıyordu. Böyle bir şeyle işte gelişti, gelişti ve en sonunda dijital santraller oluşmaya başladı. Biz yine durmadık. Kendi özel santralimizi bu sefer dijitale çevirdik ve bu sefer dijital köy santralleri, dijital özel santraller yaptık. Onları geliştirdik. Onları satmaya başladık. Yani özet olarak baktığımızda Netaş teknolojiye ayak uydurmuş ve 80 ile 90’lı yıllar arası yani 10 senede Türkiye’nin yüzünü değiştirmiş kuruluşlardan birisiydi. İşte telekomünikasyon devrimini yaratan. Tabi ki hükümetle birlikte, destek alarak yapılan bir işti bu
Ondan sonra işte dış ülkelere açıldık. Azerbaycan, Kazakistan… Yine o Özal’ın döneminde.
Oraya altyapılar mı kurdunuz?
Altyapılar, Joint Venture’lar kurduk. Üretim yapmak için fabrikalar kurduk. Kazakistan, Azerbaycan ve Rusya’da. Rusya o zaman çok enteresan bir pazar tabi. Köylere gittin mi, diye sordun. Daha çok Rusya’ya gittim ben. Moskova’ya en az 100 kere gitmişimdir. Rusya’daki telekomünikasyon durumu bizden daha da feciydi çünkü komünist rejim vardı, Gorbaçov’a kadar. Bu komünist rejim özellikle insanların birbirleriyle konuşmasını istemediği için teknolojiyi geri bırakmış. Yoksa Rusya’nın yapamayacağı iş değil. Ay’a giden adam, uzaya giden adam telefon problemini çözemez mi? Çözer ama özellikle çözülmemiş çünkü insanların birbiriyle serbestçe konuşması istenmiyor. Böyle bir rejim var. Dolayısıyla orada çok büyük işler aldık, yaptık. Keza oradan ayrılan Türki Cumhuriyetlere çok şey yaptık. Nijerya’da işler yaptık. Fas, Morocco, Arap ülkelerinde işler yaptık. İran’da yaptık, Irak’ta yaptık. Bir sürü yerde iş yaptık. Bu arada tabi Türkiye de bugünkü duruma adım adım geldi.
Bir zamanlar telefon da üretmişsiniz, doğru mudur?
Telefon da ürettik. Santral üretince telefon da üretiyorsun tabi. Northern Telekom’un lisanslı telefonu üretiliyordu. Bildiğin kadranlı, büyük telefonlar.
Çevirmeli mi?
Çevirmeli. Onlar üretiliyordu Netaş’ta. Ondan sonra biz kendi tasarımlarımızı getirmeye başladık. Yine elektronik telefonlar, tuş basımlı telefonlar getirdik, yaptık, geliştirdik. Çok güzel çeşitli tasarımlar yaptık. Cep telefonu konusuna girdik. Cep telefonu için Fransız Matra ile bir lisans anlaşmamız vardı. Türkiye’ye ilk cep telefonunu biz getirdik. Yani cihaz olarak.
Ne zamandı bu?
93-94 gibi. O seneler işte. Aslında Turkcell’le ihaleye de girdik biz. İşletme ihalesine girdik ve biz kazandık. Motorola ile ortak olarak.
Hangi ihaleyi?
Turkcell’in kazandığı ihaleyi işletmeci olarak. O zamanlar ben Northern Telekom’ı ikna edemedim maalesef. Biz üreticiyiz, işletim sisteminden anlamayız, dediler bana. Halbuki bugün Turkcell’in yerinde Netaş olacaktı. Yani öyle ihaleyi de kazanmıştık. Motorola ile beraber girdik. O zaman Genel Müdürdüm tabi.
İlk Turkcell ihalesinde biz projeksiyonlar götürdük. Yok efendim ev telefonu varken, mobil telefonu kim kullanacakmış. Adam telefon mu taşır? O zamanın vizyonu. Yabancıları ikna edemedik. Bir de 500 milyon dolar lisans parası ödemek zorundaydınız. Ondan kaçındılar. Halbuki biz hepsini ödemeyecektik. Motorola ve Profilo ile ortaktık. Biz %40′ını ödüyorduk. Diğer firmalar diğer kısımları ödüyordu. Yani neticede olmadı.
