Büyük Sıçrama Blog

Levent Ilgın Söyleşisi

leventılgın

 

 

“Tabi o dönemdeki en büyük sıkıntılar şunlardı: Güç elektroniği, teknoloji gerektiren bir dal ve Türkiye teknoloji konusunda çok ileri bilinen bir ülke değildi. O yüzden de ilk başlayan yıllarda vaktimizi Türkiye’de gerçekten teknolojinin olduğunu anlatmakla geçirdik. Oldukça zaman aldı. Sıkıntılı süreçler geçti. Fakat bugüne geldiğiniz zaman, örneğin bu sene yine bizim sektör için Almanya’daki CEBIT Fuarı önemli bir fuardır. Fuara gittiğiniz zaman, güç elektroniği, kesintisiz güç kaynağıyla ilgili fuarda yer alan firmalara baktığınızda on tane firma varsa bunun beş tanesi Türk’tür. Üç tanesi İtalyan’dır. Gerisi de uluslararası şirketlerdir. Türkiye bu konuda gerçekten önemli bir yol kat etti.”

 

 

Saint-Benoit Fransız Lisesi’ni bitirdim. Ondan sonra İstanbul Teknik Üniversitesi, Elektrik-Elektronik Bölümü’ne girmeye karar verdim. İkinci sınıfın sonlarında dedim ki, bir şeyler yapmam lazım. Bu sırf okumakla olmayacak. O dönemde yine bizim sektörde olan diğer bir firma vardı. Eka Elektronik. Orada çalışmaya başladım. Ağırlıklı olarak otomasyon ve güç elektroniği üzerineydi. Böylelikle iş hayatına, elektronik sektörüne girmiş oldum. Orada uluslararası ilişkileri yürüttüm. Projelerle uğraştım. Daha sonra okul bittikten sonra birkaç sene daha orada uğraştım. İhracat bölümünü kurdum. Türkiye’de ihracat bildiğiniz gibi 80’lerde başlayan önemli bir hamleydi. Fakat arzu edilen noktalara daha tam gelmemişti. Orada iyi bir çalışma yaptık. İyi bir çalışmanın neticesinde güzel neticeler aldık. Daha sonra İnform oldukça hızlı büyüyen bir firmaydı. İnform’dan bir teklif geldi. Burada ben de işletme konusunda master yapmaya başlamıştım. Masterımı da bitirdim. İnform’a geldim. İnform’da da aynı şekilde sıfırdan başladık. O zaman ufak bir atölye kıvamında bir şirkettik.

 

İnform’a kaç yılında girmiştiniz?

 

2000 yılında girdim. Yaklaşık 70-80 kişinin çalıştığı ufak bir atölyeydi. Hedeflerimizi belirledik. Geçmişte iyi bir yurt dışı tecrübem olduğu için ürün portföyümü oluşturdum. Pazarlama konusunda derin çalışmalarımız oldu. O dönemde şirketimizde ihracat hamlesini başlattık ve doğru hamleleri yaptığımız için bugün geldiğimiz nokta 15. senenin ardından dünyada 5 kıtada varız. 85 ülkede varız. Dünyanın en büyük 9 markasından biri haline geldik.

 

Tabi o dönemdeki en büyük sıkıntılar şunlardı: Güç elektroniği, teknoloji gerektiren bir dal ve Türkiye teknoloji konusunda çok ileri bilinen bir ülke değildi.  O yüzden de ilk başlayan yıllarda vaktimizi Türkiye’de gerçekten teknolojinin olduğunu anlatmakla geçirdik. Oldukça zaman aldı.

Sıkıntılı süreçler geçti. Fakat bugüne geldiğiniz zaman, örneğin bu sene yine bizim sektör için Almanya’daki CEBIT Fuarı önemli bir fuardır. Fuara gittiğiniz zaman, güç elektroniği, kesintisiz güç kaynağıyla ilgili fuarda yer alan firmalara baktığınızda on tane firma varsa bunun beş tanesi Türk’tür. Üç tanesi İtalyan’dır. Gerisi de uluslararası şirketlerdir. Türkiye bu konuda gerçekten önemli bir yol kat etti.

 

Bunun öncülüğünü de ben gururla söylüyorum şirketimiz, İnform Elektronik yapmıştır. İhracat gerçekten çok emek istiyor. Adınızı duyurmanız gerekiyor. Bunun için yatırım yapmanız gerekiyor. Tabi bunlar yeterli mi? Yeterli değil. Her şeyin bir kriteri var. Her şeyden önce ürüne yatırım yapmanız gerekiyor. Teknolojiye yatırım yapmanız gerekiyor. İlk başladığımız dönemlerde durum şuydu: Türkiye olarak teknolojide küçük Çin gibiydik. Uluslararası oyuncuların ürünlerini alıyorduk. Onlar ne yapmış, ne etmiş algılamaya çalışıyorduk. Bizler de üstüne bir şey katabilir miyiz, diye bunların çalışmalarını yapıyorduk.

 

İhracat var mıydı?

 

Yok. İhracatımız yoktu. Hiç yoktu o dönemlerde. Şirketimizde bir hamle başlatmak istediği için beni buraya davet ettiler. Biz de o hamleye 2000 yılının Ocak ayı itibariyle başladık. Dediğim gibi olay sırf pazarlama ile uluslararası ilişkilerle bitmiyor. Arkanızda da gerçekten bunu destekleyecek bir takımın olması gerekiyor. Uzun yıllar hep aynı şeyleri söyledim Ar-Ge. Türkiye, araştırma ve geliştirme konusunda gerçekten yatırım yapmak zorunda.

