“Herkes globalizmden bahsediyor ama mesela Amerika dünyadaki tüm iyi beyinleri kendi ulusal toprakları içerisine topluyor.
Ama beyin çalışmak ister. Beyin rahat etmek ister. Çalışmak için zamana ihtiyacı var. Kaynağa ihtiyacı var. Niye bizden sanatçı çıkmıyor? Niye olmuyor? Çünkü gebertiyoruz onları, yaşatmıyoruz ki. Yaratım dediğiniz şey hayatınıza pat diye düşen bir şey değil. Vahiyler geliyor da yapılmıyor. Yaratıcılık, buluşçuluk son derece sistematik, deli gibi çalışmayı isteyen şeyler. Yani bütün icatçılara bakın, hepsinin 1000 kere yapamadım, bilmem kaç kere yapamamıştım, şuradan atılmıştım, şuradan kovulmuştum, kaç kere iflas etmiştim falan. Steve Jobs’a bakın yani herkese bakın acayip mücadele var arkalarında. Dolayısıyla bu olmadan o işler olmaz. Bir laf vardır ben çok severim: ‘Hep denedim, hep yenildim. Olsun yine dene, yine yenil daha iyi yenil.’”
1981, ODTÜ Ekonomi mezunuyum. Yani Orta Doğu Teknik Üniversitesi. Ancak hiç ekonomistlik yapmadım. Kısa bir iş deneyiminden sonra bugün bilgisayar, bilişim sektörü dediğimiz, teknoloji sektörü dediğimiz ama o zaman daha ismi cismi olmayan, ürünü de olmayan, hizmeti de olmayan bir sektörde işe başladım. Daha doğrusu 81-82′lerde IBM ilk defa kişisel bilgisayarları lanse ediyordu dünyaya. Onun yanına bir de yazıcı lazımdı. Daha doğrusu lazım diye Seiko Epson Corporation düşünmüş, bir cihaz üretmiş. Ben de o cihazı ithal eden o girişimcilerin şirketinde işe başladım. Satış ve pazarlamada ama ne ürünü bilen var, ne de ne yapılacağını bilen var. Bu çok istikbal vaat eden bir şey diye başlatılmış. Biz de hepimiz eğitime geliyorlar, öğreniyoruz falan harıl harıl ithalat hazırlıkları başladı.
Tabi o arada ne ithal edeceksiniz? Bu ürün nedir? Milli güvenliğe bir şey midir? Faksa bile yeni alışılan ya da yeni öğrenilen yıllardayız. Hatta faks ithal edenlerin devlet güvenlik mahkemesine gidip ifade verdiği yıllardı bunlar. Bu ne cihazı? Ne yapılıyor falan diye. Neyse biz de yazıcıyı ithal edeceğiz. Gümrük tarife pozisyonu yok. Hiç bir kuralı, kaydı bir şeyi yok. Makina yedek parçası, bu bilgisayarı almışlar bir şekilde ithalat izni alınmış. Bu da onun parçası. Makina yedek parçası diye o tarifelerden içeri sokulmaya çalışılıyor ve form kağıtları dolduruluyor. Çocuklar geldiler, Ufuk Hanım imzalar mısınız ithalat kağıtları, dediler. Ne yazıyor? Buna Computer kağıdı dediysek bu da bilgi yazacak. Ürün nedir? İsim yazmak lazım. Printer olmuyor, yazılmıyor. Tam imzalıyordum. Ya dedim bunun adı bilgisayar, buna bilgiyazar derken ithalatta işlemi yanlış yaparlar, el hatası, yazım hatası olur, uğraşırız. Bunu biz ayıralım. Dümdüz yazıcı diyelim dedim ve o ürünün adı artık yazıcı oldu.
Yani işin bu kadar başında girdim ve bu çekimi yaptığım yıllar 30 senenin üstünde zaman geçti . 30 senede teknolojinin işi, yaşamı her şeyi nasıl değiştirdiğini böyle neredeyse adım adım gözleyebildim çünkü teknoloji sektöründen hiç kopmadım.
İnternet çıktı, üstüne GSM çıktı. Her kademede büyük zorluklar yaşadık ama şimdi öyle değil. Çok ileri gidiyoruz. Türkiye çok önemli dijital oyunculardan bir tanesi. Bu güzel tabi. Bilgiye erişim. Cihazları kullanmak. Onlarla diğer ülke insanları gibi her şeye eşit zamanda ulaşmak çok memnuniyet verici. Fakat hala işin daha çok tüketim tarafında olmak, teknoloji icat eden ya da tasarımlar icat eden, yazılım gibi bu alanlarda üretim yapamıyor olmak çok rahatsız ediyor. Hiç değilse kullanıcı tarafında, dijital dünya tarafında önemli bir oyuncu olarak yer almak da mutlu ediyor.