Türkiye’de cep telefonu üretimi niye yaygınlaşmadı? Zorlu da bu işin içine girmek istemiş ama danışmanlarından bir tanesi sürekli dizayn yenilemek gerektiğinden bu alana girilmemesini tavsiye etmiş
Evet. Onlardan biriside benim. Ben çünkü Vestel’de çalıştım. Netaş’tan sonra Vestel’de çalıştım. Ahmet Bey devamlı cep telefonu işine girmek istiyordu. Ben de kendisini sokmadım yani açık söyleyeyim çünkü üretim Feasible değil. Volume elde edemezseniz, hacim elde edemezseniz. Rekabet edebilmeniz mümkün değil ve devamlı teknoloji değişiyor. 6 ayda bir yeni model çıkarmak zorundasınız.
Yani bizim dizayn hızımızın o anlamda düşük oluşuyla mı ilgili?
Dizayn hızı ile alakası yok bunun. Üretim fizibilitesi ile ilgili.
Üretim ölçeği ile mi alakası var?
Tabi, tabi. Dizayna ayak uydurabilirsin sorun o değil. Çünkü aynı anda takip ediyorsun teknolojiyi ama üretim Feasible olmuyor yani maliyetler açısından.
Vazgeçti sonra, girmedi. Girseydi çok para kaybederdi. Televizyon işine benzemiyor bu.
Tabi teknoloji gelişti ondan sonra IP Swtiching başladı. Şu anda bizim bütün santraller kalktı. Hepsi IP haline dönüştü. Internet Switching dedikleri. Telefon santrali diye bir kavram kalmadı artık şu dönemde ve bizim Telekom da buna gayet iyi ayak uydurdu. Türkiye’yi yeniden IP santrali şekline dönüştürdü. Çok küçük, az yer kaplayan sadece bir Server kutusu yani. Bir şeylere hizmet ediyor. Telefon santrali diye bir kavram kalmadı. Bizim yaptığımız her şey boşa gitti.
Türkiye batıyordu. 94 krizinden bahsediyorum. Ben tatile gittim İsviçre’ye kayak yapıyorum. Telefon geldi, Genel Müdürüm o zaman. Rakamları da tam hatırlamıyorum şimdi. Dolar 4000 liradan 14000 liraya fırladı. Hatta ben Kanadalılara söylediğim zaman 14.000′den 40.000′e fırladı TL olarak ve bana inanmadılar. Fourty mi, Fourteen mi, diye tekrar ettirdiler bana yani. Öyle bir durumda 80 milyon dolar alacağımız vardı PTT’den. Bu alacak tabi Türk Lirası olarak. PTT ödüyor parayı ama geç ödüyor ve 80 milyon dolar karşılığı alacağımız var. Buna karşılık bankalara 80 milyon dolar, dolar olarak borcumuz var. Düşünebiliyor musun faciayı. Alacağın TL, alacağın şeyi karşılıyor yani gayet güzel ama dolar 14000 liradan 40000 liraya çıkınca bütün denge altüst oluyor ve nitekim konkordato ilan etti Teletaş ve bütün bankacılar gittiler Teletaş’a. Oradan çıkan herkes benim odama geldi. Tabi ben palas pandıras geri döndüm. Benim odama geldiler. Teletaş batıyor, siz de batıyorsunuz. Yok yahu biz batmıyoruz, diyordum ben. Batıyoruz denir mi? Bir şirketin Genel Müdürü, bankacılara batıyoruz derse bittin yani. Yok, bizim böyle bir şeyimiz yok, dedim. Ondan sonra biz dedim, alacağımız şu, vereceğimiz şu, hesapları gösterdim. Borçlusun çünkü hesap vermek zorundasın. Ondan sonra anlattım bir güzel.