 

Bugün, şirketimize baktığımız zaman ciromuzun yaklaşık %10’unu Ar-Ge’ye yatırıyoruz. Türkiye ortalamasına baktığınız zaman %2’ler mertebesindedir. Biz bunun çok üstünde bir yatırım yapıyoruz çünkü güç elektroniği her 3-4 senede bir kendini yenileyen bir sektör. Her sene yeni Component’ler, yeni malzemeler çıkıyor. Bunu takip etmeniz lazım. İleride dünyaya baktığınız zaman aslında benim üniversitede ki bölümümü seçmemde de en büyük sebep buydu; Türkiye’de her zaman bir enerji ihtiyacı vardı. Bugüne bakıyorsunuz. Bugün de hala bir enerji ihtiyacı var. Dünyaya bakıyorsunuz, dünyada her yerde enerji ihtiyacı var.

 

Enerji sonu olmayan, bitmek tükenmek bilmeyen bir alan. O yüzden de bu alanda yatırım yapmanız gerekiyor ve işin en güzel tarafı şu evet ben bu enerjiyi sağladım ile de bitmiyor. Ne oldu? Bugün geldiğimiz nokta şu: Daha fazla verimli enerjiyi nasıl sağlarım. Daha az kaybı nasıl ortaya koyarım? Daha verimli bir sistemi nasıl ortaya çıkarırım? Televizyon reklamlarına bakın, beyaz eşya olsun, klimalar olsun buna benzer tüm ürünlerde reklamlarda vurgulanan hep daha az enerji, daha çok gücü nasıl elde edebildiğiniz, daha fazla verimi nasıl elde edebildiğiniz. Temelde dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz, dünyanın enerji ihtiyacına. Şimdi Türkiye’ye bakıyorsunuz, Türkiye’de bizim enerji elde ettiğimiz alanlar kısıtlı. Son dönemde devlet teşvikinin de başlamasıyla alternatif enerjiye yönelmeler oldu. Nedir bu? Rüzgardır, güneştir buna benzer yatırımlar artmaya başladı. Fakat bunlar da yetmiyor. Yani Avrupa’daki gelişmiş ülkelere, Amerika’ya baktığınız zaman enerjisinin önemli bir kısmını alternatif enerjiden sağlarken, Türkiye’de daha o kadar yolun başındayız ki… Bunların hepsini üst üste koyduğunuz zaman aslında demek istediğim, enerji verimliliği, teknoloji. Türkiye’de aslına bakarsanız bu Ar-Ge merkezleriyle son 3-4 yılda ciddi adımlar atıldı. Konuyu biz de yakından takip ediyoruz. Bizim de Ar-Ge merkezimiz var.

 

Ar-Ge merkeziniz ne zaman kuruldu?

 

Ar-Ge merkezimizi, Ar-Ge bölümü olarak 97-98’lerde kurduk.

 

Ar-Ge merkezi konsepti biraz daha farklı. Hükümetin oluşturduğu, 50 kişinin üstünde, gerçekten Dedicate olarak Ar-Ge ile uğraşan;  bunu ortaya koyduğunuz, Ar-Ge ile de teknoloji yarattığınız, katma değer yarattığınız anlamına geliyor. Türkiye’de yanlış hatırlamıyorsam en son bu firmaların sayısı 200’e yaklaştı. Ciddi anlamda da yabancı yatırımcı çekti. Yani burada bu teşvikler sayesinde çok büyük firmalar diyebileceğim firmalar, oldukça yüksek sayıda insanla Türkiye’ye Ar-Ge merkezlerini açtılar. Üzüntümüz şuydu: Türkiye’den ciddi bir beyin göç vardı yurt dışına. Beyi göçü ne oluyordu? Türkiye’de gerçekten yetişmiş insanları kaybediyorduk. Şimdi Ar-Ge merkezleri sayesinde, bu teşvikler sayesinde o beyin göçü yavaş yavaş tersine dönüyor. Türkiye gerçekten teknoloji anlamında ortaya bir şeyler koyan bir ülke durumuna geliyor.

 

Bunun sonu yok. İşçilikle, ucuz işçilikle gidebileceğiniz yol sınırlı. Neden sınırlı? Türkiye aslında bir dönem Çin ile yarıştı. Hatırlarsanız 90’lı yıllarda Tekstil, lokomotif sektörlerdendi. Ne oldu? Daha sonra Çin olayın içine dahil olduğu zaman bizim Çin’deki iş gücüyle, ucuz iş gücüyle rekabet etme şansımız yok. Bizim üreticilerimiz şunu öğrendiler. Tamam, ben de üretiyorum ama üzerine bir şeyler daha koymam lazım. Bir fark yaratmam lazım. İşte burada Ar-Ge devreye girdi. Ar-Ge’nin önemini biz 90’lı yıllarda anladık. 2000’li yıllarda üstüne gitmeye başladık. 2010’lu diyeceğimiz bundan 4-5 sene öncesinde de devletin Ar-Ge merkezleri teşvikiyle gerçekten önemli adımlar atmaya başladık çünkü gelişmiş ülkelere baktığınız zaman Avrupa’da, Amerika’da neredeyse fabrika kalmadı. En son çok yaygın, herkesin elinde bir tane iPhone görürsünüz. Hepimizin elinde artık bir iPhone var. iPhone’a baktığınız zaman üstünde Amerika’da tasarlanmıştır, Çin’de üretilmiştir yazıyor. Birçok markada böyle. Artık Avrupalı ve Amerikalı, gelişmiş ülkeler şunu yapıyorlar: Ar-Ge merkezlerini, işte Silikon Vadisi hepimizin bildiği bir örnek, Ar-Ge merkezlerini kendi bünyelerinde tutuyorlar ama üretimi Çin’de yapıyorlar. Ama Çin’de artık yavaş yavaş işin sonuna geliyor. Çin’deki önemli şehirlerine gittiğiniz zaman beklentilerinizin çok dışında şehirler görürsünüz. New York’tan farkı olmayan şehirler.

 

Çin’de artık ucuz iş gücü tarafında zorlanmaya başlıyor. Ne oldu? Üretim artık Vietnam’a kaymaya başladı. Üretim artık Sri Lanka’ya kaymaya başladı. O zaman işte Türkiye’nin bundan gereken dersi alması gerekiyordu ve yavaş yavaş da alıyor. Ben de o konuda açıkçası memnunum.