Özal’la ilgili çok fazla yorum yapıldı röportajda. Mesela telekomünikasyon olsun, televizyon olsun teşviklerle bayağı bir desteklenmiş. Aynı şey bilişim sektörüne verilmedi mi?
Hayır. Hiç verilmedi aksine güçlükler de çok fazla oldu. Bir kere o yıllar, bu bilgisayar sektörünün geliştiği yıllar Türkiye’nin en türbülanslı yıllarıydı. Çok ağır krizlerden çıktı. Bir de tamamı ithalata dayalı bir sektördü. Sürekli döviz krizleri, ekonomik krizler… Mesela şeyi hatırlıyorum, 2000-01 krizinde, biz yabancılarla bir toplantıdaydık ve satışlarımızı nasıl arttırırız diye konuşurken bir anda, o zaman cep telefonları vardı, mesajlar gelmeyi başladı şirketlerimizden bize. Türkiye’de büyük devalüasyon oldu. Bir anda sektör %70 küçüldü. Düşünebiliyor musunuz? 100 tane ürün satarım, 100 lira kazanırım diye başladığınız bir işte artık 70 lirası yok demeye geliyorsunuz bir ertesi gün. Ticari alanda da hiç kolaylaştırıcılık yoktu, teknolojik alanda da. Bu bir tarafından tutulmaz ki. Eğitiminin ona göre yani akademik alanın ona göre hazırlanması lazım, şirketlerin çalışma kolaylıklarının olması lazım.
Şu anda biz hala bilişime yetişmeye, bilişimde iyiyiz diye övünmeye çalışırsak yine çok atlarız. Ben mesela bazen görüyorum bilişim sektörünün cirosu bilmem kaç milyara çıktı diye raporlar ya da açıklamalar okuyoruz. Bir bakıyorsun yine %80′i telekomünikasyondan geliyor. Bunun yazılım tarafı işte söylediğimiz diğer yeni alanlara, nano ve genetikten alanlara geçişinin hazırlanması… Bir sürü şey var. Augmented Reality, Artificial Intellegence var, hologramlar gelişiyor. Çocukları tabletle okutuyoruz kısmı bizi çok çözmez. Yeni nesil sahiden deli gibi dijital kafalı olur ama onun ötesine, onlara iş yaratamazsak, onların kafalarını açamazsak yine lütfen herkes tabirimi mazur görsün, nal toplarız. Dijital nal toplarız bu sefer. Eskiden çip topluyorduk şimdi dijit toplarız. Bu da çok güzel olmaz. Olabilir mi? Hala çok fırsat var.
Var, var. Sıfır değiliz ama kesinlikle olmamız gereken yerde değiliz. Yani kesinlikle değiliz. Bir kere akademik ortam çok zayıf. Bu konuda, bu insan gücünü yetiştirecek olan, insan kaynaklarını yetiştirecek olan akademik içeriklerimiz, müfredat müthiş yetersiz. Tabi ki iyi örnekler var, olmaz mı ama bunlar çok az.
Çok atılımlar yapılıyor, yapılmak isteniyor, yetersiz. Mesela girişimci çıkmıyor bu alanda. Çıkamaz çünkü bu insanların, bu alanlara girmesi için 3-5 seneye ihtiyaçları var. Rahat kafaları ile çalışmaları lazım. Tasarım dediğiniz iş, kodlama dediğiniz iş, bunlardan sonuç çıkararak projelerin yapılması çok emek ister.
Bu emeği tahsis etmeye hevesli de çok insan var. Girişimcilik bilinci ve bu alanların önemli olduğuna dair bilinç gelişti ama bunlara destek verilmezse nefesleri yetmiyor. Neticede bir yemesi içmesi lazım. Bu ay içerisinde katıldığım bir çok toplantıda pek çok parlak profil hevesle girdiler. Şirketlerinden ayrıldılar. İşte biz şu projeyi yapacağız, şu yazılımı üreteceğiz, şu uygulamayı yapacağız, şu sisteme yardım edeceğiz, denildi. Çocuklar 1-2 sene debeleniyorlar. Her projeleri de tabi ki başarılı olmuyor.