Bu arada biz toplam kalite yönetimi felsefesini uyguluyorduk. Toplam kalite yönetimini uyguladık o krizde de. Kriz yönetimi uyguladık. Önce çalışanlara gittik. Türkiye’nin durumu budur sizden fedakârlık bekliyoruz. Ne istiyorsunuz, dediler bana. Tabi bunun evveliyatı var. Oraya gelebilmek için, insanlara onu söyletebilmek için şirkette uyguladığın yönetim çok önemli. O fedakârlıkta bulunuruz, dediler. Ücretsiz bile çalışırız, dediler yani böyle bir sadakat vardı şirkette. Toplam kalite yönetiminde sosyal paydaşlar var. Bir tanesi çalışanlar. Bir tanesi ortaklar. Bir tanesi müşteriler. Bir tanesi de sana iş yapan, sana malzeme veren, servis veren insanlar. Bunların hepsiyle konuşman gerekiyor bu sorunu çözmen için. Ortaklara gittik. Dedim bana 20milyon dolar kredi vereceksiniz. Bu sorunu başka türlü çözemeyiz. Uzun münakaşalar tabi kolay olmadı ama 20 milyon doları verdiler. Ondan sonra müşteriye gittik. Veli Bey, Genel Müdürdü o zaman. Dedim ki, Veli Bey, vermezsiniz batacağız. Alacaklarımızı tahsil edelim. Bizde sorun yok, biz ödeme yapıyoruz, dedi. Biraz hızlandıralım, dedik. Onlar hızlandırdılar.
Bu arada global şirket yönetiminde rekabet açısından enteresan bir gelişme oldu. Kitabımda da yazdım ama daha yayınlamadım.
Örnek olacak bir olay. Teletaş en büyük rakibimiz, ortağı ise Alcatel. Teletaş Belçika’dan yönetiliyor. Belçika firmasıydı. Bu krizde şirket konkordato ilan ettiği için kendi şirketi PTT’ye bir teklif yaptı. Bu teklifi yaparken de özel elçiler vasıtasıyla yaptı. Tansu Çiller’in eşini kullanarak yaptı. PTT’yi zorladılar. Size kredi verelim, dediler. 100 milyon dolar. Belçikalı firma PTT’ye 100 milyon dolar kredi veriyor ama bu parayı bizim şirketimizden mal alarak, bizim şirketimizi kurtarmak için kullanacaksın diyor. Hükümetten PTT’ye böyle bir politik baskı var. PTT buna direnç gösterdi. İstemiyorum, benim paraya ihtiyacım yok, dedi. PTT ödüyor hakikaten ödüyor ama ihtiyacı karşılamıyor. Bu doların birdenbire fırlamasından dolayı problem var. 100 milyon krediyi zorla PTT’ye verdiler. Yani PTT Genel Müdürü istememesine rağmen 100 milyon dolar kredi verildi. Tabi PTT de, rahmetli Veli Bey de buna karşılık, bana bunu zorla verdirttiler, tamam, para benim kasamda. Ben bu parayla bütün şirketlere eşit olarak borçlarımı ödeyeceğim, dedi ve birden bire kulaklarımızdan para fışkırmaya başladı çünkü rakibin parasını bize ödedi. Onlara da ödedi. Onların borcunu da ödedi ama bize de ödedi.
94-95 Netaş’ın en karlı yılları oldu çünkü birden bire nakit arttı. Repo olayı vardı. Faizler %1000′lere çıktı yani inanılır gibi değil. Banka faizleri, repo faizleri. Bizim en çok kar ettiğimiz yıl oldu. Rakibin sayesinde. Bu Belçikalıların açısından bir yüz karasıdır ama bizi kurtaran faktörlerden bir tanesidir.
Ondan sonra biz tabi kurtardık durumu. Genişlememiz devam etti.
Siz ondan sonra nelere yöneldiniz?
Biz daha çok ihracat ile ilgileniyorduk o sıralarda çünkü artık Türkiye’de ilgilenecek bir şey kalmamıştı.