 

Türkiye artık Ar-Ge tarafında olması, teknoloji tarafında olması gerektiğini çok iyi anladı. Şirketimiz de buna çok güzel bir örnek. Biz ilk başladığımızda Avrupalı, Amerikalı rakiplerimiz acaba neler yaptı diye merak ederken 2002 yılında ilk DSP‘li cihazı ortaya çıkardık. İlk dijital işlemcili cihazı ortaya çıkardık. Kendi dalında bir ilkti ve Avrupa’daki üç firmayla tüm dünyada aynı anda piyasaya sürdük.

 

O dönemde gerçekten ses getirdi. 2005 yılında keza öyle. Firma olarak şunu anladık: Bizim taklit eden, arkadan giden değil teknolojide lider olan firma olmamız lazım.

 

Benim gördüğüm, Türkiye’deki diğer meslektaşlarımda da gördüğüm, Türkiye gerçekten işin Ar-Ge yönüne eğiliyor çünkü işin katma değeri artık Ar-Ge’de. Başka yer değil. Cihazı ya da herhangi bir ürünü her yerde ürettirebilirsiniz. Tabi ki üretim kalitesi önemli. Belli Process’leriniz olması lazım.

İstediğiniz standartlara uygun çıkarmanız lazım ama işin temelinde olması gereken teknoloji. Teknolojiye sahip olmak durumundasınız. O yüzden de ben ülkece gittiğimiz yolun doğru yol olduğunu düşünüyorum fakat bu oyuna orta ve küçük işletmeleri de davet etmek gerekiyor. Çünkü şu anda Ar-Ge yatırımına baktığınız zaman şirketlerde gerçekten kısa vadede geri dönüşü olmayan yatırımlar ve orta vadede işletmelerimiz, ne yazık ki bunları finanse edemeyebiliyorlar. Aman ben bugünü kurtarma derdinde oldukları için o firmaları da oyunun içine çekmek gerekiyor. Belki birleştirerek. Belki temel gruplar etrafında ortak hedefler koyarak. O zaman Türkiye’nin geleceğinin çok daha iyi yerlerde olacağına şüphem yok. Çünkü insan gücü olarak, beyin gücü olarak oldukça güçlü bir ülkeyiz. 77 milyon insanımız var. Hepsi birbirinden değerli.

 

Üniversitelerimiz birbirinden değerli. Bir şeyler söyleyeceğim bir konuda. Üniversitelerle sanayi iş birliğinin artması gerekiyor. Bu ne demek? Şimdi, üniversitelerimizde çok ciddi akademik bilgiler var. Firmalarımıza baktığınız zaman da firmalarda çok ciddi pratik bilgiler var. Her iki tarafta teknolojiyi paralel takip ediyor. Üniversitelerimiz tabi ki bir tık önde. Neden? İşin teorik tarafını, uluslararası yayınları, gelecek teknolojiyi bizden daha iyi öngörüyor olabilirler. O yüzden bizim de şirketimizde yaptığımız üniversitelerle iş birliği, bilhassa küçük ve orta işletmelere tavsiyemdir; kendi başlarına belki büyük bir Ar-Ge koyamayabilirler fakat üniversitelerle bu iş birliklerini yaparlarsa hem maliyetleri daha düşük olacaktır. Hem de şunu göz ardı etmemek lazım, ileride üniversitelerimizde yetişen bu arkadaşlarımız sanayide bizlerle birlikte omuz omuza çalışacaklar. O yüzden de şimdiden bu projelerin içlerinde yer alırlarsa o arkadaşlarımız için de bir tecrübe olacaktır. Biz mesela şirket olarak ne yapıyoruz? Bir meslek lisemiz var bulunduğumuz bölgede. Meslek lisemize kendi sektörümüzle ilgili bir ders koyduk. Biz de bunun destekleyicisi oluyoruz. Oradaki arkadaşlarımız bizim işimizi öğreniyorlar. Biz de ileride omuz omuza çalışacağımız arkadaşlarımızı orada yetiştirme fırsatını buluyoruz. Bir şekilde özetle şunu söylemek gerekirse, Ar-Ge işin beyni ve kalbi, üniversiteler, burada okuldaki öğrenci arkadaşlarımız yarınımızın garantisi. O yüzden de her iki ilişkinin çok sağlam olmasıyla hem yetişmiş kalifiye iş gücü hem de yarına yönelik çok değerli insanları kazanma fırsatımız var.

 

Biraz daha geçmişe döneceğim Levent Bey. Ar-Ge’yi 97 yılında kurduk dediniz. Peki, 2001’de bir kriz oldu. İnform bu krizden etkilendi mi?

 

Aslında biz firma olarak krizleri seviyoruz ve ben de krizleri seven bir insanım. Çünkü bu tip dönemlerde hani nasıl derler, usta kaptanlar dalgalı denizde belli olur. Bu tip dönemler aslında bakarsanız sizlere fırsatları da yaratan dönemler. Sizin de bahsettiğiniz gibi Ar-Ge’mizi kurduktan tam kriz döneminin hafif öncesine gelir bu ileri teknolojik ürünleri piyasaya sürmemiz. Bu bizler için gerçekten büyük bir avantaj oldu. Çünkü piyasa kriz dönemlerinde daralırken, diğer taraftan da insanlar verdikleri paranın karşılığını almak isterler. Hatta karşılığından fazlasını almak isterler.  Burada Ar-Ge, sizin de bahsettiği gibi kendi ürününüzün olması, kendi teknolojinizin olması sizlere büyük avantajlar sunarlar. Hele bir de yerleşikseniz, geçmişiniz var, tanınmış, köklü bir firmaysanız, bir alo kadar yakınsanız, 7/24 her anlamda o hizmetleri veriyorsanız o zaman zaten uluslararası rakiplerinizden birkaç tık öne çıkıyorsunuz.