Yatırımcılar da sıraya girip beklemiyor bunları. O zaman ne oluyor? Hepsinden şunu duyuyorum, çok hevesli, çok mutluyum ama yemek içmek de lazım, eve de para götürmek lazım. Şimdi buralarda çok iyileştirilecek yerlerimiz var. Ben olsun istiyorum. Geleceğimiz için çok önemli olduğunu düşünüyorum. Mesela sen şimdi genç bir girişimci olarak uğraşıp duruyorsun. Halbuki ne kadar kıymetli bir iş yapıyorsun.
Girişimcilik konusunda aileler nasıl yaklaşıyor?
Hep şey söyleniyor, bu girişimcilik için ailelerin kafa yapısı müsait değil. Herkes çocuklarının girip bir yerde çalışmasını istiyorlar. Türkler memur kafalı. Doğru. Bir, en çok söylenen bu. İkincisi de Türklerde girişimci sermaye yok. O da doğru. Türkler bir de yaratıcı değil. İcat çıkarma ile büyümüş bir nesiliz. Bizden yaratıcı da çıkmaz. Oldu, bunları alıp oturalım o zaman. Öyle bir şey yok. Bunu ne zaman değiştireceğiz. Şimdi her şey çok daha kolay. Bilgiye erişmek, girişmek. Bunlarla ilgili bir takım şeyleri geliştirmek. Bunlar olmazsa sermaye de birikmez, ailelerin kafası da değişmez. Yaratıcı zekalar da gelişmez. O yüzden ben bu mazeretlerin arkasına saklanılmadan ilerlenmesi için her bir ferdin çok çalışması gerektiğini düşünüyorum fakat bunlar gerçekten çok büyük meseleler. Yani dünya çapında rekabet edebilmek ve oralarda kendine yer yapabilmek içinde muhakkak ve muhakkak devletin desteğinin olması lazım.
Şimdi burada ne demek istiyorum? Devletten yardım dilenen bir tonda söylemiyorum. Devletin o desteği vermesini sağlayan fonlar da hepimizin. Hepimiz de vergilerimizle, çabalarımızla, emeklerimizle o tahsis edici kaynakları yaratıyoruz. Ben o kaynakların tahsisatına karışmak istiyorum. O kaynakların tahsisatı için ricada bulunuyorum. Bunları lütfen gözle gördüğümüz, elle tuttuğumuz gelişim alanlarına tahsis edelim artık. Bu konuda daha cesur, daha deli olalım ve birkaç tane de deli örnekle kendimizi avutmayalım. Hiç öyle çok acayip şeyler yapıyor değiliz. Yani 2-3 tane firmanın çıkması hiç önemli değil. İnsanlar yeniden deli gibi uzay çalışıyorlar, deli gibi genetik çalışıyorlar, nano çalışıyorlar, giyilebilir teknolojiler çalışıyorlar. Biz tabletle çocuklarımızı eğiteceğiz diye oturursak 5-10 sene sonra bugüne gelmemizden önceki sıkıntıların daha beter seviyesine düşebiliriz. Bunu kendimize yapmamamız lazım.
Ufuk Hanım benim merak ettiğim Arçelik, Vestel gibi çok oturmuş, geliri çok yüksek firmaların niye böyle hayal mahsulü şeylere yönelen timleri yani fantezi timleri yok?
Şu anda bu inovatif şirketler dediğimiz şirketlerimiz var. Hala bakın, sanayi kuruluşlarımız var. Bu şirketlerin başında oturanların çoğu artık kuşakları öğrendi. X, Y, Z diyoruz ya X jenerasyonu veya Babyboomer’a doğru adım atmış kişiler. Bu kişilerin dijital algısını çok zayıf görüyorum. Yani dünyanın resmen bir dijital devrim yaşadığını, bir robot devrimi yaşadığını… Eskiden devrimler böyle 50 senelerde, 100 senelerde falan oluyormuş ama bakılacak olursa bu hale gelmemizi tetikleyen en son dönüm noktası bugün bilgisayar, yani IT sektörü oldu. Neyle başladı? Bilgisayarla başladı, kişisel bilgisayarla. Sonra üstüne internet koyduk.
Sonra GSM’i koyduk ve buraya kadar geldik. Yani bilgisayar devrimi bizi buraya getirdi koydu.
Şimdi buradan dijital devrime ve robot devrimine ilerliyoruz. İçerisinde yaşadığımız devrimi bilerek ve hissederek gidiyoruz ama bunu farkında olsalar da bu konuda, yapılması gerekenler konusunda cesur adımlar atması gereken insanlar. Mutlaka onların yapması lazım çünkü karar verici noktalar da onlar. Bunların yaşları işte 50′ler, 60′lar civarında yani 40 üzerindeki insanların risk alma adalesi çok düşmüş vaziyette. Üstelik hiç anlamadıkları, çok tehlikeli buldukları alanlarda dönüşüm geçirmeleri gerecek.