Elektronik santral mi ihraç ediyordunuz?
Evet, evet. Oralarda Joint Venture, ortak yatırımlar kurmaya başladık. Afrika ülkeleri, Ortadoğu ülkeleri… Oralara yöneldik. Türkiye’de üretimimiz tabi devam ediyordu.
Peki GSM altyapısıyla ilgili herhangi bir işe girişmek gibi bir düşünceniz oldu mu?
Hayır hiçbir şey yapmadık fakat biz alternatif olarak Silahlı Kuvvetlere yöneldik. Özellikle bu TAFİCS ve TASMUS projelerinde, bir de uçaklarda, gemilerde IFF yani dost düşman tanımlama sistemi var, biliyorsun. Gelen uçağın düşman uçağı mı, dost uçağı mı olduğunun bilinmesi. Özellikle Kıbrıs’ta o Kocatepe muhribinin batırılmasından, kendimiz tarafından batırılmasından sonra…
Evet, bunu Aselsan’ın kuruluş sebebi olarak aktarıyorlar.
Tabi, tabi. Odur ama Aselsan yapmadı bu işi, biz yaptık. IFF’i Türkiye’ye getiren biziz. Amerika’da bir firmayla ortak tasarladık. Her şeyi de kendimiz yapmadık yani onu söyleyeyim. Bazı şeyleri, teknolojiyi getirmek zorundasın. Aşama kaydedebilmek için. Her şeyi kendin yapmaya kalkarsan en baştan, alfabenin a’sından başlaman lazım. Halbuki millet almış başını gitmiş. Bir vagondan binmen lazım. Onun için bir Amerikan firmasıyla anlaştık ve TSK’ya NATO’nun onaylı cihazlarını getirdik.
Ne zaman oldu bu?
Aselsan’dan sonra bunlar. 90′larda yani. IFF’i getirdik. Ondan sonra TAFİCS ihalesi, TASMUS projesi. Bunların hepsinde çalıştık. TASMUS hala devam ediyor hatta. Netaş hala TASMUS üretimi yapıyor. Silahlı Kuvvetleri bir pazar olarak gördük. Stratejik bir pazar olarak oraya girdik. Yani tabi işi büyütmek için devamlı arayış içerisindesin. Yeni şeyler geliştiriyorsun. Mesela Sahra Santrali geliştirdik asker için.
Paraşütle atıyorsun. Çok vahim testleri var onun. Öyle normal şehre kurduğun santrale benzemiyor. Küçük santral, 30 aboneli. Hemen savaş alanına kurulacak ama sağlam olması lazım. Paraşütten atıyorsun, kırılmayacak, dökülmeyecek. Ne bileyim suya sokacaksın, su geçirmeyecek. Yangına dayanıklı olacak. Böyle özellikleri olan santraller geliştirdik. Onları da yaptık. Onu hala alıyorlar. Onun dışında telekomünikasyon anlamını yitirdi.
İnternet, web çıktıktan sonra komünikasyon diye bir kavram kalmadı. Artık bilişim var. Bu söylediğim çok önemli. Yani telekomünikasyon yok, yani bilişim var. Bilgi ve iletişim.
Telekomünikasyon artık bir bilişime mi dönüştü?
Evet. Yani bilişim, bilgi ve iletişimin birleşmesidir. Dolayısıyla bilgi yönetmekle, bilgiyi işlemekle, onu iletişim haline getirmektir bilişim. Bunun ismi bilişim artık. Telekomünikasyon değil, iletişim değil. İletişimi PR’cılar kullanıyor. Halka ilişkiler. İnsanlarla iletişim. O ayrı bir kavram. Bu iletişim yani telekomünikasyon dediğimiz iletişim artık yok. Bundan sonra bilişim yani bilgisayar, internet…
Peki, Tahtakale santrali 80′lerde bir kere arıza yapmış galiba?
Çöktü. Onun hikayesi çok uzundur.
Biraz özetler misiniz?