 

Biz kriz dönemlerinde diğer firmalardan farklı olarak büyüdük. Normal büyümemizin çok üstünde büyüdük. O yüzden de kriz dönemlerini her ne kadar ülkem için istemesem de firmam için yeri geldiği zaman hoşuma da gitmiyor değil. Bu yeni bir meydan okuma, yeni bir mücadelenin sonucunda ortaya bakalım daha ne kadar bir büyüme koyabiliriz. Daha ne kadar farklılıklar ortaya koyabiliriz. Firmamız açısından da iyi oluyor çünkü birincisi krizleri zaten önceden öngörebiliyorsunuz.

Pozisyonlarınızı doğru alırsanız, nerede, ne yapacağınızı önceden bilirseniz sükunetle o dönemi yönetirseniz,  bu firmalar açısından avantajlı da olabiliyor. Dediğim gibi bizim firmamız açısından bu dönem oldukça artı getirdi bize. Oldukça yükseliş yaptığımız bir dönemdi.

 

Ardından biliyorsunuz 2008’deki global bir krizdi. 2008’de başlayan, 2009’da devam eden, derinleşen. Oldukça uzun süreli bir krizdi. Avrupa’nın daha yeni yeni çıktığı bir dönemdeyiz. Bu dönemi de iyi yönettik. Tam tersi yatırım yaptık. Tam tersi Ar-Ge’mizi büyüttük. Tam tersi üretim tesisimizi büyüttük. Ama hep aynı yöne geri geleceğim. Teknolojinin sizde olması lazım. Ne yaptığınızı biliyor olmanız lazım ve ürününüzün odağındaki müşteri kitlesinin sizden bugün ve yarın ne beklediğini bilmeniz lazım. Aslında bu ne oluyor? Sizin pazarlama biriminizle, Ar-Ge biriminizin arasında çok iyi bir ilişki olması lazım. Pazarı çok iyi hissetmeniz lazım. Doğru ürünü doğru zamanda ortaya çıkarmanız lazım. Bunların hepsinin üst üste geldiği zaman şunu söyleyeyim, 2008-2009’da başlayan krizden sonra o büyümeyi ortaya çıkardık. Son 4 sene de şirketimizin ortalama büyümesi yaklaşık %40’larda. Günümüz piyasasında, günümüzde büyük ölçekli şirketlerin bu oranlarda büyümeleri normal değil. Şunun da altını çizmek istiyorum, bu tabi kendi ekibimizin olduğu nokta. Diğer tarafta aynı şekilde hepimiz de birer müşteriyiz. Birer müşteri olduğumuz için bunu unutmamak lazım. Bizim halkımız zekidir. Sizin ona ne verdiğinizi çok iyi anlar. O yüzden de en iyisini vermeniz gerekiyor. En iyisini verdiğiniz zaman, en iyisi ile taklidi yapan arasındaki farkı çok iyi anlar. Siz işinizi iyi yaparsanız halkımız bunu anlıyor. Ondan sonra da size vermesi gereken o değeri veriyor.

 

Yıl vererek, bize köşe taşı olan ürünlerinizden bahsedebilir misiniz? 2000’li yılların başından itibaren günümüze kadar diyelim.

 

İlk önce teknoloji ile ilgili şunu söylemek istiyorum. 80’ler, 90’ların başları kesintisiz güç kaynağı dediğiniz zaman bir tane PC’yi besleyen elektrik kesildiği zaman devreye giren cihazlar. O dönem bu cihazlara baktığınız zaman 500 volt amper, 500 Watt diyebileceğim. Oturduğum şu koltuk büyüklüğünde cihazlardı. Hele biraz daha büyük güçleri beslemek istediğiniz zaman bu alanın tamamını kapsayacak kocaman makinalar görüyordunuz. Şimdi günümüze geliyorsunuz, bir tane PC’yi beslemek istediğiniz zaman ayakkabı kutusu büyüklüğünde bir kutu karşınıza çıkıyor. Bizim ilk 80’lerde, 90’ların başında UPS cihazlarımız vardı. Dışarıdan baktığınız zaman, sobalar vardı eskiden hatırlar mısınız? Soba kıvamında kocaman kara bir kutuydu. O koca kara kutunun o dönemde zaten Türkiye UPS üreticisi bir veya iki firma var. Bu koca kara kutular bugünkü cihaz verimlerinden çok uzakta gerçekten çok aşırı enerji tüketen o günün teknolojisiyle çok ciddi verimsizlikler yaratan cihazlardı.

 

Regülatör?

 

Regülatörler de benim çocukluğumun da bir parçası. Ben bayılıyordum. O kara kutular vardı hepimizin evinde, televizyonun altında. Gerilimi düzenlemek için. En güzel tarafı şu bizim aynı zamanda kesintisiz güç kaynağının yanında regülatör de önemli bir iştigal konumuz. Şimdi regülatörlere bakıyorsunuz artık olay o dönemki kara kutulardan, statik regülatörlere, içinde güç elektroniği ekipmanları, ciddi Embeded yazılımların olduğu, gömülü yazılımların olduğu dönemden çok farklı yerlere geldi. Onu bir kenara bırakın. Televizyonlarda artık regülatör diye bir şey söz konusu değil. Her şey entegre olduğu için. Artık bugün televizyonla internete de bağlanıyorsunuz. Televizyonla yapamadığınız şey yok. Tabi en önemlisi bizim alanımızda, kesintisiz güç kaynakları, regülatörler, DC güç kaynakları, Telekom ekipmanları gibi alanlardaki en önemli gelişmelerden biri ölçü. Yani artık her şey çok büyük kutulardan çok ufak kutulara sığmış durumda. Bunun yanı sıra diğer en önemli konu verimlilik. Cihazların verimliliği. Artık gücü minimumda harcayıp, gücü zayi etmemeniz gerekiyor. Diğer önemli bir konu, o bahsettiğim kutu soba şeklindeki cihazlar için büyük büyük kablolar kullanırken şimdi artık çok ufak, çok daha cüzi altyapı yatırımlarıyla bu cihazları rahatlıkla devreye alıp, kullanabiliyorsunuz.