Oralarda dijital çevikliğin, dijital aklın, dijital cesaretin çok düşük olduğunu görüyorum. O yüzden de kaynakları da onlar tahsis ettiği için en çok zorluk orada. Orada bir sıkışmış, Y jenerasyon dediğimiz arkasından onları iteleyen Z jenerasyonu yani tabletle büyüyen… Ben ilk işe başladığımda 16 Kb bilgisayarı, 16 Kb şu anda söylerken bile tuhaf geliyor, 4.000 dolara falan satmaya çalışıyorduk. 16 Kb bilgisayarın içine ne konuyordu acaba? Bir şey koyamıyorduk herhalde. Satmaya çalıştığımız müşteri de şey diyordu, hiç unutmuyorum da bir tanesi, ne atlattımsa ikna olmadı, kızım bari bir bilgi saydır da onu göreyim şu ne işe yarıyor, gibi. Öyle şeylerden şu anda 30 senecik bir zamanda içeriden annesine, anne iPad parmağım kanıyor, diye gelen çocukların olduğu bir zamana geldik. Onun için bu Z’ler parmağını tablet için zanneden bebeklerin olduğu Z’ler ile -onlar 11-12′ye kadar olunca Z diyoruz- onun üstündeki Y’lere, X’lere müthiş baskı yapıyor esasında. Çünkü firmaların müşterileri onlar olacak.
Yeni nesil müşterileri artık her şeyde ekran görmek isteyecek. Bunlar ekran nesli. O nesli anlamıyor, işlerinin tepe yönetim ve önlerini açmıyor. Ben o konuda şu anda üst düzeyde çalışan bütün karar vericilerin çok ciddi sorumluluk taşıdığını düşünüyorum. Firmalarla irtibatlarımızda görüyorum. Var evet, bu önemli bir şey, yapmak lazım, algısı var fakat eylem yok. Eylem için cesur değiller. O eylemin gerektirdiği yeni yatırımları, yeni dönüşüm dalgalarını göğüsleyebilecek gibi değiller.
Siz peki X ve Y neslinin teknoloji alanında girişimcilik özelliklerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Girişimcilik özellikleri, X’lerde tabi çok fazla yok. Onlar daha güvenli alanlarda, konfor alanlarında çok rahatlar. Bir de tabi Türkiye şimdi gelişme sürecinde falan onun için konfor alanı meselesi önemli bir engel. Girişimcilik de böyle konfor alanı tanımıyor. Onun için tabi ki büyüklerin adalesi çok yok. Gençler yapsın. Onlar hep gençler bu gelecek sizin, siz girişimci olun, biz yapamadık siz yapın gibi bir sürü topu atıyorlar gençlerin önüne ama attıkları topu önünde bulan gençlerle bir kere o kafayla yetişmemişler. Birden bire girişimci olmaları söyleniyor onlara. Tamam, girişimci olalım ama önlerinde yeterli kaynak yok. Hadi, diyelim yeni bir şirket kurdu aynen trilyonluk şirketin muhatap olduğu bütün ticari koşullara o da muhatap oluyor. Çocuk daha ne işletme bilmiyorken, o vergiyi ver, şunu öğren. Bu girişeceği fikri bırakıp paçasını kurtarmaya karnını doyurmaya odaklanıyor. Onun için girişimci olmak şart konusu netleşti. Daha algı yüksek çünkü iş bulunamıyor. Zaten ya iş bulunamıyor, genç işsiz oranı da en yüksek ülkelerden biriyiz. Üniversiteli işsiz oranı en yüksek ülkelerden biriyiz. Hani biz rakamları süsleyip bakmasını seviyoruz ama derin kırılımlar da baktığımızda rahatsız olabileceğimiz tablolar da var. Onların bir tanesi de genç işsizlerimiz. Bunlar iş bulamıyorlar.
Bizim zamanımızda mesela özel sektör gelişiyordu. İşte Özal zamanında özel sektörle tanıştık. Ben de aslında Özal’dan sonra gelişen özel sektörün ilk mamullerinden bir tanesiyim. Uzun süre kurumsallaşan ve globalleşen dünyada iş hayatımın büyük bir kısmı kurumsal çalışan olarak geçti. Sonra 2006′da kendi şirketimi kurdum, girişimci oldum. O yaştan sonra ve 2 alanı da çok net karşılaştırabiliyorum. Yeni gençlerin, yeni neslin, yeni çağın isteklerini ve zorluklarını da algılayabiliyorum.