Özetleyeyim. Northern Telekom Türkiye’ye dijital santralleri getiriyor fakat işaretleşme sistemi yanlış yani Kuzey Amerika’da çalışan işaretleşme sistemini olduğu gibi buraya koydular. Tahtakale Santrali. DMS200 ismi. Santral kuruldu, çalışmaya başladı fakat bir anda çöktü. Yazılım çöktü. İşaretleşme sistemini adapte etmeye çalışıyorlar. Santral bir anda çöktü. Tahtakale’nin çökmesi demek, bütün Türkiye’nin çökmesi demek. Yani inanılır gibi bir olay değil. PTT Genel Müdür Yardımcısı Osman Gözüm, ben Netaş’ın Ar-Ge departmanının başındayım. Direktörüm ve bu olay oldu.
Tabi biz gece santralde sabahladık.
Bu olay tam geçiş zamanında mı oldu?
Evet. Geçiş esasında. Servet Paşa. 12 Eylül’den sonra, PTT Genel Müdürü askerdi, emekli generaldi. Servet Bilgi Paşa. Bizi topladı, bir fırça yedik. Sabaha kadar problemi çözmek için görevlendirildik. Çözeceksiniz, dedi Genel Müdür seviyesinde yani düşün. O olay tabi enteresan. Benim aşağıda, Tahtakale’de arabam çalındı. Orada karakola gittim gece yarısı. Hikayesi uzun ama sabaha kadar sorun. Tabi o gün çözülmedi o sorun yani bayağı 1-2 gün sürdü ve sonra çözüldü.
Kurulalı ne kadar olmuştu?
Valla bir 10-15 gün. Çalışmaya başladıktan sonra hemen çıktı problem zaten ama sonunda çözüldü. Bir gece sabahladık. Çünkü o bizim tasarımımız değil. O Northern Telekom’un tasarımıydı.
Peki, toplam kalite dediğiniz şey tam olarak nedir?
Biz Netaş olarak Avrupa Kalite Ödülü’nü kazandık. Türkiye’de Avrupa Kalite Ödülü kazanan Brisa ile beraber. Sabancı’nın Brisa lastik şirketiyle beraber.
Neler yapıldı bu anlayışla?
Toplam kalite üretiminin tek cümleyle tarifi var. Bunu ben yapıyorum başka kimse yapmaz, kimseden bulamazsın. Tüm sosyal paydaşların dengeli, sosyal mutluluğunu sağlayacaksın. Sosyal paydaşlar kimdir? Biraz evvel söyledim. Çalışanlar, ortaklar, tedarikçiler, müşteriler. Bu kadar ve toplum son eleman.
Türkiye’den ilk kazanan şirket biziz. Ben İsveç’te, İsveç Kraliçesinden ödül aldım, bunlar Türkiye’de önemli şeyler.
Rekabet ortamı ve özelleştirmeler için neler söyleyeceksiniz?
Özelleştirilecek şirketler vardır, özelleştirilemeyecek şirketler vardır. Teletaş ve Netaş Türkiye’de özelleştirilen ilk iki şirkettir. Bu da örnektir yani. Önce Teletaş özelleştirildi. Özal zamanında, Başbakanken. Ondan sonra Netaş özelleştirildi. Telekomünikasyonda özelleştirme ile ivme daha da arttı. Gerçi tamam, siz zaten özeldiniz, diyebilirsin. Yabancı ortaklı bir şirkettik ama %51′i PTT’nindi. Anlatabiliyor muyum? İşte orada dengeler değişti. 49 – 51 oldu. Tersine döndü. O zaman tabi daha fazla ivme kazanıyorsun, daha verimli çalışır hale getiriyorsun.
Rekabet Teletaş ile 80′lerle mi başladı? 70′lerde iyi rekabet var mıydı?
Teletaş’ın kuruluşu tarihi ne zaman?
PTT-Arla’nın 64 diye biliyorum.
Arla’yı bırak. Arla üretim yapmıyor. Arla bizim rakibimiz değil.