 

Diğer tarafı da şu: Yine teknolojinin bize verdiği eskiden büyük alanlar vs. ne oldu derken, şimdi oturduğumuz yerden, servis merkezinden sahadaki, bundan 100’lerce kilometre ötedeki cihazları, evet burada ne olmuş? Çok önceden merkezinizden gözlemleyip, kullanıcının haberi olmadan, burada bir sorun var, ben geldim. Hemen de çözeceğim, deyip, çözüp geri dönebiliyorsunuz. Bunlar teknolojinin sizi nereye götürdüğünün göstergesi. Şirketimizde zaten hep bu aşamaları yaşadık. Büyük kutulardan ufak kutulara geldik. Çok malzemeler yerine artık yazılım ağırlıklı cihazlar ortaya çıkmaya başladı. Verim ağırlıklı cihazlar ortaya çıkmaya başladı. Eskiden çok basit bir örnekle 10 tane bilgisayarı besleyen bu oda kadar ürünler varken, şu anda baktığınız zaman çok ufak kompakt boyutlarda, verimliliği çok daha yüksek, enerji tasarruflu cihazlar ortaya çıkmaya başladı. Teknolojiyi takip etmek muhteşem ve yarının ne getireceğini hissetmek de ayrı bir heyecan konusu. Çünkü artık her şey her ne kadar ürünlerimiz, sanayi gibi daha teknik alanlarda kullanılıyor gibi gözükse de aslında her şey kullanıcı dostu haline gelmeye başladı. Koskoca bir ürün artık cep telefonunuzdaki bir ufak uygulamayla, açıp kapatıp, ne kadar besleme yapıyorsunuz, cihazınızı gözlemleyip rahatlıkla evinize de gidebiliyorsunuz. Çok hassas uygulamalar gönül rahatlığıyla her şeyi takip edebiliyorsunuz. Artık devir hız devri. Devir mobilite devri. Devir iletişim devri ve ürünlerinizin de bunlara uygun olması gerekiyor.

 

Bu güç elektroniği cihazları, yani bu iş sadece B2B midir? Yoksa tüketiciye kadar varan açılımları olmuş mudur?

 

Şimdi aslına bakarsanız başlangıcı tabi bilgisayarların ortaya çıkmasıyla oldu. Çünkü bilgisayar en basit örneğiyle bankada bir işlem yaptığınızı farz edin ve elektrik gitti. O an parayı transfer ettiniz mi? Etmediniz mi? Para nerede kaldı? Tabi bunlar çok endişe yaratan konular veya ben bir hastane örneği vereyim size. Ameliyat masasındasınız, bir anda elektrikler gitti. Düşünebiliyor musunuz sonuçlarını? Tabi ilk başta kritik uygulamalarda başladı kesintisiz güç kaynağı. Çünkü az önce örneğini verdiğim hastaneler, bankalar gibi alanlarda veya bir üretim tesisi düşünün, çok sıcak bir ham madde akıyor ve bant durduğu anda ham maddeyi çöpe atacaksınız. Kesintisiz güç kaynağının uygulaması önce bu tip alanlarda, çok kritik alanlarda başladı. Zaman geçtikçe herkes eline birer bilgisayar aldı. Ya benim bilgisayarımda da ben işlem yaparken elektriğim kesilmesin. Ondan sonra ne oldu? B2B ile başlayan daha sonra B2C’ye döndü. B2C’de ciddi gelişmeler oldu. Fakat teknoloji bıraktığınız yerde durmuyor. Ne oldu? Daha sonra Laptop’lar çıktı. iPad’ler çıktı. O zaman da artık orada ihtiyaç kalmadı fakat ne oldu? Buna paralel olarak şimdi Data Center’lar, veri merkezleri, bu Cloud Server’lar ortaya çıktı. O zaman talep çok farklı yöne gitti. Eskiden bir tane, ufak, son kullanıcının kullandığı bir tane kesintisiz güç kaynağı varken, talep tamamen döndü. Veri bankalarında hiçbir aksama olmaması için oradaki daha büyük kesintisiz güç kaynaklarına döndü.

 

Şimdi üniversiteyi seçerken de hep aynı mantıkta gittim. Hayatta hep bunu gösteriyor. Enerji hiçbir zaman yok olmuyor. Enerji ihtiyacı hiçbir zaman ortadan kalkmıyor. Talep şekil değiştiriyor. Bir gün B2B başlarken B2C ile devam ederken sektöre yine B2B’de çok farklı alanlarda talepler devam ediyor. Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim. Son 2-3 senedir gördüğümüz, Türkiye’de ciddi veri bankası yatırımı var. Çok ciddi bir patlama yaşanıyor. Eskiden hepimizin şirketinde ufak bir I&T odası varken şimdi artık başta büyük kurumsal firmalarla başlayan, büyük bankalarla, büyük şirketlerle, holdinglerle devam eden herkes artık kendi veri bankalarını, Data Center’larını oluşturmaya başladı. Çünkü veri en önemli konu. Eskiden raflar dolusu kağıtlarımız varken, klasörler, klasör odaları; şimdi o klasörler bilgisayarların içine girdi. Verilerin de bir yerlerde saklanması gerekiyor. Veriler şirketlerin bugünü ve yarını için en kritik konular haline geldi. O yüzden de ya bireysel olarak şirketler kendi veri merkezlerini oluşturuyor ya da Avrupa’daki, Amerika’daki Trend o; büyük veri merkezleri, ticari Data Center’lar var ve şirketler artık ticari Data Center’lardan bu hizmetleri alıyor.