Şimdi çok farklı şeyler var. Bir kere üniversiteye arzu çoğaldı. İçi dolu mu onun? Değil. Yani kalitesi artarak, nitelikleri artarak bir arz yok. Sayısal olarak çok büyük artış var ama gerçek dünyanın istediği şeyler çok fazla. Onların, iş hayatının, gelişmenin, yeni çağın istediği yetkinlikler çok yüksek. Bir kere orada bir açık var. Tamam, arz var, aslında talep de var fakat nitelik, yetkinlikler kısa kalıyor. Öbür tarafta da zaten hiçbir zaman mezun sayısı kadar iş imkanı yaratılamıyor. Bundan sonra hiç yaratılamayacak çünkü robotik sistemlere geçiyoruz artık. Internet of Things diyoruz mesela. Akıllı sistemler diyoruz. Robotlar ve insanlar birleşiyor nerdeyse. Burada insanların yaptığı bir sürü iş zaten teknolojiye transfer oluyor. O yüzden de çalışma olanağı daralacak. Çalışma olanağı olan yere Qualification yetmiyor, yetkinlik yetmiyor artı bir de onun sayısı sürekli düşüyor. Dolayısıyla üniversite mezunu olmak artık hiçbir şey. Öyle bir kağıt. Bir kere kendini acayip geliştireceksin. Kişisel yetkinlikler çok yükselecek. Mümkünse birkaç tane alanda derin uzmanlığın olacak. Böyle teknoloji ile çok iyi entegre olacaksın. O zaman bir iş bulma ve bir iş istihdam fırsatı olabilir durumda.
Onun için aslında yeni iş modellerinin, çalışma modellerinin, yeni yetkinlik setlerinin çok çalışılması lazım. Nasıl hani bilgisayarlaşmak, bilişim sektörü birçok şeyi tepeden tırnağa değiştirdi, bugün dijitalleşme ve robotik sistemler de tepeden aşağı değiştiriyor. Bunun farkındalığının ben o kadar derin olmadığını görüyorum. O yüzden zaten şu anda yaptığım işi yapıyorum. İşte fütürizmi bir araç olarak kullanarak, geleceğe bakışı daha bilimsel, daha ciddi yapılır hale getirmek istiyorum. Yani şu anda mesela yeni sistemler kuruluncaya kadar hala en makbul çalışma alanlarından biri devlet memurluğu. Bu cevabı kimse beklemez ama şu anda bizim özel sektör gelişirken, devlet memuru da olunur mu canım, denirken şu anda tekrar makbul olmaya başladı.
Aslında fütürizme gelmeden önce biraz o vazgeçen girişimcilerden bahsedelim. Niye vazgeçtiler? Olayları neydi?
Bir kere girişimcilik öğrenilmesi gereken bir çalışma modeli ve ücretli çalışmaktan çok daha meşakkatli. Riski tamamen insanın kendisinin aldığı, her şeyiyle kendisinin kullanması gereken çok farklı bir model. Model bir kere çok zorlayıcı. Türkler ona hiç hazırlanmıyor. Bir kere buna arkadan bir hazırlığın olması lazım bir. İkincisi, diyelim bir cesaret etti. Bu sefer de altyapı ve üst yapı koşulları hazır değil. Onları destekleyen hiçbir şey yok. En büyük desteğin de tabi finansal konularda olması lazım.
Finansal konularda girişimciliği öğretme, öğrenme konusunda olması lazım. Bunlar hiç yapılandırılmış değil. Yani yapılıyor ama çok tesadüfi. Henüz daha çok sistemsiz ve daha işin çok başındayız. Böyle bir kültürümüz, böyle bir kodumuz yok. Onun için ne oluyor? Birçok girişim doğmadan ölüyor. Doğumdan kısa bir süre sonra ölüyor. Tam böyle işi ortaya çıkardıklarında köprü aşaması vardır. Büyümeye dönük bir yatırım alması gerekir. Orada hiç yatırımcı yok. Kimse bunlara inanmıyor. Lafta herkes girişin, girişin, diyor; para sahibi olan, sermaye sahibi olanlar böyle girişimcileri destekliyor mu? Hayır. Daha yeni yeni başladı. Melek yatırımcı falan parmağınızla sayacağınız kadar oldu.