Farkı neydi Netaş ile Arla’nın?
Arla, laboratuvar. Arla bitti zaten ondan sonra Teletaş oldu.
Teletaş’a dönüştü.
Arla, PTT’nin bir laboratuvarı yani, araştırma laboratuvarı.
Peki Tanju Bey, internete girmeyi düşünmediniz mi?
İnternette vardık zaten. İnternette de bir takım projelerimiz vardı.
Neler yaptı Netaş?
Fakat onlar hep 98′den sonra. Ben 98′de ayrıldım Genel Müdürlükten. Onlar benden sonra olan olaylar. Fakat ana firma geri kaldı.
Yazılım ihracatı hikayesini anlatabilir misiniz?
Onun da hikayesini anlatayım. Benim zamanımda yine o da. Bu DNS teknolojisi Türkiye’ye gelince Kanadalılara dedik ki, biz bunun Software’ini çok daha ucuza mal ederiz. Her ülkeye değişik yazılımlar yapıyorlar çünkü. Onlar da global olarak açılmışlar. Northern Telekom’un altın yılları. Bütün dünyaya satış yapıyor adam. Çin’e yapıyor oraya yapıyor, buraya yapıyor. Onların hepsinin sinyalizasyonu ayrı. İşaretleşme sistemleri ayrı olduğu için adaptasyon yapman lazım. Olduğu gibi getirip ürünü satamıyorsun. Yani Consumer ürünü değil. Cep telefonu değil bu. Telefon santralini o ülkeye uydurmak zorundasın. Bunun için korkunç paralar harcıyorlar. Ar-Ge yapıyorlar. Dedik ki, biz size yardım edelim. Bizim Ar-Ge’miz var. Biz size tasarım yapalım. Çünkü biz de rekabet artınca iş arıyoruz. Bunun üzerine tamam dediler, bir denediler bizi, baktılar bunlar bayağı iş yapıyor, dediler. Ondan sonra bütün işleri bize vermeye başladılar. Birdenbire bizim Ar-Ge laboratuvarı oldu sana ihracat. Şimdi yazılım nasıl ihraç edilir? Türkiye’de bilen yok. Yazılım ihracatı, hava gazı ihracatı. Ortada bir şey yok çünkü ürün yok. Bizim gümrüğe gidiyorsun ihracat yapacağım, vergi iadesi alacağım. Yok, görünürde bir şey yok. Dedim ki Tape’lere kaydedelim bu Software’i, bunları gümrükten geçirelim, ihracatı yapalım.
10 milyon dolardan bahsediyoruz yani başlangıç rakamımız bu. 10 milyon dolarlık ihracat yapacağız. Tape’lere yazıyorduk. Aslında datalar üzerinden Online gönderiyorsun. Yani o Tape’i göndermene gerek yok ama Türk hükümetine ihracatı gösterebilmek için mecbursun çünkü adapte olamıyorlar. Teknolojiye geç adapte oluyorlar.
Kaç senesi?
91′den sonra. 92-93. Tape’leri biz gümrükten geçiriyoruz, gönderiyoruz. Ölçüyorlar gümrükte. Kaç kilometre boyu, bantları. İşte şu kadar kilometre yazılım ihraç etti diye. Yani böyle komik dönemlerden geçti Türkiye. Şimdi artık öyle değil tabi. Şimdi yazılım… Bu işi başlatan biziz ve o zamanlar böyle garip bir şekilde ihracat yapmış sayılmıyordun. Sen Datalink’ten düğmeye basıyordun, kod gidiyordu karşıya. Karşılığında 10 milyon dolar para alıyorsun ama devlete nasıl anlatacaksın bunu? Ben ihracat yaptım diyorsun, hani nerede, diyor. Benden gümrükten bir şey geçmedi, diyor. Yani böyle şeyler yaşadık biz. Türkiye buralardan geçti.
Peki, çok teşekkürler Tanju Bey.
Rica ederim.
Söyleşi Tarihi : 5 Şubat 2014