 

Türkiye’de Data Center’ların yatırımları inanılmaz. Sadece Türkiye’deki sanayi, finans sektörü için değil. Bizim gözlemlerimiz artık Orta Doğu’daki birçok ülkenin de veri merkezlerinin Türkiye’de yatırımları yapılıyor. Bu ülkemiz için çok gurur verici bir konu. Çünkü burada ciddi hassasiyetler gerekiyor. Oradaki en ufak bir veri kaybına tahammülünüz yok. Nedir? Orada gerçekten ileri teknolojide ürünleri kullanmanız lazım. Gerçekten hiçbir kesintiye mahal vermemeniz lazım. Bu demek oluyor ki Türkiye bir merkez olarak Ortadoğu’nun da merkezi haline geliyor. İkincisi de demek ki Türkiye’de üretilen ürünler, Türkiye’deki mühendislik bunların hepsinin üstesinden gelecek seviyeye gelmiş, Türkiye artık bu konularda da bir üs haline geliyor ve burada da ciddi bir istihdam yaratılıyor. Türkiye ekonomisine de ciddi katkısı var. Data Center’lar, veri merkezleri önümüzdeki 3-5 senede de Türkiye’nin Driver’larından, yönetici güçlerinden biri olacaktır.

 

Peki Cloud Computing hakkında neler söyleyeceksiniz?

 

Cloud Computing aslında bunun bir parçası. Dediğim gibi mobilitenin getirdiği, aslında dönem dönem çok konuşuldu. Küreselleşme vs. aslında bu bir gerçek. Küreselleşme dediğiniz zaman tüm dünya artık tek bir ülke gibi ve veriler ile hız o kadar önemli ki. Zaten dikkat ederseniz teknoloji belirli alanlarda, diğer alanlardan daha hızlı ilerliyor. Bu nedir? İlk başta bir şey söyleyeceğim herkes de kabul edecek. Eğlence sektöründe. Her geçen gün yeni bir televizyon, yok HD kalitesi, çözünürlüğü yüksek. Yeni bir cep telefonu, buna benzer yeni bir bilgisayar görüyorsunuz. Bunların yanı sıra teknolojinin ilerlediği en önemli yer de nedir? Mobilite gerektiren uygulamalar. Bunun başında evet, Data Center’lar geliyor. Ne oluyor? Ben bugün Türkiye’den x,y,z ülkesine gittiğim zaman verilerime anında ulaşmak istiyorum. Şirketteki olup biten her şeyi anında görüntüleyebilmek istiyorum. Herhangi bir durumda şirketimle gerekli iletişimi kurup, iş hayatımın hızlı akmasını sağlamak istiyorum.

 

Geçmişi hatırlayın; ben çok iyi hatırlıyorum. Kariyerime ilk başladığım zaman faks makinesinin başında saatler geçirirdim. Sağa sola faks gönderebilmek için. Şimdi öyle mi? Geçen hafta Ekvator’daydım. Ekvator’dan cep telefonunuzu alıyorsunuz. Artık büyük bilgisayarlara da gerek yok. Cep telefonunuzdan gerekli E-mail’ları gönderip, gerekli raporları alıp, anında istediğiniz yer ile iletişim kurup, mevcut sorunlara çözüm üretip işinizin akışını sağlıyorsunuz. İşte bu bulut merkezleri, Cloud Server’lar, Data Center’lar hepsi bunun bir parçası. Mobilite, bireyselleşme daha da ilerlediği zaman artık şunu göreceksiniz.

Hayatınızın her alanında, her yerden, her saniye veriye hızlı erişim. Çünkü en az sahip olduğumuz şey zaman. Zamanımız yok. Hepimiz bir zaman sıkıntısından bahsediyoruz. Bu aslında verimliliğin üzerimizdeki baskısı. Başka bir şey değil. Daha verimli, daha iyi neticeleri ortaya nasıl koyabiliriz? Performansımızı daha nasıl artırabiliriz? Zaman hep yetersiz. O yüzden de bir şekilde veriye en hızlı şekilde erişmeniz gerekiyor. O yüzden de teknoloji, bu konularda talep fazla olduğu için daha hızlı ilerliyor.

 

İnform’un imalat sanayisindeki müşteri portföyü ve buradaki durumu nasıl?

 

Yurt dışından geldiğinizi varsayın. Havalimanına indiğiniz anda, Atatürk Havalimanı’na, şirketimizin ürünleri ile karşılaşıyorsunuz. Çünkü Atatürk Havalimanı’nın tüm işleyişi o valizlerin döndüğü hatlar, bilgisayarlar… Aklınıza gelebilecek her türlü enerjinin kullanıldığı alan şirketimizin ürünleriyle besleniyor.

 

Türkiye’ye geldiniz, şirketimizin ürünleri ile bir kere karşılaştınız. Taksiye bindiniz. Bir maça gitmek istersiniz belki, Türkiye’de futbol, basketbol çok popüler sporlar. Herhangi bir stada gittiniz. Oradaki kesintisiz enerji, aydınlatma vs. buna benzer ürünlerde yine firmamızın ürünleriyle karşılanıyor. Otelinize gittiniz, tamam. Otelden çıktınız, bir mağazaya alışverişe gittiniz. X,y,z bir mağaza. Mağazanın içinde aydınlatma var. Onların kendi kasaları var. Çok önemli ve yine büyük firmaların bütün bu mağazalarındaki ürünlerin enerji ihtiyacı da yine firmamızın ürünleri ile karşılanıyor. Daha devam edin. Büyük süpermarketlere gidin. Onların dondurucu reyonları var. Kasaları var. Aydınlatmaları var. Yine şirketimizin ürünleri. ATM’ye gideceksiniz. Para çekeceksiniz. Paranız bitti. Bunun içinde de şirketimizin ürünleri. Hayatın her alanında Türkiye’de gittiğiniz uğradığınız her yerde yine şirketimizin ürünleri ile karşılaşıyorsunuz. Hayatın bir noktada da kesintisiz devamını sağlamak için orada köşe başında biz varız. Gözümüze çarpmıyor belki ama hemen orada kenarda, duvarın kenarında, belki kasanın arka tarafında, belki arkada ki bir odanın içinde şirketimizin ürünü hayatın kesintisiz devam etmesini sağlıyor.