Onların da fonları oldukça küçük. Devletin destekleri çok küçük. Yani özetle bu iş parasız olmuyor. Söylem var eylem yok, olmaz. Onun için çocuklar, insanlar vazgeçiyorlar. Aç kalıyorlar çünkü sürünüyorlar. Onu da biraz denedikten sonra ben yine bari ne yapayım, ücretli alana geçeyim. Yine kenardan kenardan yapmaya çalışırıma dönüyor ki bunlar işleri büyütmüyor.
Bu melek sermayeciler konusunda bilgilendirici çalışmaları var mı? Yoksa genel çalışmaları sadece yatırım bazlı mı?
Girişimcilik kültürünü geliştirmek. Bir kere insanları girişmeye, hem giriştikten sonra etapları hazırlamaya çalışan bir eko sistem, bir habitat yaratmaya çalışan önemli birkaç platform var. Bunlar çok düzenli olarak girişimcilik toplantıları yapıyorlar. Bu eğitimi, bu kültürü, dokuyu oluşturma konusunu üstleniyorlar. Girişimcilerin temelde böyle bir misyonu yok. Onlar bu misyonu, bu tedrisattan geçip hatta işlerini de karlı bir şekilde biraz koşturmaya başlamış kişileri yatırım yapmak üzere yine bu platformlarda girişimci seçiyorlar, daha doğrusu proje seçiyorlar. Var tabi ama son derece yetersiz. Çok bebek adımlar var daha. O pek girişimcilerin üstüne vazife değil. Onun yapması gereken platformların, üniversite sanayi işbirliklerinin çoğalması lazım. Adımlar var. Bebek adımları.
Türkiye’de fütürizm ne zaman başladı? Nasıl gelişti? Şimdi nelerde? Ne gibi etkinlikleri var? Şöyle genel tarihi bir panoramasını alabilir miyiz sizden?
Fütürizmin Türkiye’de resmi dernekleşme olayı 2005′te gerçekleşti. Alphan Manas ile birlikte 2005′te biz ve tabi ki ilk kurucu yönetim kuruluyla faaliyetlere başladık. 2008′e kadar Kanarya Sevenler Derneği gibi gittik. Fütürizm deyince, turizm mi ne? Kimse anlamıyordu. Bunu anlatmak bir vakit aldı. 2008′de biz ilk fütüristler zirvesi yaptık. Dünyanın en önemli fütüristlerinden birini getirdik. Jacque Fresco’yu. Onu getirince ve o olayla bir dönüm noktası yaşadık ve herkesin dikkatini üstümüze çekmeyi başardık. Üye sayımız arttı ve birçok proje geliştirdik. İşte Tekno Kadınlar, Fütürist Shuffle’lar yaptık. Fütürizm okulları açtık hatta ODTÜ’de bir Future Studies dersi koydurmayı başardık. Fütürizm konusunu akademik ortama da soktuk ve birçok genç fütüristler ekibi kurduk. Fütürist elçileri üniversitelerde atadık. Yani haldır haldır fütürizmi anlatmaya çalıştık. Peki, niye bunu yapmaya çalışıyoruz? Ne oluyor yani fütürist olunca ya da olmayınca? Bir kere fütürizmi, hemen onu düzeltelim çünkü genelde öyle bir algı oluyor. Sonunda “izm” var. Siyasi, dini, ticari bir politik tonu olabilir mi? Hayır, katiyen yok. Fütürizm meslekleşecek. Tıpkı tarih gibi insanların vazgeçilmez bakış açılarından, bilgi kaynaklarından, kalibrasyon merkezlerinden bir tanesi olacak. Geleceğe bakmayı öğretiyor aslında. Geleceğe bakıp sonra o gelecek için neler yapılmalı, neler tehlikeli, neler iyi olabiliri çözümlemeye çalışan, senaryolar kurgulayan çok ciddi bilimsel çalışmaların aslında özeti. Bir kelime ama altı çok kalabalık ve bu artık meslek olarak da resmen kullanılmaya başlandı ki bunu kartvizitine meslek olarak yazan ilk kişi benim Türkiye’de. Fütürist dedim ama altında açıklamasını yazmak durumunda kalmıştım. Hala da öyle yazıyor. En iyi gelecek tasarımcısı çünkü fütürizm aslında gelecek tasarımcısı. Nasıl bir gelecek istiyorsak onu bir tasarlayalım ve onu yapmak için çalışalım diyen bir yaklaşım, bir bütün.
Fütüristler firmalarla çalışıyor mu? Firmaların fütürizm departmanları var mı? Olacak mı? Bu ikisi arasındaki ilişki şu an nasıl? Gelecekte nasıl olacak?
Bu tozu herhalde ben IT sektörü başladığında yutmuştum. O zaman hiçbir şey yoktu, şimdi her şey var. Bir sürü meslek doğdu. Bu fütürizm alanında da böyle oluyor. Tabi ki şu anda şirketlerin fütürizm bölümleri yok, henüz fütüristler çalıştırmıyorlar fakat hepsi olacak.
Hepsi olmak durumunda çünkü geleceği kurgulamadan ilerlemek artık hiç mümkün değil. Gelecek kendi haline bırakılacak bir şey değil. Ne yapılacak tarafını da işte bu fütüristlerin, fütürizm bölümlerinin çalışmalarının açması lazım. Yurt dışında bayağı başladı. Yani yurt dışında mesela bu yıl yaptığımız en önemli şey aslında 1 Martları gelecek günü olarak kutlama günü olarak ilan ettik ve tarihi, geçmişteki zaferleri, doğanın ritmik tekrarlarını kutluyoruz. Bahar bayramı gibi. Geleceğe hiç bakan yok. Biz dedik ki, aslında geleceğin kutlanacak çok potansiyeli var. Gelecek hiç olmamış yani bir sürü şey yapabiliriz. Onu kutlayalım, dedik ve bunun için de boş olan bir günü, 1 Mart’ı seçtik ve 2013′te ilkini kutladık. Dünyadan da çok büyük övgü aldık bu anlamda. Şimdi hatta tarih dersi gibi gelecek dersi falan koydurmaya çalışıyoruz. O gelecek günü Keynot Speaker’larından bir tanesi Intel’den geldi ve kartvizitinde Intel Futurist yazıyordu. Yani resmen bordrosunu, maaş almasının sebebi bu mesleği icra etmesi. Onun için şu anda çok yok ama artıyor.
Ben hep şeyi sorguladım. Röportajlarda da sordum. Türkiye bu zamana gelene kadar ya da yakın zamanı diyelim teknolojiyle bir nevi tasarruf sağlamak için yerli katkı payını arttırmaya çalıştı. Artık teknolojiyi biz geliştirelim hırsı var mı? Kompleksli, kıskanç gençler var mıdır? “Sürekli dışarıdan yapılmasını bekliyoruz. iPhone 7 geldi, heyecanlandık. Windows 9 çıktı. Batı ne güzel yapmış.” diyen, böyle gençler görüyor musunuz? Ya da orta yaşlılar?
Böyle biz şunu yapalım, diye deli hevesi olan kimse görmüyorum. Çok kimse görmüyorum çünkü çok üzgünüm bunu söylediğim için ama bizim önce çalışmayı öğrenmemiz lazım. Bir iş nedir? İşe saygı nedir? Yapmak, yaratmak nasıl bir şeydir? Bu konuda gerçekten uzun yıllar yanlış şeyler yapmanın ve ihmal etmenin sıkıntısını çekiyoruz. Onun için gözünden ateşler fışkıran, aman ben de şunu yapayım diyen bir genel halimiz yok. Gençlerde tabi bu hemen hemen hiç yok. Gençler daha iş hayatına başlamadan son derece yorgunlar ve bezginler. Yoruyoruz onları. Zaten gördükleri şeyler onların motivasyonlarını kırıyor.
Önlerinde model olan büyükler o kadar depresif o kadar kavgacı, o kadar gergin, her şeyden yakınan. Ağzını bir şey için aç, olmaz şu yok ki, bizde olmaz, yok orada bir şey olmaz, yapamazsın diye seni sustururlar. Her şeye olumsuz bakan böyle büyük modeller, tabi ki böyle gözlerinden ateş fışkıran ben Apple’ın yerine şunu yapayım, şu uygulama ile dünyayı uçurayım, diyen yok. Mış gibi söyleyen çok ama bunun arkasında gereken iyi çalışmalar, hakikaten çok disiplinli yaklaşım yok, artı kaynak da yok. Olmayınca çok görmüyorum açıkçası. Çok görmek istiyorum. Biz fütüristlerin en büyük takıntıları da bu. Niye olmasın ya? Geçmişte olmaması şimdi olmaması manasına gelmez. Hadi bir başlayalım, heyecanımız çok yüksek. Bizim böyle heyecanımıza katılan insanlar var tabi. Hiç, hep laflarını ben hiç sevmem. Az diyelim. Onu da çoğaltmak için var gücümüzle fütürizm kanalından, damarından ilerlemeye çalışıyoruz.