 

Havalimanına baktığınız zaman çok kompleks bir yapı. Birincisi oraya ilk gittiğinizde Check-In kontuarlarında Check-In yaptırıyorsunuz. Merkeze bağlı bir bilgisayar sistemi var. Burada bir enerji sistemi var. Siz şunu hayal edin. Siz kontuara gittiniz. Kusura bakmayın elektrik kesildi diyemezsiniz. Öyle bir şey mümkün değil günümüzde. Devam ettiniz. Polis kontrolünden geçeceksiniz. Yine aynı şekilde bilgisayarlar karşınızda. Orada da elektrik kesintisini hayal edebiliyor musunuz? Edemezsiniz. Çıktınız. Bir de Duty Free’den alışveriş yapayım dediniz. Hayal eder misiniz karanlık bir Duty Free. Elektrik yok, yazar kasalar çalışmıyor. Mümkün değil. Bunu da geçtik. Valizinizi bekliyorsunuz. Elektrik yok. Valiz de yok. Böyle bir şey de yok. Şimdi aslında verdiğim örnekler daha hayatımıza yönelik. Daha bizlerin yaşayacağı örnekler. Hayatın her alanında, enerjinin gerektiği her yerde kesintisiz güç kaynakları gerekiyor. Diğer bir arkadaşa örnek vermiştim. Allah geçinden versin, düşünün ameliyata girdiniz. Ciddi bir ameliyat olacak. Doktorlar ameliyata başladılar, elektrik kesildi. Hayal edebiliyor musunuz? Sırf bu kesintisiz güç kaynağı değil. Kesintisiz güç kaynağınız var varsayalım. Elektrik kesintisinden etkilenmiyorsunuz ama çok kötü bir hava var. Yıldırımlar, şimşekler vs. Yan odada bir ekipmanlar bağlanmış. Sisteminizi izole etmediğinizi düşünün ve orada ki bir ekipmana, ameliyat yapan doktor elini değdiği anda çarpılıyor. Hayal edebiliyor musunuz? Bunların hiç biri olmaması gereken şeyler. Sisteminizi de izole etmeniz gerekiyor. Her şey insan için. Her şey hayatın akıcılığının devam etmesi için.

Her şey hayattaki o az zamanımızın mümkün olduğunca verimli kullanıp zaman kazandırmak için.

Alternatif enerji için neler diyeceksiniz?

 

Türkiye’deki alternatif enerji tarafının geçmişi çok kısa. Avrupa veya Amerika ile mukayese ettiğinizde oradaki teşvik bizden yıllar önce başladı ve teşvik miktarları oldukça yüksekti. O yüzden bu konuda oldukça ciddi yatırımlar oldu. Fakat 2008 kriziyle birlikte, Avrupa ülkelerindeki ekonomilerin düşmesiyle birlikte hükümetlerin kemer sıkma politikalarında ilk zarar görenlerin başında bu alternatif enerji teşvikleri oldu. Türkiye bu konularda belki başlarda biraz daha tereddütlü ve yavaş hareket etti. Son iki senedir, hatta biz bu senenin başında, bilhassa güneş tarafında ciddi yatırımlar görüyoruz. Tabi işin bir tane de üzücü tarafı var. Bu konuda yerli oyuncu çok sınırlı. Yani pazara baktığınız zaman en üzücü tarafı, Türkiye’de ofis açmış yabancı firmaların çokluğu. Bu konuda bizim ülkemizde fazla bir Know-How yok. Bilgi birikimi yok.

 

Güneş enerjisinde mi?

 

Güneş enerjisi tarafında. Bilhassa malzeme tarafında. Ürün tarafında. Cell’lerinden düşünün, Inventor’lerinden düşünün… Birçok tarafta ama bizler de Türkiye olarak bu işi öğreniyoruz. Yakın zamanda yanılmıyorsam Antep’te bir üretim başladı. Güneş panelleri konusunda yerli bir firmanın üretimleri başladı. Bu konuda yatırım devam ediyor. Yerli üretici sayısı gittikçe artıyor. Şunu söylemek istiyorum. Bu bir Trend. Bu Trend önümüzdeki 3 veya 5 sene daha devam eder. O yüzden de sanayicimizin, yatırımcımızın elini çabuk tutması gerekiyor.  Ondan sonra belirli bir doyuma ulaşacaktır. Sonra bu kadar yoğun yatırımlar olmayacaktır.

 

Siz mesela firma olarak rüzgar ve güneş santralleri üretimiyle ilgili bir parça ya da bir kısımda var mısınız?

 

Rüzgar değil ama güneşte varız. Türkiye’de bu sene devreye aldığımız yaklaşık 10-12 Megawatt’lık güneş enerji santrali var. Bu konuda bizim en büyük şansımız şuydu: Biz pazarın gidişatını önceden gördük. Önceden gördüğümüz için hazırlıklarını önceden yaptık. Elemanlarımızı, çalışanlarımızı önceden yetiştirdik ve bu tırmanma başladığı zaman biz zaten hazırdık ve oradaydık. Tabi bunun arkasında şu da var. Ciddi bir finansman kaynağınızın da olması gerekiyor. Güçlü bir firma olmanız gerekiyor. Bütün bu özelliklere sahip olduğumuz için ve 34 yıllık bir şirket olduğumuz için de piyasa içinde bu konuda ciddi bir güven var. Bu sene, geçen sene de dahil olmak üzere ciddi bir şekilde güneş tarafında aktiftik. Rüzgar tarafı çok ilgi alanımızda değil. Vakti zamanında rüzgar tribünü Ar-Ge’si yaptık, geliştirdik ama ondan biraz daha fazla güneş tarafıyla ilgileniyoruz. Kendi teknolojimizin olduğu Invertor’ler vs. olduğu alana yöneliyoruz. Çünkü kesintisiz güç kaynağının yapısında da Invertor’ler bulunur. Burada şunun altını çizmek istiyorum. Ülke olarak rüzgar ve güneşe çok elverişli bir ülkeyiz. Tabi bu yeni bir söylem değil. Bunu herkes söyleyecek. Bunu da değerlendirmeye başladık. Hem güneş yatırımı, hem rüzgar yatırımı. Hakikaten yatırımcılarımız, sanayicilerimiz bu konuya eğildi. Bu konuda tek bir sıkıntı var. Bürokrasi tarafı çok uzun sürüyor. Bunu da belki biraz daha sadeleştirebilirsek bu yatırımlar çığ gibi artacaktır. En azından biraz bürokrasiyi azaltalım.