Herkes globalizmden bahsediyor ama mesela Amerika dünyadaki tüm iyi beyinleri kendi ulusal toprakları içerisine topluyor.
Ama beyin çalışmak ister. Beyin rahat etmek ister. Çalışmak için zamana ihtiyacı var. Kaynağa ihtiyacı var. Niye bizden sanatçı çıkmıyor? Niye olmuyor? Çünkü gebertiyoruz onları, yaşatmıyoruz ki. Yaratım dediğiniz şey hayatınıza pat diye düşen bir şey değil.
Vahiyler geliyor da yapılmıyor. Yaratıcılık, buluşçuluk son derece sistematik, deli gibi çalışmayı isteyen şeyler. Yani bütün icatçılara bakın, hepsinin 1000 kere yapamadım, bilmem kaç kere yapamamıştım, şuradan atılmıştım, şuradan kovulmuştum, kaç kere iflas etmiştim falan. Steve Jobs’a bakın yani herkese bakın acayip mücadele var arkalarında. Dolayısıyla bu olmadan o işler olmaz. Bir laf vardır ben çok severim: ‘Hep denedim, hep yenildim. Olsun yine dene, yine yenil daha iyi yenil.
Mesela onlarda bilişim niye gelişiyor? İlk olarak o fikir olacak. O fikrin içerisinden deli gibi koşan çalışan birileri olacak fakat o olduğu anda da onun önünü açacak, onu kolaylaştıracak, o yaptığı şeyin değerli olmasını sağlayacak altyapının da olması lazım. Yani bir bakın bilişimde gelişen bütün ülkeler, durumlarda çok ciddi tahsisatlar var. Ya yerleri verilmiş, ya geri dönüşsüz krediler verilmiş, ya çok ucuza verilmiş. Vergiler alınmamış. Kaliteli insan çalıştırmak lazım bu buluşlarda. Onları nasıl ödeyeceksiniz? Hepsi sıfırdan yetişmez ki birilerini alıp getirmek, ithal etmek, dahil etmek lazım. Bunlar için hep para lazım, hep kaynak, hep destek lazım. Biri olmadan öteki olmuyor. Hem fikir ve atılımcılar lazım, hem de onlar koşarken onların terini silen, önünü açan, kolaylayan kaynaklar lazım. Bunları biliyorsak yaparız, yapabiliriz, diye ben yapı itibariyle hiç umutsuzluğa kapılmayan biriyim. Düştün mü, bir daha kalk. Demin söyledim ya, o sözlere çok inanırım. Buna ulusça da inanıp, inanan insanları çoğaltıp çok iyi şeyler yapacağımıza inancım tam. Karamsar konuşsam da ben genelde son derece umutlu ve son derece pozitif bakıyorum. Hele de geçirdiğimiz süreçle şimdi geldiğimiz noktayı karşılaştırınca.
Kendi kuşağınızı nasıl görüyorsunuz?
Çok ilginç bir şey var. 50′lerden sonra, 60′lardan sonra bir takım yaşamsal; bir kere deneyim, hayat deneyimi, yaşamsal deneyim çok şey katıyor. O yaşlarda ailenin hengamesi, iş hayatının hengamesi birazcık azalmış oluyor ve 50-60′lardan sonra eğer insanlar kendilerini iyi güncellemişlerse yani bu çağın dönüşümleri içinde kendilerini yenileştirebilmişlerse hakikaten hem deneyim, hem yaşam, hem iş deneyimleri, hem de bir de güncelleme ile gençlerden çok daha enerjik ve cesur duruyorlar. Böyle bir kısım da var. Bir kısım var ununu elemiş, eleğini asmış. 50-60′lar civarında da bir kesim var ki aslında belki gençlerde olmasını beklediğimiz atılımcılığa sahipler. O da hoş bir şey belki de denge ile kurtuluşu orada bulacağız. Herkes gençler yapsın diye beklerken eskiden bir vebalimiz de var. Gençlere iyi örnekler olamadık, onları yorduk. Bir grup ileri yaştaki insan belki bu vebali temizleyecek. Onların önünde koşup, onlara iyi örnekler olup, onlarla el ele, kol kola bu makûs talihimizi parlak bir geleceğe dönüştürebilecek diye umuyorum.
Peki teşekkür ediyorum. Sizin eklemek istediğiniz bir şey var mıdır? Ya da bir hikaye, anekdot?
Ben hep bir tane sloganım var. Her yerde bitiş cümlesi olarak onu söylerim. Her şeye rağmen gelecek güzel gelecek. Teşekkürler.
Söyleşi Tarihi : 5 Şubat 2014