Bizim yatırımcımız yine o yatırımını yapacaktır. Her türlü elinden gelen çabayı gösterecektir. Burada söylemek istediğim tek şey bürokrasinin biraz azaltılmasının gerektiği. Bu da aslında yeni bir süreç. Hem Türkiye için, hem Türkiye Cumhuriyeti Devleti için yeni bir süreç ama bürokrasi azaldığı zaman yatırımlar çığ gibi artıyor. Türkiye doğru yol üstünde gidiyor bu konuda da.

 

Güneş santrali ile ilgili çalışmalarınız hangi alan üzerinde. Panel üzerinde mi çalışıyorsunuz yoksa Invertor mu?

 

Bizim çalışmalarımız anahtar teslim. Her şeyden önce şirketimizin bünyesinde ciddi bir mühendislik kadrosu var. Ciddi bir bilgi birikimimiz var. O yüzden de kendi ürettiğimiz ürünlerde ki bunlar nedir? Inventor tarafıdır veya mekanik aksamdır. Onun dışında panelleri şu anda yurt dışından tedarik ediyoruz ama işin mühendislik kısmı çok önemli. Mühendislik kısmı da bünyemizde. Şirketimizin ciddi bir servis merkezi var. 7/24 hizmet veren. Bu konuda ciddi yetişmiş çalışan kadromuz var. O yüzden de biz anahtar teslim; projenin oluşturulmasına ve devreye alınıp elektrik üretilmesine kadar anahtar teslim çözümler üretiyoruz.

 

Bugün firmanızda, Ar-Ge bölümünüzde, üretim bölümünüzde kaç kişi çalışıyor? Biraz bunlardan bahsedebilir misiniz?

 

Tabi. Firmamızda 500’e yakın çalışanımız var. Ar-Ge’mizde 60’a yakın çalışanımız var. Bunun yanı sıra üretimimizde 200’e yakın çalışanımız var. Tabi üretim dönem dönem kapasite durumunuza göre daha da artıp, daha da azalabiliyor. Onun dışında da çok ciddi bir mühendis kadromuz var. Türkiye’de Ankara’da ve Kayseri’de kendi şubelerimiz var. Diğer bölgelerimizde yetkili bayi kanallarımız var. 2000’e yakın satış noktasından son kullanıcı veya iş yerlerine erişebiliyoruz. Onun dışında servis tarafı tabi çok önemli. Servis tarafında mevcut merkezimizde 70’e yakın servis mühendisi veya teknisyeni arkadaşımız var. Bölge ve bayiliklerimizle de birlikte 200’e yakın çalışanımız oluyor. Ben hep şunu söylüyorum: Çok tanınmış, bilinmiş markaları da alsanız her zaman başınıza bir sıkıntı gelebilir. Ürünler de sonuçta insan yapımı. Buradaki sıkıntı ne olursa olsun, iyi bir servis hizmeti alırsanız, anında, hiç beklemeden, o sıkıntılar her zaman bertaraf edilecektir. Biz de o yüzden servis tarafına çok ciddi yatırım yaptık. Ciddi önem verdik. Gerektiği yerde ana firmamızdan, Le Grande firmasından destek aldık, danışmanlar getirdik. Şu anda 7/24 her türlü aksaklığı giderebilecek bir altyapımız var.

 

Le Grande tarafından satın alınma süreci oldu. Nasıl gerçekleşti? Öncesi, sonrası biraz bahseder misiniz?

 

Tabi. Her aşamasında sürecin içerisindeydim. Bu Fransız devi her şeyden önce bir araştırma yapmış. Kendi ürün gamına bakmış ve demiş ki, bizim hangi ürün gamına ihtiyacımız var tamamlayıcı olarak? Listenin en tepesinde kesintisiz güç kaynakları çıkmış. Firma genel prensip olarak sektöründe ve ülkesinde lider olan firmaların satın almasını yapıyor. Aksi taktirde hani ikinci veya üçüncü sıradaki firmaların satın almasıyla ilgilenmiyor. Böyle bir stratejileri var. Geleceğe dönük bir yatırım olarak da bakıyor. Firma tüm dünyadaki oyuncuları taradığı zaman buradaki en büyük potansiyelli, gelişmeye en açık firma olarak listenin başında şirketimizi görmüşler. Süreç bu şekilde başladı. Tabi bu bir dönem, 2008-2009 yıllarının başında krizin patlak vermesiyle birkaç ay askıya alındı. Daha sonra krizin de yavaş yavaş nereye gideceğinin görünmesiyle birlikte bu süreç tamamlandı ve bu büyük Fransız grubuna katıldık.

 

Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ediyoruz. Sizin de eklemek istediğiniz bir şey var mı?

 

Hayır, ben de teşekkür ediyorum.

 Söyleşi Tarihi : 27 Mayıs 2014

Relatived Posts
Fuat Akçayöz Söyleşisi ( 8 Aug,2016 )
Hello world! ( 29 Dec,2013 )
Muvaffak Gözaydın Söyleşisi ( 27 Feb,2017 )
Levent Ilgın Söyleşisi ( 5 Feb,2016 )
Özer Hıncal Söyleşisi ( 31 Jan,2017 )
Written by

Leave Your Comment